[simple-author-box]
Karlı, puslu bir Ankara günüydü. Tarih, 31 Aralık 1995. Bahçeli, dubleks bir evimiz vardı. Yılbaşı gecesi meslektaşlarım Hulki ve Adnanlar bize geleceklerdi. Mangal yakacaktım. Yeni yıla sucuk ekmek yiyerek girecektik. İkizlerimin dokuzuncu doğum gününü iki gün önce kutlamıştık. 31 Aralık günü işten erken ayrılmayı planlıyordum. Öyle de oldu. Üstelik planladığım saatten daha erken ayrılmak zorunda kaldım.
İş yerinde yılbaşı öncesinin telaşından eser yoktu. Haber trafiği rutindi. Saat 13.00 sıralarında İstanbul’dan gelen kargodan çıkan ve üzerinde adımın yazılı olduğu zarfı, bir idari personel imza karşılığı teslim edip gitti. Zarfı açtım. İnsan Kaynakları’ndan geliyordu. Bir solukta okudum ve ilk okuyuşta ezberledim. Bugün bile ezberimde.
“Sayın Ahmet Tek,
Birlikte çalıştığımız uzun yıllar için size teşekkür ederiz. İş akdiniz 31 Aralık tarihi itibariyle feshedilmiştir. Kıdem tazminatı ve parasal haklarınızla ilgili olarak Mali ve İdari İşler Müdürlüğü sizinle irtibat kuracaktır. Bundan sonraki iş yaşamınızda başarılar dileriz.” yazıyordu.
Masadaki kişisel eşyalarımı toplamak yarım saat bile sürmedi. İş yerinden ayrıldım, eve gittim.
Karım ev kadınıydı. Kapıyı açtı, hoş geldin dedikten sonra mutfağa geçti. Akşam için hazırlık yapıyordu. Erken gelişime şaşırmıştı. Ne olduğunu sordu, zarftan söz etmedim. İşten kovulduğumu söylemek için uygun bir vakit bekledim. Nasıl olacaksa?
Bahçeye çıktım, mangalı, kömürü, çırayı hazırladım. Oturacağımız yeri, masa ve sandalyeleri düzenledim. Akşam olmak üzereydi. Bir iki saate kalmaz, konuklar gelmiş olurdu.
Karım mutfakta hummalı bir şekilde çalışıyordu. Yanı başında durdum, işten kovulduğumu söyledim. Ellerimi tuttu, başını boynuma dayadı, “Hayırlısı olsun” dedi. Gözlerinden iki damla yaş düştü. O ağlamasını bastırmaya çalışırken, “Çocuklar duymasın. Yeni yıla üzgün girmesinler” dedim.
Oğlum yirmi yıl sonra, “Baba, o gün annemle konuştuklarınızı duymuştum. ‘İşten kovuldum’ dediğinde öyle kötü oldum ki. Odama gittim. Kardeşim neşeli neşeli oyuncaklarıyla oynuyordu. Ona, senin işten kovulduğunu söylemedim. O yılbaşı sabaha kadar uyuyamadım. Senin bundan sonra ne yapacağını düşünüp durdum” itirafında bulunacaktı.
Misafirler geldi, mangal yaktım. Kar yağdı. Adoş amcaları çocukları Atakule’ye götürdü. On altı yıllık Hürriyet hayatım, bir yılbaşında bitmişti.
Patron Aydın Doğan’dı. O bir tüccardı. Hürriyet’i bir yıl önce Erol Simavi’den satın almıştı. İşten atılma kararım Aydın Doğan’ın damadı tarafından verilmişti. Damat, kayınpederine daha çok para kazandırmak istiyordu. Bunun ilk adımı, çalışan sayısının azaltılmasıydı.
O yılbaşını artık patronum olmayan Aydın Doğan, onun işinin takipçisi damadı, işini kaybetmeyen Hürriyet çalışanları, meslektaşlarım dahil, milyonlarca insan kutladı.
Yılbaşı, Ankara Batıkent’teki evime de geldi. Konuklarla hem güzel hem buruk bir yeni yıla merhaba dedik.
Kırk yaşıma girecektim. İlk iş yerim Hürriyet olmuştu. Buradan ayrılışım, bir zarftan çıkan birkaç satırlık yazıyla oldu. Hayat bitmiyor. İnsan, bir başka toprakta bir fidandan daha çabuk kök salıyor. Kuruyup gitmek ne demek, daha hızlı büyüyor.
Ankara yeni yıla bembeyaz kar altında girdi. 1 Ocak 1996 sabahı bahçeye çıktım. Avuçlarımda çayın sıcaklığı, derin derin nefes aldım.
Çay bardağını yere koydum. Ellerimi kara daldırdım. İçi karla dolan avuçlarımda hala çayın sıcaklığı vardı. Yumuşayıp eriyen karı sıktım, sıktım, sıktım. Yere düşen damlalara baktım. Kar, artık su olmuştu. Olması gereken olmuştu.
“Bir kapı kapanır, yeni bir kapı açılır. Kar altındaki bahçe gibi bembeyaz bir sayfa açılacak hayatımızda” sözleri geçti içimden.
Yeni sayfalar açıldı hayatımızda. Bembeyaz değildi ama lekesizdi.