Ahmet Kaya’nın “Bir Veda Havası” şarkısında “hoşça kal iki gözüm” diye seslendirdiği dizenin, gün gelip yakama yapışacağını düşünmüş değildim. Hayat her anıyla sınav; çalışmadığın, atladığın yerlerden seçilmiş kazık sorularla çıkar karşına. Benim için böyle oldu. Gözlerim pes etti, az daha farkına varmasam, hoşça kal diyeceklermiş.
İyi ki doktorlar var. Her fırsatta arkalarından atıp tuttuğumuz, zorbalık yaptığımız, darp ettiğimiz, vurup öldürdüğümüz doktorlar…
Eğitime, emeğe, tecrübeye, mesleğe, yetkinliğe önem verilmeyen günleri yaşıyoruz. İnsanlık vasfı kazanmadan başıboş şekilde ortalıkta dolaşan, saygı, nezaket, edep, hürmet bilmeyen, eğitimden ve görgüden nasibini almamış bir yığın, bir kütle söz konusu. Bunlar her parçası dört yana dağılmış, patlamaya hazır, tahrip gücü yüksek şarapnel veya düzenek misali. Az da değiller.
osyal medyadan ve sosyal medyanın içeriklerinden beslenen bu şarapnel parçaları, muhakeme ve mukayese yoksunu oldukları için meslek mensuplarını, uzmanları, eğitimlileri kendileriyle eşit görüyor. Daha fenası onların kendilerine hizmet etmekle görevlendirilmiş olduklarına inanıyorlar.
O yığının her bir düzeneği, kendisini her şeye lâyık ve her şeyde hakkı olduğunu sanıyor. Onlar içgüdüleriyle hareket ediyorlar; İzinsiz, kuralsız, istedikleri yere girip ihtiyaçlarının karşılanmasını bekliyorlar. Değerini bilmedikleri meslekler arasında ilk sırada doktorlar yer alıyor.
Sağlık açısından çok şanslıyım. Doktorlar açısından daha çok şanslıyım. Bugüne kadar hangi doktorun kapısını çalmışsam o doktorun yanından hoşnut çıktım. Gerginlik yaşadığımı hatırlamıyorum.
Şükürler olsun, bu yaşıma kadar ciddi bir rahatsızlığım olmadı. Bir süredir gözlüklerime rağmen, hem yakın hem uzak sorunu yaşayan biri olarak, görme kaybı yaşadığımı fark ettim. Gözlerimden sıkıntım arttı. Belki 50 yıldır, günün en az 10 saatini okuyup yazmaya ayıran biri olarak gözlerimdeki sorun yaşamımı olumsuz etkiledi. Okurken sıkıntı çekmeye başladım.
Doktora gittim. Karşıma hünerli, birikimli, nezaketli bir doktor çıktı. Ameliyat olmam gerekiyormuş. Oldum ve fırsat bu fırsat diyerek gözlerime çok fonksiyonlu lensler taktırdım. 50 yıllık gözlüklerime veda ettim. Yeşili daha yeşil, maviyi daha mavi görmeye başladım. Renkler daha bir renklendi. İpliği iğne deliğinden geçirecek hale geldim. Beni terk edip gitmelerinden korktuğum gözlerim yenilendi.
Allah bize öyle bir emanet vermiş ki, buna kısaca vücut veya beden diyoruz. Vücut Arapça kökenli olup, “varoluş, mevcudiyet” demektir. Yine Arapça kökenli “beden” sözcüğü vücutla eş anlamlıdır.
Bizi dünyalı yapan, dünyada bir iş yapmamızı sağlayan bedenimiz. Bedenimiz bazen arıza veriyor ve bazı organları işlevlerini yapamaz hale geliyor. Kullanım kusurumuzdan mı yoksa genetik mirasımızdan mı bilinmez; adına ister hastalık ister bozulma diyelim, bedenimizin tökezlediği de oluyor.
Ameliyat sonrası gözlerim 15’li yaşlarıma döndü. Organ tamirinde büyük aşama. Artık gözlüksüzüm. Gözlüksüz okuyor, gözlüksüz yazıyorum. Göz ameliyatımı Ankara Ulucanlar Göz Hastanesi’nde oldum. Göz Hastanesini öneren ve randevumu ayarlayan kişi, Karaman eski Belediye Başkanı, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Ertuğrul Çalışkan oldu.
Son kontrol için 23 Eylül Cuma günü Ulucanlar Göz Hastanesi’ne gittim. Her zamanki gibi yine çok kalabalıktı. Kontaklens Takip ve Tedavi Polikliniği’nin önünde onlarca kişi bekliyordu. Doktorum Çiğdem Ülkü Can, hastaları muayene ediyor, tetkikler için yönlendiriyordu. Sıram gelince odaya girdim ve kontrollerim yapıldı. Dr. Çiğdem Ülkü Can, testlerden sonra ameliyatımla ilgili herhangi bir sorunumun olmadığını müjdeledi. “Bir daha gelmenize gerek yok, sorun yaşamadığınız sürece” dedi. Teşekkür ederek ayrıldım.
Meğer o gün, 67 yıldır hizmet veren Ulucanlar Göz Hastanesi’nin son günüymüş. Hastanenin kapısına kilit vurulacakmış. Tarihi bir güne tanıklık etmek de varmış. Taşınma işlemleri sürerken, hastanede son ameliyatlar yapılıyor, yatan hastalar taburcu ediliyordu.
Şarapnel parçası olarak nitelendirdiğim tiplerden birini de o gün gördüm. Bir birimde, personelden, ameliyatların durdurduğunu, artık randevu verilmediğini duyan şahıs öfke patlaması yaşadı. Bağırdı, çağırdı, hastaneye, sağlık bakanına, cumhurbaşkanına ağır küfürler savurdu. El, kol hareketleri eşliğinde ağzından köpükler saça saça, hakaret sözcükleriyle kalabalığı iteleyerek ilerledi. Hepimiz izlemekle yetindik, kimse bulaşmadı. Etrafta güvenlik de yoktu. Kim bilir nerede, kime, hangi gerekçeyle patlamıştır!
Ulucanlar Göz Hastanesi, Etlik Şehir Hastanesi kompleksinde hizmet verecekmiş. O tempoda bile doktorlar muayenelerini yapıyor, teknisyenler, laborantlar, hemşireler, tüm personel yine işlerini aynı tempoda sürdürüyorlardı. Türkiye’nin sağlık ordusunun liyakatine ve fedakârlığına bir kez daha tanık olmanın gururuyla hastaneden ayrıldım.
Köklü kurumlarımızın genleriyle oynamamak gerektiğine ilişkin inancımın izinden kararlılıkla yürüdüm. Yenilenmiş gözlerimle, ışıl ışıl bir havada, Türkiye’de ve bu güzel ülkenin başkenti Ankara’da yaşadığıma bir kez daha şükrettim.