Ahmet Tek
Köşe Yazarı
Ahmet Tek
 

Arılar ve İnsanlar

[simple-author-box] Arıların yaklaşık 20 bin farklı türü vardır. Arılar koku alır, aralarında iletişim kurarlar. Toplu halde yaşar ve işbirliği içinde çalışırlar. Arılar saniyede 250 kez kanat çırpabilirler. Bir kilogramlık bal için 4 milyondan fazla çiçekten öz toplarlar. İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir. Aktif işçi arılar yaklaşık 1,5 ay, erkek arılar 6 ay, kraliçe arı 4 yıl yaşar. Bir işçi arı yaşadığı süre içinde bir çay kaşığının 12’de biri kadar bal yapar. Arılar kovandaki bir peteği doldurabilmek için 10 milyondan fazla çiçek nektarı emerler. Bu sürede 40 bin işçi arı, yaklaşık 100 bin kilometre kanat çırpar. Bir kovanda 90 bin arı vardır. Arılar yaşlandıkça akıllanır ve meslek hastalığına yakalanırlar. Arılar hastalandıklarında, bir virüs kaptıklarında yön duygularını yitirir, yuvalarını bulamadıkları için tek başlarına ölürler. Böylece kovandaki diğer arılara hastalık bulaştırmazlar. Arılar 130 bin farklı bitki türünün çoğalmasını sağlarlar. Arı yoksa meyve de yoktur. Albert Einstein, “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır” demiştir. Arılar kendi ürettikleri bal özü, bal, arı sütü, polen ve propolisle beslenirler. Dolu bir peteğin ağırlığı ortalama 2,5 kilogramdır. İşçi arılar, beslendiklerinin kat kat fazlasını depolarlar. Özetle; arılar çalışkandır, üretkendir. * Türkiye’de milyonlar arı gibi; çalışıyor, üretiyor. Toprağa, dağa, taşa bağlı insanımızın, tarımsal üretim kapsamına giren her şeyi, her mevsim, her yıl, olumsuzluklara göğüs gererek ürettiğine yürekten inanalım. Akdeniz’den Trakya’ya kadar denizin nemini alan bölgeler sera ile dolu. Seradan kalan yerlerde narenciye, zeytin, incir, üzüm, tütün, pamuk, mısır, pancar, yer fıstığı, kanola, ayçiçeği üretiliyor. Bu coğrafyada bağsız dağ yok. Arısız, koyunsuz, keçisiz, sığırsız dağ ve bağ da yok. İncirin yaşını, kurusunu, zeytinin her çeşidini, zeytinyağının sıkımını, keçiboynuzundan dutuna kadar çeşit çeşit pekmezi Akdeniz, Ege, Güneydoğu ve Trakya üretiyor. Göller bölgesinde meyvecilik zirve yapmış. Meyvenin her çeşidi var; cevizden bademe, elmadan kiraza. Torosların 2 bin rakımlı yaylalarında Ağustos’ta kiraz hasadı yapılıyor. Salep için kardelen yetiştiriliyor. Taşlı tarlalar, dağ yamaçları ya gül ya lavanta kokuyor. Kırmızının ve morun en güzel tonlarıyla topraklarımızı renklendiriyor. Akdeniz Bölgesi’ndeki illeri gözünüzün önüne getirin. Portakal, mandalina, limon, greyfurt, muz, haşhaş, kesme çiçek, karpuz, yer fıstığı, susam daha neler neler... Tropik meyvelerin hasadı bile yapılıyor. Maydanozundan maruluna kadar tonlarca sebze, Akdeniz Bölgesinin verimli topraklarından elde ediliyor. Karadeniz’in fındığı, çayı, kara yemişi, kestanesi, anzer balı, lahanası, tereyağı, peyniri, Trakya’nın kaşarı, teneke peyniri, üzümü, balı nasıl unutulur? Doğu ve Güneydoğu’nun pamuğu, nohutu, mercimeği, Antep fıstığı, Siirt fıstığı, zeytin, zeytinyağı, biber, isot, salça, kekik kokulu et, bal, gravyer, kaşar, tulum, otlu peynirler, kaymak, sucuk, ceviz marka olmuş. Denizlerin, göllerin, ırmakların, dalyanların balığı, bozkırların eti, balı, kabağı, ot çeşitleri, hububat, bu ülkenin üretim zenginliğinin bir başka çehresi. Dağlarda, yaylalarda, ormanlarda binlerce arı kovanı var. Türkiye bal cenneti. Çam balı, kestane balı, çiçek balı, yayla balı, kara kovan balı, narenciye, ayçiçeği, kekik, lavanta ve ıhlamur