İrfan Ünver Nasrattınoğlu
Köşe Yazarı
İrfan Ünver Nasrattınoğlu
 

ETRÜSKLER

            Tarih kitaplarımızda, Türklerin Anadolu’ya 1071’de Alparslan’la birlikte geldiklerini ve Anayurdumuzun Orta Asya olduğunu okuduk ve öyle şartlandırıldık. Oysa, Türkler, 1071’den çok önceleri Anadolu’ya gelmişlerdir ve Anayurdumuz da Orta Asya değil, Avrasya’dır. Dolayısıyla, Türk Tarihi, Türk tarihçileri tarafından ve yeniden yazılmalıdır.              Mesela, Etrüskler’in Türk kökenli, ya da soydaşımız olduğunu kaç kişi bilir? O Etrüskler ki, Anadolu’dan Avrupa’ya geçmişler; uzun yıllar uygarca yaşadıkları bu Kıt’ada yeni uygarlıklar yaratmışlar ve o arada Roma’yı kurmuşlardır. Evet, Roma’yı kuranlar, Etrüskler, yani soydaşlarımızdır. Asya’dan Avrupa’ya geçen Proto-Türk topluluğu sadece Etrüskler değildir; Tursakalar, Sakalar, Belosakalar ve İskit vb. toplulukları da, özellikle Yunan ve İtalyan Yarımadalarında hüküm sürmüşlerdir. Etrüskler Roma’yı kurarlarken, Tursakalar da onlarla birlikte hareket etmişlerdir.             Şükürler olsun ki, artık, dünya çapında tarih bilginlerimiz var. Mesela Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Sümer tabletlerini okumaya devam ediyor ve O’nun da katkılarıyla Sümerler’in Türklüğü ispatlanmış olup, başka bir yazımızda bu konuya değineceğiz. Değerli bilgin Adile Ayda, yıllarca Etrüskler’in Türklüğü; Saffet Engin ise Proto-Hititler’in Türklüğü üzerine çalışmalar yaptılar; kitaplar ve makaleler yayımladılar.  Ünlü Araştırmacı-Tarihçi Kazım Mirşan’ın bulguları, Proto-Türkler’in Cihan Tarihindeki yerini ve önemini gözler önüne sermektedir. Mirşan, “Anadolu 1071 Malazgirt Zaferinden önce de Türkler’le dolu idi. Türkler’in Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya gelmeleri, yabancı toprakların işgali değil, eski yurtlarına geri dönüştür. Çünkü Anadolu, her çağda Türkler’in yurdu olmuştur. En eski çağlardan beri Türkler, Anadolu’da yaşamışlardır.” demekte, iddialarını daha da ileriye götürerek, batı alfabesinin Türkler tarafından oluşturulduğunu ve yayıldığını söylemektedir. O’nun bu husustaki tezini dikkatle okumak gerek:               Latin ve Kiril Harflerini Türkler Buldu             “Kuzey İspanya’daki Altamira Mağarası’ndan, Sibirya’daki Lena Irmağı’na, Güney’de Issık Göl’e ve Güney Anadolu’ya kadar olan Avrasya’da, Buzul Çağından itibaren yazılmaya başlanan pek çok yazıt bulunmuştur. Bunlardan, Kuzey İspanya’daki La Passiega Mağarası’ndaki yazıt, 14000 yıl öncesine ait. Bu yazıtların hepsinin dili Proto-Türkçe’dir. Sümerler ise yazı yazmaya M.Ö.3200 yıllarında başlamışlardır. Batı alfabelerinin kaynağı olarak kabul edilen Proto-Sami (Fenike) yazısının ise, Proto-Türkçe bir yazı olan Side Alfabesinden, Mısır hiyerogliflerinin de Güneydoğu Anadolu yazıtlarından kaynaklandığı görülüyor. Buna göre alfabetik yazının Proto-Türkler tarafından başlatılmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir Türk boyu olan Etrüskler’in kullandıkları alfabeden Latin alfabesinin ve Türkçe konuşan Proto-Bulgarlar’ın alfabesinden de bugünkü Kiril alfabesinin doğduğu görülüyor. Buna göre şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Alfabetik yazıyı başlatanlar ve bugün Avrupa’da kullanılan bütün alfabeleri teşkil edenler Proto-Türkler’dir.”                     Bu alıntıyı yaptıktan sonra, Yüceler Yücesi Mustafa Kemal Atatürk’ün, bugünkü Türkiye toprakları için söylediği şu sözlerin de okunması gerektiğine inanıyorum:             “Bu Memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna medeniyetin yüksek tecellisine şahit oldu. Bu sahne en az 7 bin yıllık bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk, tabiatın,  şimşeklerinden, yıldırımlarından, evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası sandı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu! Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”             Ne yazık ki, çocuklarımız ve gençlerimiz küreselleşme ağının içine düşerek; özlerini unutur hale gelmişlerdir. Ne tarihimizin ve ne de kültürümüzün zenginliği onları ilgilendirmektedir! Atatürk, “Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” demişti. Ama bugün öyle bir noktaya gelindi ki; insanımızın Türk kimliği sorgulanmakta; hatta Türk kisvesi üzerinden çıkarılmak istenmektedir. Kimileri  artık Türklüğü bir yana bırakıp  Avrupalı olmamızı istiyor!... Kimileri de Arap gibi giyinmemizi, Türkçeyi bırakıp Arapça konuşmamızı, Lâtin alfabesini terk edip, Arap alfabesiyle eğitilmemizi istemektedir!...               YİRMİ YILLIK ÇALIŞMA             Bir Azerbaycan Türk’ü olan Prof. Dr. Samir Kazımoğlu, 20 yıl süreyle Etrüskler’le ilgili araştırma çalışması yapmıştı. Amacı bilimsel bir eser ortaya koymaktı; zira elde ettiği bilgiler ve belgeler yeterliydi. Fakat bilim adamları yapılan çalışmayı, yeterli düzeyde bilimsel bulmamış, ama ilginç olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine O, belgelerle desteklediği bir roman kaleme almış; roman içerisinde yer yer, belgelerin orijinal metinlerine yer vermişti. Ben bu eseri iki kez altını çizerek okudum. Altını çizdiğim bölümlerden alıntılar yaparak, okurlarımızı da aydınlatacağım. Ama önce Samir Kazımoğlu’nun eserine önsöz yazmış olan, Prof. Dr. Mustafa Kafalı’nın, Etrüskler’le ilgili düşüncelerini sunmakta yarar görmekteyim:             “…Anadolu’dan İtalya’ya göçen Etrüskler’in Roma’dan önce meydana getirdikleri medeni gelişmenin daha sonra büyüyen Roma’ya nasıl zemin olduğu romanda işlenmiştir. Romanın adı olan Katliam, İtalya’da medeniyeti ilk defa geliştiren Etrüskler’in bir katliam ile sona eren hayatlarının tek kelime ile ifade edilişinden mülhemdir. Zira İtalya’da siyasi hakimiyetin Etrüskler’den Romalı’lara geçişi, ancak böyle bir isimlendirme, yani katliam kelimesiyle ifade edilebilirdi. Samir Kazımoğlu romanını işlerken Türk Milletine, yani öz kimliğine son derece bağlı duygularla doludur. Dolayısıyla Etrüsk kültürü ve geliştirdikleri medeni müesseseler, onun muhayyilesinde idealize edilmiştir. Etrüsk önderleri ve toplumu, kötülükleri bilmeyecek derecede dürüstlük yapısında mevcut olan eski Grek kültür çevrelerinin, Etrüsk üstün hakimiyet yapısına karşı nasıl ihanet içinde olduklarını güzel bir şekilde canlandırmıştır. Bu ölçüde düşünüldüğü takdirde ihanetin, doğruluğa ve güzelliğe karşı galebesi akla gelebilir. Ancak yazarımızın vermek istediği sonuç bu değildir. Roma’yı yükselten değerler ve müesseselerin hepsinin Etrüskler’e ait olduğu halde onlardan çalınarak alındığı ve buna mukabil Etrüsk adının yeryüzünden kazınarak unutturulmasıdır. Bir diğer husus ise insanların, milletlerin ve devletlerin belirli bir kaderi yaşamalarıdır. Mukadder bir ömür sonunda insanlar gibi milletler ve kurdukları devletler de sona erer. Burada kaderin cilvesine parmak basılmaktadır. Tarihte çoğu zaman önceki gelişmeler bir sonrakine temel olur. Bilhassa aynı siyasi yapı içinde gelişme gösterenlerde durum böyledir. Roma, Etrüsk yapısında şekil ve muhteva kazandığı halde onun adını yer yüzünden silen, inkar eden bir hırsız gibidir…”               BELGELER VE BİLGİLER             Samir Kazımoğlu, eserinin sunuşunda, ilginç açıklamalar yapmaktadır. Uzun açıklamalardan, bazı çarpıcı cümleleri buraya almakta yarar görmekteyim:             “…atalarımızın yaptığı en büyük, en şerefli ve en mukaddes iş, M.Ö. üç bininci yılda, yıllarca, aylarca yol alıp İtalya çizmesine yerleşmesi ve Pelasg, Tur, Saka Türk kavimlerinden oluşan Trakinya, Veyi, Roma, Alba gibi krallıklar, şehirler kurması, dünyada ilk defa senatoyu yaratması, Kadastro adlı  ilk kanunu, hukuk kitaplarını oluşturması, tüm dünyanın bugün kullandığı ve Latin Alfabesi dediği alfabeyi yaratması, dini anlayışları, yer-gök tanrılarını, baştanrı mefhumunu ortaya çıkarması ve Antik Yunan ve Roma kültürünün sonraları üzerine kurulduğu büyük kültürün temelini herkesten önce atmasıdır…”             Bilindiği gibi zaman zaman, birileri ortaya çıkıp, Türkiye’den toprak talebinde bulunmaktadır. Hatta, Yunanlıların, Megalo-İdea’sında, İstanbul’u almak bile vardır ve bu yüzden, bu büyük kentimize hala Kostantinapol demektedirler. Kazımoğlu, bunlara da şu cevabı vermektedir:             “…Benim halkımı bugün suçlayıp İstanbul’u talep edenlere aykırı olarak bu düşünceye vardım ki, o zaman biz de Roma’yı talep etmeliyiz ve bu meselede hristiyanlar kendilerini haklı sayıyorsa biz de kendimizi haklı saymalıyız.             …bizim hayranlıkla okuduğumuz Yunan ve Roma kültürü atalarımızın yarattığı kültür üzerinde durmaktadır. Şunu da aklımıza sokmadık ki, bugüne kadar bize akıl öğretmeye kalkanlara bir zaman bizim ulu atalarımız akıl öğretmiştir ve o zaman biz Türkler dünyada herkesten önde olmuşuz, büyük işler yapmışız.             …Biz tarihi yaratıp yaşatanların torunlarıyız. Biz sefalet uykusundan uyanıp büyüklüğümüzü kavramalıyız, yüceliğimize inanmalıyız ve inandırmalıyız. Dedelerimiz gibi büyük, yüce olmanın yolunu bulup onu takip etmeliyiz…”                              Böyle bir Milletin, son yıllarda ne durumlara düşürülmüş olduğunu, içimiz sızlayarak izliyoruz. Avrupa’daki kıytırık devletler, Türkiye’yi yönlendirip, yönetme arzusu içindedirler! Ne yazık ki, Türkiye’den de böylelerine çanak tutulmakta, Yüce Milletimiz aşağılanmaktadır. Oysa ki, Kazımoğlu’nun dediği gibi;             “…İtalya’da Latinler’den önce her alanda kültür meydana getirenler Etrüskler olmuştur. Öyle ki, bugün İtalya’nın dini de, dili de, hukuku da, alfabesi de, edebiyatı da, adet, gelenek ve görenekleri de, devlet kuruluşu da, politikası da; yani İtalyan milletinin dayandığı, onun var olmasını sağlayan her ne varsa, hepsi şu veya bu şekilde  eski Etrüskler, Tursakalar ve Proto-Türkler’le bağlantılıdır.             …Helenizme, yani antik devre kadar Yunanlılar’la, Latinler’in yaşadığı bu arazide bir kültür meydana getiren kavim, Türk kavimleridir. Peki, bu Türk kavimleri bu topraklara ne zaman ve nasıl geldiler? Onların oluşturdukları bu büyük kültürü Yunanlı’lar ve Latin’ler nasıl inkar edebiliyor? Etrüskler, Tursakalar ve Proto-Türkler adıyla anılan bu topluluklar Pelasg, Tur ve Saka kavimlerinden oluşmuş birliklerdir ve aynı soydan gelmektedirler.             …Avrupa’ya dini getiren Etrüskler olmuştur.             …Alfabeyi bulanlar Pelask adlı Türk Kavmidir. Onlar Turlar’dan ve Sakalar’dan önce Yunanistan’a yerleşmiş, uzun yıllar boyu orada yaşamış, Yunanlılar’a hükmetmiş, kültür yaratmış ve daha sonra bir kısmı Balkanlar’da kalarak, bir kısmı Anadolu ve Ege Adalarına, daha büyük bir kısmı ise Yunanistan’dan İtalya’ya göç etmişlerdir.”             Şimdi bu gerçeklerden hareketle biz, Yunanistan ve İtalya topraklarında hak iddia etmeli miyiz? Ya da Yunanlı, benim topraklarım üzerinde hak iddia ettiğinde, biz de tarihi gerçekleri öne sürüp, onlardan toprak talebinde mi bulunmalıyız?...               ROMA Kralları Türk Mü İdiler?             Samir Kazımoğlu’nun verdiği önemli bilgileri okumaya devam edelim:             “…Türk gelenek ve görenekleri çerçevesinde yeni Roma şehri meydana gelmiştir. Roma isminin Romülüs’ten mi, yoksa Romülüs’ün Roma’dan mı türediği belli değildir. Latin tarihçiler ne derlerse desinler, M.Ö.753 ile 509 yılları arasında Roma tahtı üzerinde hüküm sürmüş olan kralların hepsi Etrüsk-Tursaka kavminin bireyleridir…”             Şu çarpıcı bilgileri de lütfen dikkatle okuyunuz:             “…Sakalar, Türkler’in atalarıdır. Şunu da kabul etmek gerekir ki, bugün yaşayan Ukraynalılar, Saka ve İskit kavimlerinin torunlarıdır. Tıpkı Roma’yı kuran Etrüsk ve Tursakalar gibi. İtalyanlar’ın da en az yüzde ellisi Roma’yı kuran o milletin torunlarıdır, şu da kabul edilmelidir ki ünlü Makedonyalı İskender bile İtalya Yarımadasına gelip büyük devletler kuran Belosakalar’ın torunudur.             …Yeryüzünde toprakların yaşanabilir hale geldiği ilk zamanlardan bugüne kadar Kafkasya, Orta Asya, Karadeniz Sahilleri, Anadolu sadece Türkler’in vatanı olmuştur. Türkler buralara hiçbir taraftan göç etmemişlerdir. Aksine buralarda yaratılmışlardır. Avrupalı bilim adamları, Kafkasya’nın en eski sahiplerinin Farslar olmadığını ispat etmişlerdir.”             