Ölünceye Kadar Her Gün Yedi Zeytinle Yaşamaya Razıydı
Kitap ve kütüphane kelimelerinin karşısına, aklınıza gelen ilk ismi yazın deseler, ben Cemil Meriç’i yazardım. Kitap ve kütüphane imgem, Cemil Meriç’tir. Bu düşüncemin temelini “Hepimiz aynı kütüphanenin çocuklarıyız” cümlesi atmış olabilir. Ondaki kitap okuma aşk ve şevkine hep hayranlık duydum.
27 Mart - 2 Nisan tarihleri arası Kütüphanecilik Haftası’dır. Bu yazıyı bir süre önce yazdım. Ancak Kütüphanecilik Haftası için beklettim. Cemil Meriç, Türkiye’nin en derin, en mütevazı, en sessiz bilgesiydi. O, kozasını örüp dünya ışığına kapanan gözlerini düşünce adlı kâinata çevirmeyi başarmıştı. Onun kendi kâinatının havası, suyu ve toprağı kitaplarlarıydı.
Hepimiz kaderimizi yaşarız. Tercih hakkını kullanabilen tek canlı olan insanoğlu ne yazık ki, iş kendi bedeni fonksiyonlarına geldiğinde seçim yapmak bir yana, acze düşer. Cemil Meriç, "Hiçbir şey görmüyorum" dediğinde sene 1954'tü ve henüz 38 yaşındaydı. Okumaya doymayan, elinden kalem eksik olmayan adamın körlüğünden kaynaklı travma ve ızdırabı tarif mümkün mü?
Cemil Meriç, bir gün kızı Ümit Meriç’e şöyle diyor:
“Evlâdım, Rabbim bana gözlerimi geri versin, son nefesime kadar her gün sadece yedi zeytin tanesiyle ömrümü geçirmeye razıyım.”
Gözlerini istemesinin tek nedeni var; okumak, okumak ve kendi gözleriyle okumak. Bir başkasının okuduklarıyla yetinmek zorunda kalmamak. Öyle bir ruh hali. Bir çift göze karşılık ölünceye kadar her gün yedi zeytin tanesine razı olmak. İçindeki takas arzusu bu boyutta. Bunu böylesine net ifade ediyor.
Ümit Meriç, babasının kör olduktan sonraki ruh halini şöyle anlatır: Babam kör olduktan sonra, akşamları bizi kütüphanesinden çıkarırdı; elleriyle kütüphanede bir kitabı bulur, onu çeker ve kitabı açarak, “ben neden bunları okuyamıyorum” diye hüngür hüngür ağlardı. Öyle ki ben hıçkırık seslerini duyardım.
Prof. Dr. Ümit Meriç’in, Balıkesir Millet Kütüphanesi Ahmet Kot Kitaplığı’nın açıldığı 8 Ekim 2022 tarihinde yaptığı “Açıl Susam Açıl” başlıklı konuşması, Şehir ve Kültür dergisinin 100. sayısında yayımlandı. Ümit Meriç, diyor ki:
“Babamdan kalma büyük bir kütüphanem var. Cemil Meriç geceleri kalkıyor böyle okşuyordu bu kitapları ve ağlıyordu. ‘Hiçbirinizi okuyamayacağım ki’ diyordu. Benim gözlerim görüyor elhamdülillah. Babamın kütüphanesine kendi kütüphanemi de ekledim. Ama emin olun aynı duyguları ben de yaşıyorum ve gece kalkıp ‘Gözlerim görüyor ama hiçbirinizi okuyamayacağım!’ diyorum.
Ahmet Haşim, ‘Ay’ başlıklı denemesinin ilk paragrafında, “Bütün gün kırlarda, deniz kenarlarında dolaştık. Güneş, hayale müsaade etmeyecek tarzda her şeyi vazıh ve berrak gösterdiği için yalnız gözlerimizle yaşadık ve hiç eğlenmedik.” diyor.
Ahmet Haşim’e göre, yalnız gözlerimizle yaşamak, yaşamak değil. Tahayyül yoksa, yaşamanın eğlenceli yanı yok.
Cemil Meriç, gözlerini kaybetmeden önce de yalnız gözleriyle yaşayan biri olmamış ki. O bir düşünce adamı. Gözü onun düşüncesine açılan bir pencere. O pencerenin ışığını istiyor. Hiç eğlence peşinde olmamış. Veya kitaplarla vakit geçirmeyi eğlence diye bilmiş. Görememek, onun hazinelerinin bir anda kül olup savrulması gibi olmuş. Onun hazineleri kitaplar. Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç’in körlüğüne hem nahif hem mistik yaklaşmış ve şu hoş cümleyi kurmuş: "Dış gözlerini Cenabı Hakk'ın, iç dünyayı daha iyi görsün diye aldığı insan."
Nobel Edebiyat ödüllü Britanyalı yazar Doris Lessing “Hayat, okunması gereken kitapları okumaya bile yetmiyor.” diye yakınmış. Kitapla yatıp kitapla kalkanların hepsi aynı dertten muzdarip: Hayat, okunması gereken kitapları okumaya yetmeyecek denli kısa. Ya okunacak kitap az olsaydı ya da ömrümüz uzun olsaydı…Bizi kahreden uyumsuzluk...
