Ahmet Tek
Köşe Yazarı
Ahmet Tek
 

Sözünün Eri Olmak… Bir Seçim: Botoks mu, Ar Damarı mı?

Türkçe bir derya, dalmasını bilene… “Sözünün eri olmak” deyimi bu deryanın incilerinden. Sözünün eri olmak, bir davranış biçimi ve karakter özelliği. Güzel ahlâkın tamamlayıcısı, insanı güvenilir kılan erdem. Bu deyim, yeni başladığım kitapta karşıma çıktı. Kitabı kapattım; çoktandır duymadığım deyim zihnimde turlamaya başladı. ‘Söz’ ve ‘er’ iki yaman sözcük. “Olmak” eylemi ise varlığın sebebi. Bu iş birliği doğal, katıksız, bereketli ve bol meyveli.  ‘Sözünün eri olmak” deyiminin tınısı ve anlamı sert; kulağa eril bir ifade olarak çarpıyor. Sözlükte “sözünün eri” deyimi için şunlar yazıyor: “Verdiği sözü ne olursa olsun yerine getiren kimse.” Daha çok ‘çakal tipler’in ağzındaki çürük sakız olan uyduruk ve içi kof “adam gibi adam” benzetmesinden uzaktır “sözünün eri olmak.” “Adam gibi adam” ayağa düşmüş, bayağılığın ifadesi iken “sözünün eri olmak” klas bir deyim. Bir yandan depremin yol açtığı yıkım, bir yandan ülkenin içinde bulunduğu koşullar bedenimizi ve ruhumuzu cendereye sokmuşken, “sözünün eri olmak” deyimini hatırlamanın vaktidir. “Sözünün eri” verdiği sözü tutan, sözünden caymayan, güvenilir kişiyi simgeleyen bir tamlama, tam oluş hali. Sözünün eri olmayı, “Müslümanın birincil özelliği” diye biliyorum. Kur’an, çeşitli ayetlerde sözde durmayı emreder ve Müslümanları “verdikleri sözden caymazlar" diye tanımlar. “Verilen söz, sorumluluğu gerektirir” emri de Kur’an’dandır.   Yemin Billah, Hadi Bana Eyvallah!   Artık sözler kaytarmanın veya günü kurtarmanın bir yöntemi olarak veriliyor, tutulmak için değil. İnandırıcı olmak için pekiştirici ifadeler kullanılıyor. “Şerefim üzerine” deniliyor, “namus” öne sürülüyor, “yemin billah” ediliyor. Taahhüt üstüne taahhüt, vaat üstüne vaat… Bu vaatler ister tanıdığınız birinden, ister yakınınızdan gelsin, ister kürsülerden söylensin, maalesef havada kalıyor. “Adamdan saydıklarımıza”, “sizi adam sanmıştık” diyemiyoruz. Biz sözümüzün eri miyiz? Verilen sözlerin tutulmamasına tepki gösterip tavrımızı ortaya koyuyor muyuz? Sözün gereği yerine getirilmeyince sineye çekmekten başka ne yapıyoruz? Unutmuş, uyumuş numarası yapmak da söz eğriliği sayılmaz mı? Er’lik sağlığın, eğrilik patolojik durumun belirtisi. Patolojik bir durumu normal saymamızın temelinde yatan nedir? “Adamlık” bu mu Allah aşkına!   Ar Damarını Aldıranlar   “Ar damarı çatlamak” da bize ait bir deyim. “Ar ve hayâ perdesi yırtılmak” da öyle. “Utanç duymak” yerine “yüzsüzlük” ederek ortalıkta dolananlar gözümüzün önündeler. Sözünün eri olanların sayısı azaldıkça, “ar damarı çatlaklar” gürûhu her yeri istila ediyor. Botokslular gibi birbirlerine benziyorlar. Botoksluluk, kendi bedenine müdahale. Bize zararı yok. Ar damarını aldırmak ise kamusal bahçemizin zehirlenmesini beraberinde getiriyor. Her biri kımıl zararlısı, bir tür haşere, işgalci tür. Utanmazlığı mahcubiyet olmaktan çıkarıyor. Seçim dönemi başladı. Yine vaatler yağacak. Projeler havalarda uçuşacak. Rüya gibi bir gelecek pazarlanacak. Vaatlerin gönüllü-gönülsüz müşterileri olacağız. Cennette yaşam hayal ederken, beklentilerimizin büyük bölümü yine boş çıkacak. Bu konuda öyle çok örnekler var ki! Çok gerilere gitmeden iktidarın dillendirdiği yüzlerce vaatten ikisini hatırlatmak isterim. İlki, kişi başı milli gelirimiz 2023’te 25 bin dolar olacaktı. 9 bin dolarda kaldık. Bugünkü ekonomik sıkıntılarımızın başlıca kaynağı milli gelirin arttırılamamasıdır.   