Onlarca imparatorluklar; devletler, beylikler kuran ecdadımız, hiçbir zaman düşmanlar tarafından mağlup edilememiştir. Büyük bir Türk Devletini, başka bir büyük Türk Devleti ortadan kaldırmıştır! Mesela Göktürk İmparatorluğunun yıkılışını sağlayanlar Uygur Türkleri’dir!... Türk Devletlerinin yok oluşlarının bir başka nedeni ise, içlerine sızan hainlerdir… Nitekim Etrüskler’in de, Tursakalar’ın da İtalyanlar tarafından katledilip tarih sahnesinden silinmelerine neden olan olaylar, içteki hainlerin, düşmanla işbirliği yapmalarıyla başlamıştır… Ne yazık ki bugün de Türkiye’nin iç ve dış düşmanları vardır ve bunlar el-ele vererek, Türkiye’nin altını oymaya çalışmaktadırlar. Bir başka deyişle bugün Ülkemiz, düşmanlar tarafından çepe-çevre kuşatılmış durumdadır. İşin acı tarafı, bu durumu bütün Türk aydınları biliyor ama; elden bir şey gelmiyor olsa gerek; bir şey yapılamıyor. Bu nedenle ben bu yazıma noktayı koymadan evvel, Atam Oğuz Kağan’ın, Türklük Duası’nı sunmak istiyorum:             Ulu Tanrı, Güzel Tanrı, Gök tanrı, Sen Türk’ü Türk Yurtlarını koru!...             Düşman şerrinden sakla! Türk’ü yiğitlikte daim et! Türk’ü erlik davasıyla yaşat! Türk’ü gerçekçi yap! Türk’ün gönlüne her şeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel Türk’lük sevgisini koy! Türk’ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar! Törelerini canları gibi saklat! Türk’e zevk ve rahat verme! Bilakis zahmete alıştır! Zahmetle yürekleri bedenleri demir olsun! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin! Türk’ü faal, cevval edersin. Türk’e değişmez bir seciye ver! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün!             Ulu Tanrı, Milli kuvvet, namus, ahlak, azim, sebat, ideal, Türkçülük ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; Türk’e bunları ver! Türk’ten hırsız, namussuz türerse hemen kahret! Türk’e benlik, hem de yüksek bir benlik ver! Türk nefsine itimat sahibi olsun! Türk’ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat! Hissiyatına kapılıp öfke ile ayaklanmasın! Birden barut gibi parlamasın! Daima soğukkanlı olsun! Türk’ü her milletten cesur yarat! Öç almayı Türk asla unutmasın!             Ulu Tanrı, namussuz bir tek Türk yaratacağına, dünyayı yık daha iyi! Ne kadar korkak Türk varsa hepsini helak et! Türk her şeyi mukayese etsin! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu! Sabırlı, derde dayanıklı olsun! İradesi çelik gibi olsun! Dönek Türk yaratma! Türkleri maymun iştahlı yapma! Türk daima ihtiyatla adım atsın! Kimsenin tatlı diline inanmasın! Kimseye emniyet olmasın! Çalışma zekadan üstün bir kıymet olduğundan, Tanrı, sen Türk’ü çalışkan et! Türk’ün ömrü çalışma ile geçsin! Ona daima çalışma aşkı ver! Hele elbirliği ile çalışmayı adet etsin! Türk’e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca Türk’ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan Türkleri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! Tanrı, Türk’ler isen kendi elinle birleştir ve her şeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! Türk’ü töresine sadık kıl.  Türk budunu:  Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!             Ulu Tanrı, Türk Milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlerine sok!             Güzel Tanrı, sana hepsinden çok yalvardığım şudur: Türk’ü dalkavukluktan kurtar! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru! Türk’e kötü para hırsı verme! Dalkavukları yok et!             Aman Tanrı, Türk aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! Türk toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen Türk’e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! Türk Yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!             Acunu Yaratan Yüce Tanrı, Türk’e insaniyetten evvel Türk Milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. Tanrı, Türk’e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti Türk Yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetin Türklük aşısı olduğunu Türk’e öğret!             Tanrı, Türkçe konuşulan, Türk’e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar Türk’ün hükmü altında bırak!             Oğuz Kağan’ın bu büyük duasından sonra bana, bize, hepimize amin demek düşüyor…   
Ekleme Tarihi: 14 Ekim 2023 - Cumartesi

