Anılar bir sel: Bitli Veysel!
Program; Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Prof. Öcal Oğuz, ATO Başkanı Gürsel Baran, ASO Başkanı Nurettin Özdebir ve diğer konuşmacıların sözleriyle değerlenirken; Aşık Veysel türküleriyle renklendi.
Kör olan o değil…
Aşık Veysel için ‘kör’ diyenlerin yüreğine bakarım! Ve görürüm ki, o yürek kör!
Görmeyen gözlerinin yerine gönlünü koyan; insan denen ‘muamma’yı sazıyla, sözüyle bir kadavraya çeviren büyük ozan, tam bir feylesof idi. İnanmayan Türkülerini dinlesin! Dinlesin ve anlasın ki o kör değil, bizler bakarkörüz!
İki mühim anekdot
1894’te Sivas’ın Sivrialan köyünde dünyaya gelişinden, 1973’te aramızdan ayrılışına kadar öyle bir hayat yaşamış ki, benim diyen katlanamaz…
Sevdiğim dostlardan dinlediğim birkaç Aşık Veysel anekdotunu paylaşmak isterim…
Anlatanlardan biri olan Mirati Madak, Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden sınıf arkadaşım. 40 yılı aşan dostluğumuzu pekiştiren şeylerden biri de sohbet zenginliğimizdir. Yaşadıkları, düşündükleri, hissettikleri ve yazdıkları çok olduğu için genellikle o konuşur karşısındakiler dinler! Onun gibi anlatamamak, onun gibi şiir okuyamamak, onun gibi türkü çığıramamak hatta onun gibi küfür edememek mahcubiyeti yaşayanlar sadece dinler, feyz alır…
İçinde ‘Aşık Veysel’in de bulunduğu bir yaşanmışlık anlatmıştı. Sözünü ettiğim programdaki güzellik vesilesiyle hatırıma geldi.
Ozan böyle kovar!
Mirati Hocanın, Kastamonu Üniversitesi’ndeki akademisyenliğine uzanan yolun başı Merzifon’dur.
Babası Rıza Madak, hatırı sayılır bir Alevi Dedesidir ve evi buralara yolu düşenlerin uğrak hatta konaklama yeridir. Bunlar arasında Aşık Veysel, Aşık Ali İzzet, Aşık Davut Sulari gibi ozanlar da vardır…
Bir gün yine Aşık Veysel konuktur. Onun geldiğini duyanlar eve akın eder. Sabahlara kadar süren sohbetler herkes gibi ozanı da yorar ve dudaklarından şu dize dökülür:
-Kalkın gidin siz, yatacağız biz!
Bu da gösteriyor ki; kovması bile ozanca olan gözü, gönlü açık biriydi o…
‘Bitli Veysel’!
Rüzgarlı Sokak’ta ‘Korkunç Yenge’ olarak bilinen Fatoş Çukurkavaklı, Yenigün Gazetesi’nin Sahibi ‘Komünist Kemal’ namlı, Kemal Bayram Çukurkavaklı’nın eşiydi ve 40 yıl önce maddi bakımdan en sıkıntılı olduğum dönemde, ‘yazılarının karşılığı’ diye bir kağıt imzalatarak ödeme yapıp cüzdan güzelliği yaşatan ablamdı, anamdı… O gün, yazarak karnımı doyurabileceğime, ailemi geçindirebileceğime inanmış ve gazeteci kalmaya karar vermiştim!
Allah rahmet eylesin, vefatından bir süre önce ortak olma şansı bulduğum sohbetindeydim. Sohbette Aşık Veysel’in de adı geçmişti. Anlattıkları belli ki 70-80 yıl önce yaşanmışlıklarla ilgiliydi. Bu sohbetteki Aşık Veysel anekdotu, ‘Seyirbaz’ adlı kitabımda yer alan ‘Masa’ başlıklı şiirime şöyle yansımıştı:
(…)
Sonra…
Ver elini Çukurova
Yoksulluk diz boyu…
Misafir; Aşık Veysel…
Akan ben değilim
Fatoş abla o sel…
Veysel…
Hem kör hem bitli…
Validesi öyle diyor…
Bitli Veysel…
Yoksunlukla yoksulluk
buluşunca
Öyle olur…
Bit yaşar
Yiğit ölür…
ATO’daki, “Basında ve Ustaların Objektifinden Aşık Veysel” programı, tamam, bir yürek ve anılar ‘helecanı’ yaşattı ama yüzlere yansıyan tebessüm de büyük Ozan’ın bıraktığı mirasla gönüller fethettiğini anlattı…
Evet, türkülerinden bildiğim bir gerçeği bir kez daha anladım ki:
Sızı yüreğinde, sözü dilinde, özü sazındaydı…