Çılgın Projelerden Bugüne   İkincisi, 12 Haziran 2011 ve 7 Haziran 2015’te yapılan seçimler öncesi açıklanan çılgın projelerden biri; Ankara’da 500 bin kişilik yeni şehir kurulacağı vaadi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 25 Mayıs 2011 tarihinde, (12 yıl önce) Ankara Ticaret Odası’nda (ATO) Ankara Proje Tanıtım Toplantısındaki konuşmasında, Ankara'nın, 1923'te başkent ilan edildiğinde, yaklaşık 40 bin nüfuslu bir Anadolu kasabası olduğunu, şu anki nüfusunun ise 5 milyona yaklaştığını söyledi. Erdoğan, Ankara'nın nüfus olarak böyle çok hızlı şekilde büyürken, şehrin buna hazırlıklı şekilde planlanmadığına dikkati çekti. Başbakan Erdoğan, “Böyle bir nüfus projeksiyonu yapılmadığı için Ankara'da kentleşme çok çarpık şekilde gelişti. Sadece artan nüfus değil, büyüyen, gelişen kamunun ihtiyaçları da sağlıklı bir plana tabi tutulmadı. AK Parti olarak, tüm şehirlerimiz gibi, Ankara'ya da nefes aldırmak, Ankara'nın başkent vasfını güçlendirmek, çehresini değiştirmek için çok yoğun gayret sarf ettik ve etmeye de devam ediyoruz” dedi. Ankara için en büyük projelerinin tıpkı İstanbul gibi, Ankara'da da yeni bir şehrin inşa ve imarına 12 Haziran seçimlerinden sonra başlanması olduğunu belirten Erdoğan, projeyle ilgili şu bilgileri verdi: ''Güneykent adını verdiğimiz bu projeyle Ankara'ya 500 bin kişilik yeni bir şehir kazandırmış olacağız. Sadece konut, uydu kent olarak değil, Ankara'nın önemli bir merkezi, bir yaşam alanı olarak bu şehri tasarlıyoruz. İstanbul'da olduğu gibi, bu gecekondu bölgelerinden 'ben oraya yerleşmek isterim' diyen kardeşlerimizi hemen oralara taşıyabileceğiz. Yani yer sıkıntısı olmasın. Şehrin kurulacağı alan hakkında şimdilik bilgi vermiyoruz. Ancak çalışmalarımız büyük oranda tamam, 12 Haziran'ın hemen ardından bu çalışmaları somutlaştırmaya başlayacak ve bununla birlikte uygulama projesine hemen bir yılı müteakiben başlamış olacağız.”   Hayal Kırıklığı ve Unutmak   Biliyorum, uzun bir alıntı oldu. Hatırlamanın en basit yöntemi, düne ait sözleri yeniden dinlemektir. Sadece iktidar mı söz verip sözünü yerine getirmeyen? Keşke öyle olsa! 2009 yılında Ankara merkezli bir konut kooperatifine ortak oldum. Hedef, 3 yıl içinde evleri bitirmekti. 14 yıl geçti, aidatlar toplanıyor ama inşaata henüz başlanmadı. Başlanacağına dair bir emare de yok. 3 bin ortaklı bir kooperatif, ne yazık ki atıl halde. Birçok işimiz bunun gibi, söz var, sonuç yok. Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin bahçesi konumundaki “Dinozorlu Park” bile unutuldu. İsraf ve enkazın sembolü, şehrin bütçesinden çok başkentlilerin gözüne saplanmış bir mızrak olan Dinozor Park (Ankapark) bugün görmezden geliniyorsa sorun gözümüzde değil, anlayışımızda ve dünyaya bakışımızda. 750 milyon dolar harcandığı belirtilen heyula gibi bir tesisi, maket dinozorlar kilometrelerce uzaktan gözükürken, bu kadar çabuk unutmak normal mi? Hayal kırıklığını bertaraf etmenin çaresi unutmak mı, uykuya yatmak mı, kulakları tıkayıp gözleri kapatmak mı? Partilerin seçim bildirgeleri birer sözdür. Adayların seçmenlere vaatleri birer sözdür. İlahi ikaz var: “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” Sözün hep maddi olanından, ekonomik yanından örnek verdim. Oysa hak ve hukukumuzun korunması, adalete güven duygusunun yerleşmesi, yüzümüzü güldürecek söylemlerin ve eylemlerin artmasını istemek, huzur aramak önceliklerimiz arasında olmalıydı. “Vicdan ne yana düşer usta, ahlâk ne yana?” diye sormaktan kaçındık. Ar damarı, liyakat ehlinden başkasına yakışmıyor. İlle liyakat, ille ahlâk, ille edep. Biz yine de soralım: Botoks mu, ar damarı mı? Hangisini tercih edersiniz? Doktor, söyler misin, botoks gibi ar damarı da enjekte ediyor musunuz? Hangisi bize uygun? Hangisi bizi daha havalı gösterir? Ar damarının maliyetini öğrenebilir miyim? Bir seçim yapılsa; “botoks mu, ar damarı mı?” sorusu sorulsa, sandıktan hangisi çıkar? Eğitim ve kültürel alandaki zafiyet, hoşgörünün ve istişarenin unutulması, ayrıştırıcı dil, geleceğe ilişkin umutsuzluk, yılgınlık ve kabalık herkesi kaygılandırmalı. İstikrar, liyakat, adalet isteği içselleştirilmeli. 