[simple-author-box]
“BİZİM YUNUS”UN ODUNLARI “Odun Bile Olsa Eğrisine El Sürme”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir genelge yayımlayarak 2021’in ‘Bizim Yunus’ ve ‘Türk Dili’ yılı olarak değerlendirileceğini duyurdu.
Bugüne kadar Yunus Emre’ye ait resmî kutlamaların adresi Eskişehir olmuştur. UNESCO’nun, 2021’i Yunus Emre Anma Yılı ilan etme kararından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı bu kutlamalar için merkez üssü olarak Eskişehir’i seçmişti.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genelgesi işin boyutunu değiştirdi. Kültürel çoraklığa ve toplumsal gerilime karşı bir umut proje olarak “Bizim Yunus” müjdesi geldi. Türkiye’nin her ili “Bizim Yunus” için adeta seferberlik ilan etti.
Projenin mimarlarını tebrik ediyorum. Ülkenin “YOZ” gündeminden “Bizim Yunus”a sıra gelecek mi, bilmiyorum. Ankara’da konuya ilişkin çalışmalar hakkında bir haber de göremedim.
“Bizim Yunus” genelgesi bana Yunus Emre’nin dergâha odun taşıdığı gençlik günlerine ait rivayeti hatırlattı. Derviş Yunus’un “Buraya odunun bile eğrisi girmedi” ya da “Bu kapıya eğri odun yakışmaz” dediği sözler...
Yunus Emre’nin doğruluğa ve dürüstlüğe gönderme yapması, her şeyin düzgününe gönül vermesi herkesi bağlayan etik değerler bütünü olarak görülmelidir.
Doğruluk ve dürüstlük, inanç sistemlerinin öncelikli ilkesidir. İslâm dininin de temelidir. Kur'ân-ı Kerim'de: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" (Hûd Suresi, 112. Ayet) buyruğu vardır.
Yunus Emre’nin, odunun bile eğrisine el sürmemesi, bugünkü moda deyişle, metafordur. Zannetmeyin ki Derviş Yunus elinde balta, düzgün dal toplamak için ağaç deviren bir vandal!
Yunus Emre, “Lâ Şerikten Okursun” şiirinde der ki:
“Dîn ü îmân bünyâdı doğrulukla gerçeklik, Ol tamâm olmayıcak ne ile dîn çatarsın?"
Yani “Din ve imanın temeli doğruluk ve dürüstlüktür. Bu temel, ‘doğruluk ve dürüstlük’ olmadan nasıl din ve inanç bina edersin?” diyor.
Çağdaş eğitimciler, kişisel gelişimciler, yöneticiler, insan kardeşlerim! Duydunuz mu? İnsanın da, dinin de ölçüsü doğrulukmuş, dosdoğru olmakmış. İşte evrensel ilke. “Hangi işi yaparsan yap, nereye gidersen git. İşini de güzergâhını da kendin seç. Ama dosdoğru ol.”
“Bizim Yunus” yılı için “Dosdoğruyuz! Çünkü Yunus’un Torunlarıyız” sloganını öneriyorum.
Her esnaf bu sloganı işyerinin en görünür yerine yapıştırsın. Okullar, fabrikalar başta olmak üzere her kurumun girişine pankartlar asılsın. Herkes sloganın içeriğine uymaya söz versin ve gereğini yapsın.
Böylece kimse hileli mal ve hizmet üretmeyecek, ayıplı ürün satmayacak, kimseye kazık atmayacaktır. Dolayısıyla kimse hileli mal ve hizmet, ayıplı ürün almayacak, kimse kazık yemeyecektir. Kimse bir başkasına eliyle, diliyle, gönlüyle kötülük yapma peşinde olmayacaktır.
Dosdoğru olmak; işini iyi yapmak, liyakatli olmak, güven vermek, güven duymaktır. Aşırı gitmemektir. Ölçülü ve dengeli olmaktır. Sağduyulu, hoşgörülü davranmaktır. Ayrımcılıktan kaçınmaktır. Kalp kırmamak, iyilikten yana olmaktır.
Yine Yunus’un bir başka şiirinde söylediği, “Eğriliğin koyasın, doğru yola gelesin. Kibri kîni çıkargıl erden nasip alasın”dır.
Marka şehir peşinde koşan dostlar! Dosdoğru şehir olarak tanınmak o kenti dünya markası yapmaz mı? Elbette yapar. Öncü şehir yapar. İmrenilen şehir yapar. Güvenilir şehir yapar. Nasıl ‘Sakin Şehirler’ günümüzün markaları olarak öne çıkmışsa ‘Dosdoğru Şehirler” neden hayata geçirilmesin?
Böyle bir projeye hükümet destek verir, saygın şirketler destek verir. Avrupa Birliği’ne model proje olarak bile sunulabilir.
Biliyorum, zaten hepimiz doğruyuz. Bizde eğrilik, yamukluk, hile, hurda yok. Ben ‘doğru’ değil, ‘dosdoğru’ olmaya niyet edelim ve slogan olarak ‘dosdoğru’yu seçelim, diyorum.
Bir şehri marka yapmaktan kastım, şehrin sakinlerinin marka olmasıdır. Marka, iyi ve güzel özelliklerle başkalarından farklı olmaktır. Özenilecek durumda olanın, kalitenin simgesidir, marka. İnsanı “marka” olan şehir, dünyanın kalbi olur. O şehir hayat verir, o şehir hayatı güzelleştirir.
Dergâhı, bargâhı, çarşısı, pazarı, meclisi, meydanı dosdoğru insanlarla, marka insanlarla cıvıl cıvıl bir şehir düşü kurmak ve bu düşün peşine düşmek mümkün değil mi?
“Bizim Yunus”a sahip çıkmak, Yunus Emre’nin sözlerine, inancına ilkelerine bağlı olmaktır.
Bakın “Bizim Yunus” ne demiş:
“Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım. Sevelim, sevilelim, Dünya kimseye kalmaz.
Ben gelmedim dâvi için, Benim işim sevi için. Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim.
Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi, Elin, yüzün yumaz değil.
Söz ola, kese savaşı, Söz ola kestire başı. Söz ola, ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz.
İlim, ilim bilmektir, İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmesin, Ya nice okumaktır.
Okumaktan mânâ ne? Kişi Hakk’ı bilmektir. Çün okudun bilmezsin, Ha bir kuru emektir.”
Tanış olmayı, işi kolay kılmayı bilmeden nasıl sevip sevileceğiz? Yunus “Ben gelmedim dâvi için” diyor. “Ben kavgaya, düşmanlığa, atışmaya, çekişmeye, çekiştirmeye, büyüklenmeye, kibirlenmeye, ayırıp bölmeye gelmedim” demek istiyor.
Marka insan olmak, kendini bilmektir, erdemli ve dosdoğru yaşayıp, mezara insan olarak girmektir. Yunus Emre’nin, “Bu dergâhın kapısından eğri odun girmemiştir” sözündeki odun, ağacın odunu değil, insanın eğri olanı için bir benzetmedir.