balları ilk aklıma gelenler. Dağlarda, yaylalarda, bozkırlarda, sulak alanlarda keçi, koyun, sığır ve manda sürüleri görürsünüz. Ağıllar, ahırlar, besi çiftlikleri her yerde. Tavukçuluk yıllardır yapılıyor. Bolu, Karabük, Düzce, Kocaeli, Sakarya, Kastamonu’da hindi, ördek çiftlikleri kurulmuş. Kars, Ardahan, Iğdır’da kaz üretimi had safhada. Mantar toplayanlar da var, mantar üretenler de. Bunlar bu ülkede oluyor. Üretim rakamlarına bakarsanız gurur duyarsınız. Gezip gördüğüm yerlerde bir karış toprak boş değil. Meraları, ormanları ve hazine arazilerini söz konusu etmiyorum. Devlet, buralarda da adım atmaya hazırlanıyor. * Başkent Ankara bile üretimiyle bu ülkenin en verimli bölgelerinden biridir. Ankara Ovası’nda buğday ve şeker pancarının dışında öyle büyük bir potansiyel var ki, hayret etmemek elde değil. Kavun, dut, havuç, soğan, domates, mercimek, üzüm, armut, bal ilk aklıma gelenler. Keçi yetiştiriciliği ile tavukçuluk da Ankara’da hızlı yaygınlaşıyor. Ancak yürüyerek ulaşılabilen tepelerde, bir dönümden küçük koyaklarda mısır, nohut ve fasulye yetiştiriliyor. Alışverişte yorulmaktan yakınan, aldıkları yiyecekleri evlerine taşımaktan şikayet eden insanların, “Her şey ithal. Köylü tarlalarını ekmiyor. Tarım öldü” sözlerinin gerçekle ilgisi yok. Kim üretmiyor? Görmüyorsanız görün! Bakmıyorsanız bakın! Bunları yapamıyorsanız, lütfen üretenlere haksızlık etmeyin. Ekonomi hayat bilimidir. Hayat, karşıtlıklar üzerinden sürer. Üretim varsa tüketim vardır. Üretim için alın teri (emek, iş gücü), doğal kaynak (toprak, ağaç, hayvan, bitki, su, güneş vb) ve sermaye gerekir. Üretim meşakkattir, meşakkatlidir. Tüketim kolaydır, gelirinizin veya borçlanma becerinizin olması yeterlidir. * Bu yazı, Türkiye’yi adım adım gezen, gördüklerini not eden, insanlarla konuşan ve hikayeler toplayan bir gözlemcinin, “Biz üretmiyoruz. Köyler boşaldı, üretim azaldı. Samana muhtacız” diye yakınanlara, “Haksızlık etmeyin. Bu güzel ülkeye bir de bu gözle bakın” diyebilmek için kaleme alındı. Bu yazıda teknolojiden, sanayiden, turizmden, tekstilden, bilişimden, otomotivden, KOBİ’lerden, el sanatlarından, zanaattan bilinçli olarak bahsedilmedi. Bir kez daha vurgulamak isterim; Türkiye üretiyor. Türkiye’de üretim, “Bayırda bağını, evinde sağımı, bahçende arını eksik etme” deyimine uygun devam ediyor. Kovit salgını birçok sektörün ölüm fermanını hazırlamış olsa da Türkiye’de özellikle tarımsal üretimde şimdilik sorun gözükmüyor. İç Anadolu başta olmak üzere bazı bölgelerde bahar yağmurları yeterli gelmezse, ülkede kuraklık tehlikesi söz konusu. Bu durum ise üreticiden değil, yağış rejimi kaynaklı büyük bir felaket olarak kapıda bekliyor. Bu ülkenin her karış toprağında insanlarımızın alın teri var. Bu ülke çalışıyor, üretiyor ve daha çok çalışıp daha çok üretmenin yollarını arıyor. Türkiye’de üretici ile arı arasındaki fark, kanat ve iğneden ibaret. Arılar da üreticiler de kendi üretimlerinden yeterince yararlanamıyor. Nasıl ki balın büyük bölümünü arılar tüketmiyorsa üreticinin ürününün büyük bölümünden de başkaları nemalanıyor. “Kovandan çıkmayan arı bal yapmaz.”
Ekleme Tarihi: 07 Nisan 2021 - Çarşamba

Arılar ve İnsanlar

[simple-author-box]

Arıların yaklaşık 20 bin farklı türü vardır. Arılar koku alır, aralarında iletişim kurarlar. Toplu halde yaşar ve işbirliği içinde çalışırlar. Arılar saniyede 250 kez kanat çırpabilirler. Bir kilogramlık bal için 4 milyondan fazla çiçekten öz toplarlar.

İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir. Aktif işçi arılar yaklaşık 1,5 ay, erkek arılar 6 ay, kraliçe arı 4 yıl yaşar. Bir işçi arı yaşadığı süre içinde bir çay kaşığının 12’de biri kadar bal yapar. Arılar kovandaki bir peteği doldurabilmek için 10 milyondan fazla çiçek nektarı emerler. Bu sürede 40 bin işçi arı, yaklaşık 100 bin kilometre kanat çırpar.

Bir kovanda 90 bin arı vardır. Arılar yaşlandıkça akıllanır ve meslek hastalığına yakalanırlar. Arılar hastalandıklarında, bir virüs kaptıklarında yön duygularını yitirir, yuvalarını bulamadıkları için tek başlarına ölürler. Böylece kovandaki diğer arılara hastalık bulaştırmazlar.

Arılar 130 bin farklı bitki türünün çoğalmasını sağlarlar. Arı yoksa meyve de yoktur. Albert Einstein, “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır” demiştir.

Arılar kendi ürettikleri bal özü, bal, arı sütü, polen ve propolisle beslenirler. Dolu bir peteğin ağırlığı ortalama 2,5 kilogramdır. İşçi arılar, beslendiklerinin kat kat fazlasını depolarlar. Özetle; arılar çalışkandır, üretkendir.

*

Türkiye’de milyonlar arı gibi; çalışıyor, üretiyor. Toprağa, dağa, taşa bağlı insanımızın, tarımsal üretim kapsamına giren her şeyi, her mevsim, her yıl, olumsuzluklara göğüs gererek ürettiğine yürekten inanalım.

Akdeniz’den Trakya’ya kadar denizin nemini alan bölgeler sera ile dolu. Seradan kalan yerlerde narenciye, zeytin, incir, üzüm, tütün, pamuk, mısır, pancar, yer fıstığı, kanola, ayçiçeği üretiliyor. Bu coğrafyada bağsız dağ yok. Arısız, koyunsuz, keçisiz, sığırsız dağ ve bağ da yok.

İncirin yaşını, kurusunu, zeytinin her çeşidini, zeytinyağının sıkımını, keçiboynuzundan dutuna kadar çeşit çeşit pekmezi Akdeniz, Ege, Güneydoğu ve Trakya üretiyor.

Göller bölgesinde meyvecilik zirve yapmış. Meyvenin her çeşidi var; cevizden bademe, elmadan kiraza. Torosların 2 bin rakımlı yaylalarında Ağustos’ta kiraz hasadı yapılıyor. Salep için kardelen yetiştiriliyor. Taşlı tarlalar, dağ yamaçları ya gül ya lavanta kokuyor. Kırmızının ve morun en güzel tonlarıyla topraklarımızı renklendiriyor.

Akdeniz Bölgesi’ndeki illeri gözünüzün önüne getirin. Portakal, mandalina, limon, greyfurt, muz, haşhaş, kesme çiçek, karpuz, yer fıstığı, susam daha neler neler... Tropik meyvelerin hasadı bile yapılıyor. Maydanozundan maruluna kadar tonlarca sebze, Akdeniz Bölgesinin verimli topraklarından elde ediliyor.

Karadeniz’in fındığı, çayı, kara yemişi, kestanesi, anzer balı, lahanası, tereyağı, peyniri, Trakya’nın kaşarı, teneke peyniri, üzümü, balı nasıl unutulur?

Doğu ve Güneydoğu’nun pamuğu, nohutu, mercimeği, Antep fıstığı, Siirt fıstığı, zeytin, zeytinyağı, biber, isot, salça, kekik kokulu et, bal, gravyer, kaşar, tulum, otlu peynirler, kaymak, sucuk, ceviz marka olmuş.

Denizlerin, göllerin, ırmakların, dalyanların balığı, bozkırların eti, balı, kabağı, ot çeşitleri, hububat, bu ülkenin üretim zenginliğinin bir başka çehresi.