ETRÜSKLER

            Tarih kitaplarımızda, Türklerin Anadolu’ya 1071’de Alparslan’la birlikte geldiklerini ve Anayurdumuzun Orta Asya olduğunu okuduk ve öyle şartlandırıldık. Oysa, Türkler, 1071’den çok önceleri Anadolu’ya gelmişlerdir ve Anayurdumuz da Orta Asya değil, Avrasya’dır. Dolayısıyla, Türk Tarihi, Türk tarihçileri tarafından ve yeniden yazılmalıdır.

             Mesela, Etrüskler’in Türk kökenli, ya da soydaşımız olduğunu kaç kişi bilir? O Etrüskler ki, Anadolu’dan Avrupa’ya geçmişler; uzun yıllar uygarca yaşadıkları bu Kıt’ada yeni uygarlıklar yaratmışlar ve o arada Roma’yı kurmuşlardır. Evet, Roma’yı kuranlar, Etrüskler, yani soydaşlarımızdır. Asya’dan Avrupa’ya geçen Proto-Türk topluluğu sadece Etrüskler değildir; Tursakalar, Sakalar, Belosakalar ve İskit vb. toplulukları da, özellikle Yunan ve İtalyan Yarımadalarında hüküm sürmüşlerdir. Etrüskler Roma’yı kurarlarken, Tursakalar da onlarla birlikte hareket etmişlerdir.

            Şükürler olsun ki, artık, dünya çapında tarih bilginlerimiz var. Mesela Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Sümer tabletlerini okumaya devam ediyor ve O’nun da katkılarıyla Sümerler’in Türklüğü ispatlanmış olup, başka bir yazımızda bu konuya değineceğiz. Değerli bilgin Adile Ayda, yıllarca Etrüskler’in Türklüğü; Saffet Engin ise Proto-Hititler’in Türklüğü üzerine çalışmalar yaptılar; kitaplar ve makaleler yayımladılar.  Ünlü Araştırmacı-Tarihçi Kazım Mirşan’ın bulguları, Proto-Türkler’in Cihan Tarihindeki yerini ve önemini gözler önüne sermektedir.

Mirşan, “Anadolu 1071 Malazgirt Zaferinden önce de Türkler’le dolu idi. Türkler’in Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya gelmeleri, yabancı toprakların işgali değil, eski yurtlarına geri dönüştür. Çünkü Anadolu, her çağda Türkler’in yurdu olmuştur. En eski çağlardan beri Türkler, Anadolu’da yaşamışlardır.” demekte, iddialarını daha da ileriye götürerek, batı alfabesinin Türkler tarafından oluşturulduğunu ve yayıldığını söylemektedir. O’nun bu husustaki tezini dikkatle okumak gerek:

 

            Latin ve Kiril Harflerini Türkler Buldu

            “Kuzey İspanya’daki Altamira Mağarası’ndan, Sibirya’daki Lena Irmağı’na, Güney’de Issık Göl’e ve Güney Anadolu’ya kadar olan Avrasya’da, Buzul Çağından itibaren yazılmaya başlanan pek çok yazıt bulunmuştur. Bunlardan, Kuzey İspanya’daki La Passiega Mağarası’ndaki yazıt, 14000 yıl öncesine ait. Bu yazıtların hepsinin dili Proto-Türkçe’dir. Sümerler ise yazı yazmaya M.Ö.3200 yıllarında başlamışlardır. Batı alfabelerinin kaynağı olarak kabul edilen Proto-Sami (Fenike) yazısının ise, Proto-Türkçe bir yazı olan Side Alfabesinden, Mısır hiyerogliflerinin de Güneydoğu Anadolu yazıtlarından kaynaklandığı görülüyor. Buna göre alfabetik yazının Proto-Türkler tarafından başlatılmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir Türk boyu olan Etrüskler’in kullandıkları alfabeden Latin alfabesinin ve Türkçe konuşan Proto-Bulgarlar’ın alfabesinden de bugünkü Kiril alfabesinin doğduğu görülüyor. Buna göre şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Alfabetik yazıyı başlatanlar ve bugün Avrupa’da kullanılan bütün alfabeleri teşkil edenler Proto-Türkler’dir.”        

            Bu alıntıyı yaptıktan sonra, Yüceler Yücesi Mustafa Kemal Atatürk’ün, bugünkü Türkiye toprakları için söylediği şu sözlerin de okunması gerektiğine inanıyorum:

            “Bu Memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna medeniyetin yüksek tecellisine şahit oldu. Bu sahne en az 7 bin yıllık bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk, tabiatın,  şimşeklerinden, yıldırımlarından, evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası sandı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu! Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”

            Ne yazık ki, çocuklarımız ve gençlerimiz küreselleşme ağının içine düşerek; özlerini unutur hale gelmişlerdir. Ne tarihimizin ve ne de kültürümüzün zenginliği onları ilgilendirmektedir! Atatürk, “Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır demişti. Ama bugün öyle bir noktaya gelindi ki; insanımızın Türk kimliği sorgulanmakta; hatta Türk kisvesi üzerinden çıkarılmak istenmektedir. Kimileri  artık Türklüğü bir yana bırakıp  Avrupalı olmamızı istiyor!... Kimileri de Arap gibi giyinmemizi, Türkçeyi bırakıp Arapça konuşmamızı, Lâtin alfabesini terk edip, Arap alfabesiyle eğitilmemizi istemektedir!...