Arjantinli ünlü yazar Jorge Luis Borges de gözlerini kaybetmiş. Kaderi Cemil Meriç’e benziyor. O, biraz daha şanslı; kalıtsal br hastalıktan gözlerini kaybettiğinde 59 yaşında. Cemil Meriç gibi henüz gençlik döneminin sonlarında gözlerinden mahrum kalmış değil. Cemil Meriç 33 yıl, Borges 31 yıl görme engelli olarak yaşayıp onlarca eser yazmışlar.
Cemil Meriç, “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim” demiş. Eline geçen parayı da kitaplara harcamış.
Milliyet Sanat dergisi Genel Yayın Yönetmeni, gazeteci-yazar Filiz Aygündüz “Kitap, Güneş ve Ben, Bahtiyarım” başlıklı yazısında, okur olmayı hayattaki en büyük şanslarından biri olarak gördüğünü belirtmiş. Kitaplarla ilişkisinin hep çok özel olduğunu ifade eden “Aygündüz, “Evimin en güzel yerinde ağırladım onları, bir kitapçıya girdiğimde, dizildikleri raflardaki sırtlarını sevgiyle sıvazladım, kokularını içime içime çektim” diyor.
Gazeteci Metin Münir ise akılsızlıkları içinde kendisine en çok acı verenlerden birinin, İstanbul’dan adaya taşınmadan önce kitaplarını vermek diye yazmış. Münir, kitapları taşıtmak ve Ozanköy’deki evinde onları koyacak raf yaptırmanın çok para tutacağını ve o günlerde işsiz olduğu için tutumlu olması gerektiğinden böyle yapmak zorunda kaldığını belirtmiş.
Metin Münir, “Bir yerde benden de akılsız birinden ‘ikinci defa okumayacağınız kitaplarınızı tutmaya gerek yoktur,’ gibi bir şey okumak da bu kararıma teorik zemin oluşturmuştu. Kısa zamanda pişman oldum” diye hayıflanmış.
Metin Münir’in, kendine özgü, yumuşacık üslubuyla yazdıklarından bir bölümü şöyle:
“Okumak, arkanızdan hiç kimsenin gelemeyeceği sonsuz bir yerde bulunmaktır.
Okumak insanı hayatta hiçbir zaman karşılaşamayacağı insanlarla bir araya getirir, içine girme olasılığı bulunmayan hayatlara ortak eder ve yaşaması mümkün olmayan deneyimlere sahip kılar. İnsan kendinden farklı birçok insan, kendininkinden farklı durumlar, yaşamlar, ülkeler olduğunu öğrenir. Bunlar onu geniş ufuklu, hoşgörülü yapar, kendini başkalarının yerine koyabilme yetisini, yani empati duygusunu geliştirir. Hatta bilgeleştirir.
Okumak insana daha iyi bir insan olma fırsatı verir.
Kitaplarımı kaybettim. Ama onların bana verdikleri bende duruyor. Giderken onları yanımda götüreceğim. “
Cemil Meriç nasıl da tespit etmiş ve hükmünü verip kitap tutkunlarını “Hepimiz aynı kütüphanenin çocuklarıyız” diyerek, onları aynı çatı altında toplanmaya çağırmış. Ne iyi yapmış. Aynı kütüphanenin çocukları arasında yer almaktan daha büyük mutluluk var mı? Kitap tutkusu, okuma aşkı ve kütüphane sevgisi Katolik nikahı gibidir, bir daha ayrılmak mümkün olmaz.
Kütüphaneler, cennet kokusu alabileceğimiz yerler. Cennet meyvesi kadar lezzetli kitapların, gözleri yolda, bizleri beklediği kavuşma mekânlarıdır kütüphaneler.
University College London’da eski kitapların kokusuyla ilgili bir araştırma yapılmış. Eski kitapların tatlı ve misk gibi koktuğu anlaşılmış. Bu koku bir çok kişiye çikolata kokusu gibi geliyormuş. Deneylerden çıkan sonuç bu olmuş.
Cemil Meriç’in ‘ömür boyu yedi zeytinle yaşamaya razıyım’ dediğini öğrenince, gittiğim kütüphanelerdeki o güzel kokuyu hemen hatırladım. Hatay’ın meşhur halhalı zeytini kokuyordu; Meşe odunu külü ve tuzla hazırlanan, Akdeniz’in meltemleriyle tazelenen mis gibi zeytin kokusu.
Yazarlar, dünyayı terk ettikten sonra da öğretmeye devam ederler. Zeytinle kitabı yan yana düşünmeyi bana öğreten kişidir Cemil Meriç. Cemil Meriç, “Ölmek unutulmaktır. Hatırlandıkça yaşıyoruz.” demiş.
Kitaplar ve yazarlar kolay kolay unutulmaz. Onların ömrü diğer fanilerden katbekat fazladır. Onlar arkalarında hoş bir sadâ bırakırlar. O sadâya kahve, çikolata, zeytin, kekik, yasemin, gül, hanımeli, lavanta, fesleğen, portakal, limon, vanilya, tarçın, çay, melisa, iğde, ıhlamur, çam kokuları eşlik eder. Çiçek kokulu kitap dostlarına selam olsun.