[simple-author-box]
Yunus Emre, Müslüm Baba ve Muhterem Nur’u bir arada hayal eder miydiniz?
Hiç çocuğu olmadı ama milyonlar ona “baba” dedi. Türkiye’ye arabeski sevdirenlerden oldu. Varoşlardan başladığı sanat yolculuğunu Etiler’e taşımayı başardı. Müslüm Gürses’i sekiz yıl önce 3 Mart’ta kaybettik.
Arabesk fırtınasının Türkiye’yi kasıp kavurduğu 80’li yılların genç kuşağındanım. Otobüs ve dolmuşların, kahvehane ve pastanelerin, çarşı ve pazarın, gecekondularla orta sınıfın yoğun olduğu mahallelerdeki ev ve iş yerlerinin bangır bangır arabesk çaldığı yıllar...
Seksenlerden itibaren Türkiye her alanda arabeskleşmeye başladı. Arabesk müziğin üç ismi “Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses” bu furyada öne çıktı. Bu üç arabeskçi daha sonraki yıllarda “Baba” unvanıyla sahne, televizyon ve beyazperdedeki performanslarıyla fanlarını çoğalttılar. Türkiye’nin arabesk dönemi ve arabesk şarkıcılar akademik araştırmaların konusu oldu. Arabesk, göç, gecekondu, şehirleşme, sanayileşme, iş ve işsizlik kavramları aynı potada görülmeye başlandı.
Arabeskten hoşlanmayan biriydim. Bununla birlikte adını ilk kez duyurduğu günlerden itibaren Müslüm Gürses’i dinlemeye başladım. Müslüm Gürses’in sesindeki tınıyı, yorumunu ve okuduğu şarkıları duyunca dikkat kesiliyordum. Sanki hüznü, acıyı, çaresizliği ve umudu haykıran “blues” havası vardı. Üstelik onun fanlarının büyük bölümü, konserlerde kendilerine zarar veren ve ‘jiletçi’ olarak adlandırılan kişilerdi.
Müslüm Gürses, 2000’li yıllara kadar, İstanbul’un yeni ses, yeni görüntü, yeni parti, yeni akım peşinde olan ve klan halinde yaşayan bazı kesimlerinin henüz keşfetmediği bir isimdi. Konserleri olaylı geçiyor, o “Baba” olma yolunda hızla ilerliyordu. Sonunda 2000’li yıllara gelindiğinde, Müslüm Gürses’in dinleyici kitlesine yeni katılımlar oldu. Bir gün Murathan Mungan’la yolları kesişti ve “Aşk Tesadüfleri Sever” adlı güzel bir çalışma ortaya çıktı.
Baba Sosyetik Mekanlarda
Müslüm Gürses konserlerinden gazetelere manşet olan, televizyonların ilk haberleri arasında kendine yer bulan kol ve gövdelerine jilet çeken kalabalıkların görüntüleri artık geride kalmış, sanatçı yeni mekânlara yelken açmıştı. Önce Arnavutköy’deki Eylülist’te performans sergilemeye başladı. Etiler’de bir gece hayal kırıklığına uğrasa da o artık elit gece kulüplerinde “baba şarkılar” söyleyen biriydi. Teoman’ın “Paramparça”sı Müslüm Baba’nın hit şarkısı oldu. İzzet Çapa’nın Al Jamal adlı kulübünde bu şarkıyı istek üzerine tekrar tekrar söylüyordu.
İzzet Çapa, dönemin popüler “anchorman”ı Reha Muhtar’ın programında “elit sosyete-Müslüm Baba buluşmasına” teşhisi koydu. Çapa, şöyle dedi:
“Bu program ile sosyete gerçeklerle yüzleşti. İstanbul sosyetesi üç şekilde tepki verir. Önce küçümserler, sonra güler ve alkışlarlar, daha sonra da baş tacı ederler. Kısacası, ‘sosyete” denilen kesim, Müslüm Gürses gerçeğiyle yüzleşti.”
Altmış Yıllık Ömür
Müslüm Gürses, altmış yaşında hayatını kaybetti. 3 Mart’ta sekiz yıl olacak. Müslüm Gürses’in ölümünün ardından Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi’nin birlikte kaleme aldığı, Can Ulkay ile Hakan Kırkavaç’ın yönettiği “Müslüm” filmi çekildi. Müslüm Gürses rolündeki Timuçin Esen, bu filmle oyunculuğunu taçlandırdı. Müslüm Gürses’in hocası Limoncu Ali’yi oynayan Erkan Can ise her zamanki performansıyla göz doldurdu.
Şimdi filme dönelim ve bir kareyi donduralım. Müslüm Gürses, trafik kazası geçirmiştir. Öldü sanılarak morga bırakılır. Birkaç saat sonra ölmediği fark edilir. Ameliyata alınır, parçalanan kafatasına plaka yerleştirilir.
Öldü zannedilen Müslüm hayattadır. Kendine geldiğinde ise doktoru kazadan sonra toplanan birkaç parça kişisel eşyasını Müslüm Gürses’e teslim edecektir. Doktor “Müslüm, bunu polis memuru arkadaşlar bıraktı” diyerek, kutuyu uzatır. Müslüm, kutudan sadece bir kitap alır.