 

            YİRMİ YILLIK ÇALIŞMA

            Bir Azerbaycan Türk’ü olan Prof. Dr. Samir Kazımoğlu, 20 yıl süreyle Etrüskler’le ilgili araştırma çalışması yapmıştı. Amacı bilimsel bir eser ortaya koymaktı; zira elde ettiği bilgiler ve belgeler yeterliydi. Fakat bilim adamları yapılan çalışmayı, yeterli düzeyde bilimsel bulmamış, ama ilginç olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine O, belgelerle desteklediği bir roman kaleme almış; roman içerisinde yer yer, belgelerin orijinal metinlerine yer vermişti. Ben bu eseri iki kez altını çizerek okudum. Altını çizdiğim bölümlerden alıntılar yaparak, okurlarımızı da aydınlatacağım.

Ama önce Samir Kazımoğlu’nun eserine önsöz yazmış olan, Prof. Dr. Mustafa Kafalı’nın, Etrüskler’le ilgili düşüncelerini sunmakta yarar görmekteyim:

            “…Anadolu’dan İtalya’ya göçen Etrüskler’in Roma’dan önce meydana getirdikleri medeni gelişmenin daha sonra büyüyen Roma’ya nasıl zemin olduğu romanda işlenmiştir. Romanın adı olan Katliam, İtalya’da medeniyeti ilk defa geliştiren Etrüskler’in bir katliam ile sona eren hayatlarının tek kelime ile ifade edilişinden mülhemdir. Zira İtalya’da siyasi hakimiyetin Etrüskler’den Romalı’lara geçişi, ancak böyle bir isimlendirme, yani katliam kelimesiyle ifade edilebilirdi. Samir Kazımoğlu romanını işlerken Türk Milletine, yani öz kimliğine son derece bağlı duygularla doludur. Dolayısıyla Etrüsk kültürü ve geliştirdikleri medeni müesseseler, onun muhayyilesinde idealize edilmiştir. Etrüsk önderleri ve toplumu, kötülükleri bilmeyecek derecede dürüstlük yapısında mevcut olan eski Grek kültür çevrelerinin, Etrüsk üstün hakimiyet yapısına karşı nasıl ihanet içinde olduklarını güzel bir şekilde canlandırmıştır. Bu ölçüde düşünüldüğü takdirde ihanetin, doğruluğa ve güzelliğe karşı galebesi akla gelebilir. Ancak yazarımızın vermek istediği sonuç bu değildir. Roma’yı yükselten değerler ve müesseselerin hepsinin Etrüskler’e ait olduğu halde onlardan çalınarak alındığı ve buna mukabil Etrüsk adının yeryüzünden kazınarak unutturulmasıdır. Bir diğer husus ise insanların, milletlerin ve devletlerin belirli bir kaderi yaşamalarıdır. Mukadder bir ömür sonunda insanlar gibi milletler ve kurdukları devletler de sona erer. Burada kaderin cilvesine parmak basılmaktadır. Tarihte çoğu zaman önceki gelişmeler bir sonrakine temel olur. Bilhassa aynı siyasi yapı içinde gelişme gösterenlerde durum böyledir. Roma, Etrüsk yapısında şekil ve muhteva kazandığı halde onun adını yer yüzünden silen, inkar eden bir hırsız gibidir…”

 

            BELGELER VE BİLGİLER

            Samir Kazımoğlu, eserinin sunuşunda, ilginç açıklamalar yapmaktadır. Uzun açıklamalardan, bazı çarpıcı cümleleri buraya almakta yarar görmekteyim:

            “…atalarımızın yaptığı en büyük, en şerefli ve en mukaddes iş, M.Ö. üç bininci yılda, yıllarca, aylarca yol alıp İtalya çizmesine yerleşmesi ve Pelasg, Tur, Saka Türk kavimlerinden oluşan Trakinya, Veyi, Roma, Alba gibi krallıklar, şehirler kurması, dünyada ilk defa senatoyu yaratması, Kadastro adlı  ilk kanunu, hukuk kitaplarını oluşturması, tüm dünyanın bugün kullandığı ve Latin Alfabesi dediği alfabeyi yaratması, dini anlayışları, yer-gök tanrılarını, baştanrı mefhumunu ortaya çıkarması ve Antik Yunan ve Roma kültürünün sonraları üzerine kurulduğu büyük kültürün temelini herkesten önce atmasıdır…”

            Bilindiği gibi zaman zaman, birileri ortaya çıkıp, Türkiye’den toprak talebinde bulunmaktadır. Hatta, Yunanlıların, Megalo-İdea’sında, İstanbul’u almak bile vardır ve bu yüzden, bu büyük kentimize hala Kostantinapol demektedirler. Kazımoğlu, bunlara da şu cevabı vermektedir:

            “…Benim halkımı bugün suçlayıp İstanbul’u talep edenlere aykırı olarak bu düşünceye vardım ki, o zaman biz de Roma’yı talep etmeliyiz ve bu meselede hristiyanlar kendilerini haklı sayıyorsa biz de kendimizi haklı saymalıyız.