Dağlarda, yaylalarda, ormanlarda binlerce arı kovanı var. Türkiye bal cenneti. Çam balı, kestane balı, çiçek balı, yayla balı, kara kovan balı, narenciye, ayçiçeği, kekik, lavanta ve ıhlamur balları ilk aklıma gelenler.

Dağlarda, yaylalarda, bozkırlarda, sulak alanlarda keçi, koyun, sığır ve manda sürüleri görürsünüz. Ağıllar, ahırlar, besi çiftlikleri her yerde.

Tavukçuluk yıllardır yapılıyor. Bolu, Karabük, Düzce, Kocaeli, Sakarya, Kastamonu’da hindi, ördek çiftlikleri kurulmuş. Kars, Ardahan, Iğdır’da kaz üretimi had safhada.

Mantar toplayanlar da var, mantar üretenler de. Bunlar bu ülkede oluyor. Üretim rakamlarına bakarsanız gurur duyarsınız.

Gezip gördüğüm yerlerde bir karış toprak boş değil. Meraları, ormanları ve hazine arazilerini söz konusu etmiyorum. Devlet, buralarda da adım atmaya hazırlanıyor.

*

Başkent Ankara bile üretimiyle bu ülkenin en verimli bölgelerinden biridir. Ankara Ovası’nda buğday ve şeker pancarının dışında öyle büyük bir potansiyel var ki, hayret etmemek elde değil. Kavun, dut, havuç, soğan, domates, mercimek, üzüm, armut, bal ilk aklıma gelenler. Keçi yetiştiriciliği ile tavukçuluk da Ankara’da hızlı yaygınlaşıyor.

Ancak yürüyerek ulaşılabilen tepelerde, bir dönümden küçük koyaklarda mısır, nohut ve fasulye yetiştiriliyor.

Alışverişte yorulmaktan yakınan, aldıkları yiyecekleri evlerine taşımaktan şikayet eden insanların, “Her şey ithal. Köylü tarlalarını ekmiyor. Tarım öldü” sözlerinin gerçekle ilgisi yok.

Kim üretmiyor? Görmüyorsanız görün! Bakmıyorsanız bakın! Bunları yapamıyorsanız, lütfen üretenlere haksızlık etmeyin.

Ekonomi hayat bilimidir. Hayat, karşıtlıklar üzerinden sürer. Üretim varsa tüketim vardır. Üretim için alın teri (emek, iş gücü), doğal kaynak (toprak, ağaç, hayvan, bitki, su, güneş vb) ve sermaye gerekir.

Üretim meşakkattir, meşakkatlidir. Tüketim kolaydır, gelirinizin veya borçlanma becerinizin olması yeterlidir.

*

Bu yazı, Türkiye’yi adım adım gezen, gördüklerini not eden, insanlarla konuşan ve hikayeler toplayan bir gözlemcinin, “Biz üretmiyoruz. Köyler boşaldı, üretim azaldı. Samana muhtacız” diye yakınanlara, “Haksızlık etmeyin. Bu güzel ülkeye bir de bu gözle bakın” diyebilmek için kaleme alındı.

Bu yazıda teknolojiden, sanayiden, turizmden, tekstilden, bilişimden, otomotivden, KOBİ’lerden, el sanatlarından, zanaattan bilinçli olarak bahsedilmedi.

Bir kez daha vurgulamak isterim; Türkiye üretiyor. Türkiye’de üretim, “Bayırda bağını, evinde sağımı, bahçende arını eksik etme” deyimine uygun devam ediyor.

Kovit salgını birçok sektörün ölüm fermanını hazırlamış olsa da Türkiye’de özellikle tarımsal üretimde şimdilik sorun gözükmüyor.

İç Anadolu başta olmak üzere bazı bölgelerde bahar yağmurları yeterli gelmezse, ülkede kuraklık tehlikesi söz konusu. Bu durum ise üreticiden değil, yağış rejimi kaynaklı büyük bir felaket olarak kapıda bekliyor.

Bu ülkenin her karış toprağında insanlarımızın alın teri var. Bu ülke çalışıyor, üretiyor ve daha çok çalışıp daha çok üretmenin yollarını arıyor. Türkiye’de üretici ile arı arasındaki fark, kanat ve iğneden ibaret. Arılar da üreticiler de kendi üretimlerinden yeterince yararlanamıyor. Nasıl ki balın büyük bölümünü arılar tüketmiyorsa üreticinin ürününün büyük bölümünden de başkaları nemalanıyor.

“Kovandan çıkmayan arı bal yapmaz.”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.