Kanlı Kitap
Kitabın adı, Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği’nin yayımladığı, saman kâgıda basılı “Yunus Emre Risâlat al Nushiyye ve Divan”dır. Kitap trafik kazasında ağır yaralanan Müslüm Gürses’in kanıyla ıslanmıştır. Sanatçı kitabı sıkıca kavrar, sonra göğsünün üstünde tutar.
Şimdi de filmin başına dönelim. Müslüm Gürses’in Konya’da yatılı bölge okulunda okuyan kardeşi Ahmet, okulu terk eder. Ağabeyi Müslüm’ü Adana’da çalıştığı gazinoda bulur. İki kardeş, şırdan içmeye gider. Ahmet okul çantasından çıkardığı, gazete kâğıdı arasındaki bir kitabı ağabeyine Konya’dan getirdiği hediye olarak verir. Kitabın ilk sayfasında “Canım ağabeyime” kelimeleri ve bir dondurma külahı resmi vardır.
Kitap, Yunus Emre’nin Risâlat al Nushiyye ve Divanı’dır. Müslüm kitabı eline alır ve artık o kitap hep elinin altındadır.
Dil Söyler Kulak Dinler
Yine filmin bir sahnesinde bir mekanın duvarında, çerçeve içinde bir yazı vardır; “Dil söyler kulak dinler/ Kalp söyler kâinat dinler” İmza, Yunus Emre’dir.
Müslüm Gürses, kardeşiyle sohbetinde ona “Dinle Ahmet Gürses” diye başlar ve Yunus Emre’nin “Ben gelmedim dava için
Benim işim sevgi için” dizelerini okur. O, bu dizeleri ilk kez ustası Limoncu Ali’den dinlemiştir.
Filmde bu dizeler bir başka yerde yeniden tekrarlanır. Müslüm Gürses hastaneden taburcu edilir yine elinde, kendi kanıyla lekelenmiş Yunus Emre kitabı vardır.
Sol kulağı bir daha duymayacaktır, şarkı söyleyemeyecektir, sürekli baş ağrısı çekecektir. Ama o ölünceye kadar şarkılarını söyler.
Onu güçlü kılan ustası Limoncu Ali’nin derviş öğütleridir. Filmi izlemeyenler vardır. Spoiler vermeyim.
Bu Beden Bizim Değil ki
Müslüm Baba Hürriyet gazetesinde 6 Mart 2004’te yayımlanan bir röportajda “Siz bir kez ölümden döndünüz, hatta ölümü yaşadınız. Ölümden korkuyor musunuz?” sorusuna, “Tabii ki insan ölümden korkar. Ama bence ölüm, dirilmek demektir. Neticede seni yaratanın yanına gideceksin. Bu beden bizim değil ki. Kiracıyız. Yalnızca kontratımızın ne zaman biteceğini bilmiyoruz. Ama her şeye rağmen yaşamak güzel şey” diyebilen bir derviştir.
Müslüm Gürses’in manevi sevgisi Yunus Emre’yedir. Bu dünyadaki aşkı ise Muhterem Nur olmuştur. Müslüm Baba, “içinde olduğu alemin, dışında kalmayı başaran” ender sanatçılardandır. Otuz bir yıl boyunca Müslüm Baba'nın ismi bir başka kadınla anılmadı. Müslüm Baba, sevgilisine bağlılığını şöyle ifade etmişti:
“Teslimiyetçi olmak kötü mü? Sevdiğine teslim oluyorsun sonunda. Bu alçaltıcı bir şey olmasa gerek."
Muhterem Nur ise Müslüm Baba’nın mezarına bakıp şunları söyleyen sevgilidir:
“O benim her şeyim; annem, babam, ağabeyim, çocuğum her şeyim... Orada yatan sadece Müslüm değil; benim kalbim yatıyor orada.”
Siz en iyisi Müslüm filmini izleyin. Limoncu Ali’nin genç Müslüm’e öğüdünü, kana bulanmış Yunus Emre kitabını, bir hayata bunca keder nasıl sığmış diyeceğiniz bir yolculuğu izleyin. Hem de güzel şarkılar eşliğinde...
Son söz ölümünün sekizinci yılında Müslüm Gürses’in olsun:
“Aslında biz yıllarca ezildik. Ezgin insanız biliyor musunuz? Bizimkisi eziklikten gelen bir ses. Ama bilimsel açıklamasını isterseniz, sesim bariton denilen renkte.”
NOT: ‘Müslüm’ filminde, Yunus Emre’ye ait olduğu belirtilen “Dil söyler kulak dinler/ Kalp söyler kâinat dinler” dizeleri Yunus Emre’ye ait değildir.
Yunus Emre’nin öğüdüne uyan ve sesini sadece şarkı söylerken yükselten, kefen çağrışımı yapan beyaz takım elbiseli Müslüm Baba’ya, talihin bir oyunu olsa gerek, Yunus Emre’den eser okumak nasip olmamış.