            …bizim hayranlıkla okuduğumuz Yunan ve Roma kültürü atalarımızın yarattığı kültür üzerinde durmaktadır. Şunu da aklımıza sokmadık ki, bugüne kadar bize akıl öğretmeye kalkanlara bir zaman bizim ulu atalarımız akıl öğretmiştir ve o zaman biz Türkler dünyada herkesten önde olmuşuz, büyük işler yapmışız.

            …Biz tarihi yaratıp yaşatanların torunlarıyız. Biz sefalet uykusundan uyanıp büyüklüğümüzü kavramalıyız, yüceliğimize inanmalıyız ve inandırmalıyız. Dedelerimiz gibi büyük, yüce olmanın yolunu bulup onu takip etmeliyiz…”                 

            Böyle bir Milletin, son yıllarda ne durumlara düşürülmüş olduğunu, içimiz sızlayarak izliyoruz. Avrupa’daki kıytırık devletler, Türkiye’yi yönlendirip, yönetme arzusu içindedirler! Ne yazık ki, Türkiye’den de böylelerine çanak tutulmakta, Yüce Milletimiz aşağılanmaktadır. Oysa ki, Kazımoğlu’nun dediği gibi;

            “…İtalya’da Latinler’den önce her alanda kültür meydana getirenler Etrüskler olmuştur. Öyle ki, bugün İtalya’nın dini de, dili de, hukuku da, alfabesi de, edebiyatı da, adet, gelenek ve görenekleri de, devlet kuruluşu da, politikası da; yani İtalyan milletinin dayandığı, onun var olmasını sağlayan her ne varsa, hepsi şu veya bu şekilde  eski Etrüskler, Tursakalar ve Proto-Türkler’le bağlantılıdır.

            …Helenizme, yani antik devre kadar Yunanlılar’la, Latinler’in yaşadığı bu arazide bir kültür meydana getiren kavim, Türk kavimleridir. Peki, bu Türk kavimleri bu topraklara ne zaman ve nasıl geldiler? Onların oluşturdukları bu büyük kültürü Yunanlı’lar ve Latin’ler nasıl inkar edebiliyor? Etrüskler, Tursakalar ve Proto-Türkler adıyla anılan bu topluluklar Pelasg, Tur ve Saka kavimlerinden oluşmuş birliklerdir ve aynı soydan gelmektedirler.

            …Avrupa’ya dini getiren Etrüskler olmuştur.

            …Alfabeyi bulanlar Pelask adlı Türk Kavmidir. Onlar Turlar’dan ve Sakalar’dan önce Yunanistan’a yerleşmiş, uzun yıllar boyu orada yaşamış, Yunanlılar’a hükmetmiş, kültür yaratmış ve daha sonra bir kısmı Balkanlar’da kalarak, bir kısmı Anadolu ve Ege Adalarına, daha büyük bir kısmı ise Yunanistan’dan İtalya’ya göç etmişlerdir.”

            Şimdi bu gerçeklerden hareketle biz, Yunanistan ve İtalya topraklarında hak iddia etmeli miyiz? Ya da Yunanlı, benim topraklarım üzerinde hak iddia ettiğinde, biz de tarihi gerçekleri öne sürüp, onlardan toprak talebinde mi bulunmalıyız?...

 

            ROMA Kralları Türk Mü İdiler?

            Samir Kazımoğlu’nun verdiği önemli bilgileri okumaya devam edelim:

            “…Türk gelenek ve görenekleri çerçevesinde yeni Roma şehri meydana gelmiştir. Roma isminin Romülüs’ten mi, yoksa Romülüs’ün Roma’dan mı türediği belli değildir. Latin tarihçiler ne derlerse desinler, M.Ö.753 ile 509 yılları arasında Roma tahtı üzerinde hüküm sürmüş olan kralların hepsi Etrüsk-Tursaka kavminin bireyleridir…”

            Şu çarpıcı bilgileri de lütfen dikkatle okuyunuz:

            “…Sakalar, Türkler’in atalarıdır. Şunu da kabul etmek gerekir ki, bugün yaşayan Ukraynalılar, Saka ve İskit kavimlerinin torunlarıdır. Tıpkı Roma’yı kuran Etrüsk ve Tursakalar gibi. İtalyanlar’ın da en az yüzde ellisi Roma’yı kuran o milletin torunlarıdır, şu da kabul edilmelidir ki ünlü Makedonyalı İskender bile İtalya Yarımadasına gelip büyük devletler kuran Belosakalar’ın torunudur.

