Bizim kuşak ‘yemek yedik’ demeden büyüdü. Çünkü biz bu cümleyi ‘ekmek yedik’ diye söylerdik. Mecazi anlamı kadar gerçekliği de vardı. Yemekten çok ekmek tüketirdik. Her yiyecek, ekmeğe katıktı. Ekmeksiz tüketecek kadar bol katığımız olmadı. Başkalarının varsa da bizde yoktu.
“Ekmeksiz ye, ekmeksiz” sözü bu toprakların cömertlik nişanelerindendi, ikramın en zarif haliydi. “Ekmeksiz ye” komutu, günümüzde herkesin doktor edasıyla birbirine söylediği “ekmeği azalt” önerisi gibi obezite korkusundan değil, ikramda cömertliktendi.
Ekmekle Korkutmayın
Ekmekle doyan, sofraya “ekmek yiyeceğiz” diye oturan bir kuşak bugün ‘ekmekten uzak dur’ uyarısıyla korkutuluyor. Sağlıklı beslenmek isteyenler ekmekten uzak kalamıyor ama kendini kısıtlıyor, bir iki dilimle yetiniyor.
Buğdaya gelirsek... Bir çiftçi çocuğuyum. Buğday ekerdik. Başağın, yeni hasat edilmiş buğdayın ve değirmenden yeni gelmiş unun kokusunu hâlâ özlerim.
Özlü buğday seçilir, un bu buğdaydan öğütülürdü. Buğdayın kalitesinden anlayan bir baba ve unu nasıl değerlendireceğini bilen bir annenin çocuğu olarak ekmeğe hürmette kusur etmedim, onu nimet bildim. Yağmur rahmetse, ekmek nimetti. Nimetin tadını ve kıymetini bilen kuşaktan olduk çok şükür.
Değirmenin de yabancısı değilim. Keskiyle değirmen taşına şekil verdiğim çocukluk anılarım bile var. Mahallemizde un ve bulgur değirmeni vardı. Değirmene girince üstümüze kar gibi un yağardı. Kim daha ihtiyar oldu oyunu oynardık. Büyüklerimiz tecrübeli ve görmüş geçirmiş olduklarını belirtmek için “Saçı sakalı değirmende ağartmadık” derdi. Bulgur öğütülürken de kepek savurup, ikram edilen taze bulguru keyifle yerdik.
Ekmek ve bulgur damak tadımın tahtını terk etmedi. Ekmek ve bulgur, buğdayın soframıza konuk olarak geldiği biçimi… Buğdayımızın kıymetini bilelim. Bilelim ki ekmekler bozulmasın.
*
Osmaniye Ozanlar, Şairler ve Yazarlar Derneği bu yıl 25. şiir yarışmasını yapmış. Yarışmanın konusu: Ekmek. Yarışmaya 150 eser gönderilmiş. Şair İbrahim Şaşma “Ekmeğin Lisanıyla' isimli eseriyle birincilik kazanmış. Şiirin bir bölümü şöyle:
Ben zeytinin Kerem’i, sofralarda Aslı’yım.
Kimliğinde insanın, öze inme faslıyım.
Garibin yoldaşıyım, azığında hazırım.
Ben İlyas’ım bilene, anlayana Hızır’ım.
Bölündükçe büyürüm, ben cihana yeterim.
Sabahın seherinde, burcu burcu tüterim.
Bir ana dokunuşu, pişir beni ey tandır!
Kıymetimi bil âdem, ne de beni utandır.
Ben canlara adandım, canlar için yanmışım.
Can beni baş üstünde, tutacaktı sanmışım.
Ayak altında kaldım, üstüme de basıldı.
Şu benim Mansur gönlüm, darda kaç kez asıldı.
Şikâyetim var benim, sırt döndüğü o demden
Ben hesap soracağım, mahşer günü âdemden.”
Şiir Varsa Film de Olmalı
“Biz ekmek istiyoruz
Ama gül de istiyoruz..."
Bu sözleri beyaz perdeye aktaran Ken Loach’ın 2000 yılı yapımı ‘Ekmek ve Güller’ filmi, bir şiirden esinlenilmiştir.
Amerikalı şair ve yazar James Oppenheim'ın Aralık 1911’de dokuma işçilerinin grevi sırasında bazı genç kızların taşıdığı dövizde yazılı "we want bread, and roses too!" sloganından yola çıkarak yazdığı "bread and roses" şiiri meşhurdur. Şiirdeki ekmek, iş, kazanç karşılığı kullanılmıştır. Şiirin dizesi şöyle:
“Bedenler gibi kalpler de açlıktan ölür; bize ekmek ver, ama bize gül de ver!”
Semih Kaplanoğlu ve Leyla İpekçi adının yer almadığı, onların bol ödüllü filmi Buğday’ın ihmâl edildiği bir buğday yazısı eksiktir. Buğday filminin gitmediği ülke, ödül almadığı yarışma kalmadı. Altın Koza, Tokyo, Saraybosna, Altın Lale, Film-Yön aldığı ödüllerden bazılarıdır. Buğday, kültürün ilk ürünüdür. Sanatın her dalıyla öz kardeştir.
*
Not: Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı Cihan Kolivar, katıldığı bir canlı yayında “Ekmek aptal toplumların temel gıda maddesidir. Bizim toplum ekmek ile doyduğu için başında 20 senedir böyle yöneticiler duruyor" demiş. Kolivar gözaltına alınmış. Cümleyi okudum, hakaret üstüne hakaret… Ekmeğe, ekmek yiyene ve iktidara. Lütfen ekmeğimizi ellemeyin, ekmeğimizle oynamayın. Pasta mı yiyelim?