Hun Türkleri Ve Tanrının Kırbacı Attila-2 Hun İmparatorluğu Mete ile görkemliydi
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
-2-
1982 yılında Çin’e yaptığımız ilk seyahatte, Çin Seddi’ni geçerken, seddin inşa nedenini sorduğumda, Çinli rehberim, “Kuzeyden gelen düşmanlara karşı” diye cevaplamış; “Kuzeydeki düşmanlarınız kimlerdi?”, diye sorduğumuzda da, sessiz kalmıştı. Oysa biz, gerçeği biliyorduk ve Macar bilgin de bu gerçeğe parmak basmaktadır. L. Ligeti, Asya Hunları’nı anlatırken, Çin Seddinden de söz ediyor ve bu seddin neden inşa edildiğini Çin belgelerine dayanarak açıklıyor:
“Hun saldırılarının geldiği kuzey bölgelerinde ise surlar sağlamlaştırıldı. Takviye edildi ve eksik yerlere de yeni duvarlar çekildi. İşte böylece on bin mil uzunluğunda olduğu söylenen büyük Çin Seddi ortaya çıkmış oldu. Bu duvarın tek görevi, ülkeyi Hun saldırılarına karşı korumaktı… Bu dönemde Hunların hükümdarı, ya da kendi deyimleriyle şan-yüleri Teoman idi. Teoman, Çinlilerin adını kaydettikleri ilk hükümdarlarıdır… Teoman yönetimindeki Hunlar… Sarı Nehri geçip, Ordos’u tekrar zaptettiler…”
Yazar bundan sonra, Teoman’ın yerini Mete’nin almasıyla ilgili gelişmelere değinmekte ve o arada bazı Türk gelenek ve göreneklerinden örnekler vermekte; şunları yazmaktadır:
“Hun İmparatorluğunun en görkemli dönemi Mete dönemidir. M.Ö. 177 yılında Hun İmparatorluğunun sınırları doğuda Kore’ye kadar ulaşıyor, kuzeyde Kerulan, Tola, Selenga, Yenisey, İrtiş ve İsim nehirlerinin vadilerini kapsıyor, Batıda Balkaş gölünü aşıyor, neredeyse Aral’a erişiyor, güneyde Karakurum ve Altın Dağı kapsıyor ve Çin bölgelerini de içeriyordu.”
Peter Vaczy’ de Hunlar’ın Türk kökenli olduklarını vurgulamakta ve şöyle yazmaktadır:
“Hunlar Türk’tüler… Ama Türk olan sadece dış görünüşleri değildi, dilleri de Türk idi. Ama Hunların konuştuğu dil, Çuvaş-Bulgarların değil, Türk, Uygur ve Avarların kullandıkları dildi.”
Yazarın altını çizdiği şu görüş ise, iyi niyetli ve Türkler’e karşı olumlu tavır sergileyen dürüst ve namuslu bilim adamlarının ortak düşüncesidir:
“…O zamanın kronikleri Hunları, yüksek dağların tepelerinden kopup esen, her şeyi silip süpüren, ansızın belirip, ansızın bitiveren fırtınalara benzetiyorlar.”
Hun İmparatorluğuna doğru gidilen yoldaki gelişmeler de eserde şöyle yansıtılmaktadır:
“…Hun İmparatorluğu’nun batı kanadı ilk olarak sadece bir zamanlar Batı Gotlarının yurdu olan bölgeye yerleşti. Güneyde Tuna’ya kadar uzanıyor, kuzeyde Transilvanya’nın Berces bölgesine giriyor, batıda Sörenyi dağlarıyla sınır çiziyordu… Bu Hun boyları herhalde Dobruca’ya yerleşen ve Hristiyanlıkla da tanışan Hunlar’dı… Hunların büyük kralı Karaton, Hun boylarının önemli bir bölümüyle beraber daha Don Nehrinin ötesinde yurt tutmuştu. Batı kolunun lideri, kayıtlara ilk kez 400 civarında giren Uldin idi. Hunlar Karpatlar’ı onun liderliğinde aştılar… Hunlar doksanlı yıllardan itibaren Karpatlar’ın Avrupa tarafında yaşayan halklar üzerinde etkili olmaya başlamışlardı… Bu toprakların yeni fatihi olan Hun halkı, Tuna-Tisa nehirleri arasındaki düzlüğü ele geçirmek için bugünkü Romanya ovasından ilerleyerek geldiler. Tuna-Tisa nehirleri havzasını ele geçirmeleriyle birlikte birçok halk yurtsuz kalmıştı.
…Sonunda Kuzey Denizine kadar ulaştılar. Acaba deniz manzarası steplerin çocuklarında nasıl bir etki bıraktı? Tuzlu ve rutubetli hava onları rahatsız etmiş olmalıydı. Kuru step havasına alışmış ciğerlerde deniz havasının yaratacağı ağırlığı yaşamış olmalıydılar. Buralara yerleşmek için gelmediklerinin bilincindeydiler. Yağmalama gibi bir dertleri de yoktu. Sadece bölgeyi egemenlikleri altına almak, özellikle de ilerisi için bu yöreyi sağlama bağlamak istiyorlardı. Rayna geçitleri ileriki bir Gal saldırısı karşısında ellerinde olmalıydı. Rome Limes’i boyunca yerleşen Germen kavimleri Hunların iradesine boyun eğdiler. Bugünkü Çekoslovakya’daki bir takım Markoman kavimleri, İsviçre dolaylarındaki Almanlar, Burgundların bazı boyları, Franklar hep Hun egemenliği altına girdiler. İlerde Attila 251’de Batı Roma’ya karşı sefere çıktığında Almanlar, Burgundlar ve Franklar askerleriyle Hun ordularına katılmışlardı…”
Eser, çok önemli bir tarihi gerçeğe de dikkati çekmektedir:
“…Rusya’nın step alanları, yani Kiev-Perm hattının güneyinde kalan bölgeler Hun egemenliğinde idi…”
(DEVAM EDECEK)