            …Yeryüzünde toprakların yaşanabilir hale geldiği ilk zamanlardan bugüne kadar Kafkasya, Orta Asya, Karadeniz Sahilleri, Anadolu sadece Türkler’in vatanı olmuştur. Türkler buralara hiçbir taraftan göç etmemişlerdir. Aksine buralarda yaratılmışlardır. Avrupalı bilim adamları, Kafkasya’nın en eski sahiplerinin Farslar olmadığını ispat etmişlerdir.”

            Onlarca imparatorluklar; devletler, beylikler kuran ecdadımız, hiçbir zaman düşmanlar tarafından mağlup edilememiştir. Büyük bir Türk Devletini, başka bir büyük Türk Devleti ortadan kaldırmıştır! Mesela Göktürk İmparatorluğunun yıkılışını sağlayanlar Uygur Türkleri’dir!... Türk Devletlerinin yok oluşlarının bir başka nedeni ise, içlerine sızan hainlerdir… Nitekim Etrüskler’in de, Tursakalar’ın da İtalyanlar tarafından katledilip tarih sahnesinden silinmelerine neden olan olaylar, içteki hainlerin, düşmanla işbirliği yapmalarıyla başlamıştır… Ne yazık ki bugün de Türkiye’nin iç ve dış düşmanları vardır ve bunlar el-ele vererek, Türkiye’nin altını oymaya çalışmaktadırlar. Bir başka deyişle bugün Ülkemiz, düşmanlar tarafından çepe-çevre kuşatılmış durumdadır. İşin acı tarafı, bu durumu bütün Türk aydınları biliyor ama; elden bir şey gelmiyor olsa gerek; bir şey yapılamıyor.

Bu nedenle ben bu yazıma noktayı koymadan evvel, Atam Oğuz Kağan’ın, Türklük Duası’nı sunmak istiyorum:

            Ulu Tanrı, Güzel Tanrı, Gök tanrı, Sen Türk’ü Türk Yurtlarını koru!...

            Düşman şerrinden sakla! Türk’ü yiğitlikte daim et! Türk’ü erlik davasıyla yaşat! Türk’ü gerçekçi yap! Türk’ün gönlüne her şeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel Türk’lük sevgisini koy! Türk’ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar! Törelerini canları gibi saklat! Türk’e zevk ve rahat verme! Bilakis zahmete alıştır! Zahmetle yürekleri bedenleri demir olsun! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin! Türk’ü faal, cevval edersin. Türk’e değişmez bir seciye ver! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün!

            Ulu Tanrı, Milli kuvvet, namus, ahlak, azim, sebat, ideal, Türkçülük ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; Türk’e bunları ver! Türk’ten hırsız, namussuz türerse hemen kahret! Türk’e benlik, hem de yüksek bir benlik ver! Türk nefsine itimat sahibi olsun! Türk’ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat! Hissiyatına kapılıp öfke ile ayaklanmasın! Birden barut gibi parlamasın! Daima soğukkanlı olsun! Türk’ü her milletten cesur yarat! Öç almayı Türk asla unutmasın!

            Ulu Tanrı, namussuz bir tek Türk yaratacağına, dünyayı yık daha iyi! Ne kadar korkak Türk varsa hepsini helak et! Türk her şeyi mukayese etsin! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu! Sabırlı, derde dayanıklı olsun! İradesi çelik gibi olsun! Dönek Türk yaratma! Türkleri maymun iştahlı yapma! Türk daima ihtiyatla adım atsın! Kimsenin tatlı diline inanmasın! Kimseye emniyet olmasın! Çalışma zekadan üstün bir kıymet olduğundan, Tanrı, sen Türk’ü çalışkan et! Türk’ün ömrü çalışma ile geçsin! Ona daima çalışma aşkı ver! Hele elbirliği ile çalışmayı adet etsin! Türk’e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca Türk’ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan Türkleri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! Tanrı, Türk’ler isen kendi elinle birleştir ve her şeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! Türk’ü töresine sadık kıl.  Türk budunu:  Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!

            Ulu Tanrı, Türk Milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlerine sok!

            Güzel Tanrı, sana hepsinden çok yalvardığım şudur: Türk’ü dalkavukluktan kurtar! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru! Türk’e kötü para hırsı verme! Dalkavukları yok et!

            Aman Tanrı, Türk aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! Türk toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen Türk’e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! Türk Yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!

            Acunu Yaratan Yüce Tanrı, Türk’e insaniyetten evvel Türk Milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. Tanrı, Türk’e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti Türk Yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetin Türklük aşısı olduğunu Türk’e öğret!

            Tanrı, Türkçe konuşulan, Türk’e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar Türk’ün hükmü altında bırak!

            Oğuz Kağan’ın bu büyük duasından sonra bana, bize, hepimize amin demek düşüyor…   

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.