85 milyonluk nüfusa sahip köklü bir milletin son 20 yılda ortaya çıkardığı enerji ve sinerji bu mu olmalıydı?   Soyadı Gibi Er Kişiydi   Sözünün eri bir kişinin adını söyle deseler, aklıma gelen ilk isim Mehmet Akif Ersoy olur. Mehmet Akif’i tanıyanlar, onun en belirgin vasfının sözüne sadakat olduğunu belirtmişler. Onun söz verip yerine getirmediği bir durum olmamış. Mazeretlerin ardına sığınmamış, verdiği sözün arkasında durmuş. Bir seferinde, İstanbul Vaniköy’de oturan bir arkadaşı ile öğle vaktinden bir saat önce buluşmak için sözleşmiş. O gün aşırı yağmur yağmış, fırtına çıkmış ve her tarafı sel basmış. Buna rağmen Mehmet Akif, binbir zorlukla, sırılsıklam vaziyette söz verdiği yere vaktinde gelmiş. Fakat arkadaşının gelmemesi üzerine büyük bir üzüntü içinde çekip gitmiş. Ertesi gün özür dilemek için gelen arkadaşına: "Bir söz, ancak ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir. Başka sebeplerle mazur görülemez" demiş ve tam altı ay o arkadaşıyla konuşmamış.   İnsan Bir Ağaca Benzer   Mevlâna Celâleddin Rumî, “İnsan bir ağaca benzer, kökü, sözünde durmaktır” demiş. Kök çürükse ağaç yıkılır. Kökümüzü sağlam tutmaktan başka çıkar yol yok. Sözümüzün eri olacağız, kökümüzü kurutmayacağız. Verilen sözü yerine getirmemek güvensizlik yaratırken, sözün tutulması güven inşa eder. Köksüz ağaçların yakınında durmak tehlikeli, uzak duracağız. Aksi halde tepemize yıkılır, altında kalırız. Hamasetten beslenenlerin, masal anlatanların, büyülü laflarla ava çıkanların değil, gerçekleri ifade edenlerin, gürültü ve patırtı yapmayanların, samimiyetine inandıklarımızın yanında yer almak geleceğimiz için umut ışığıdır.   Toplumsal Enkazı Kim Kaldıracak?   Hayalini kurduğumuz, adam gibi yaşamayı umut ettiğimiz özel, sivil ve kamusal hayat, bizler sözümüzün eri olmadıkça tesis edilemez. Deprem enkazıyla birlikte ahlâki erozyonun sebep olduğu toplumsal enkazı da kaldırmanın vaktidir. Ben, bana verilen sözlerin neden tutulmadığını bilmek istiyorum. Sözünü tutmayanların özür dilemelerini ve mahcubiyetlerini hissettirmelerini bekliyorum. Bana 15 yıl veya 10 yıl önceki gelirimin verilmesini talep ediyorum. Ağzımın eski tadını istiyorum. Bunlar yerine getirilmeden yeni vaatlere inanmam. Seçim beyannameleri bugün yarın açıklanacak. Muhtemelen geçen seçimdeki gibi fiyakalı olsun, esrarlı bir hava yaratsın düşüncesiyle bildirge yerine yine “manifesto” sözcüğü ile arzı endam edilecek. Hep birlikte göreceğiz yeni sözcükleri ve yeni vaatleri. Bildirgeler, kıyafet teşhiri için yeni sezon ürünler giydirilmiş vitrin mankenleri. Seyirlik, albenili, canı ve ruhu yok. Müşteri için kurulmuş tuzak, bir tür fare kapanı. Mevsim ilkbahar. Ağaçlar çiçek açıyor, kırlar yeşile bürünüyor. Göçmen kuşlar çoktan geldi. Kendimizi seçim hengâmesine kaptırıp baharı kaçırmayalım. Kuşların şarkısını siyasi sloganlara değişmeyelim. Seçimin tekrarı var ama baharı bir daha yakalama imkanımız olmayacak. Baharın coşkusunu manifesto uğruna feda etmeyelim. Siyasetin götürdüğü yere değil, yüreğimizin götürdüğü yere gidelim. Hayat güzeldir. Her ikram gibi.   Günün Sözü: Söz ağızdan çıkar. Sonuç, talepten doğar. Günün Bilgisi: Avrupa’nın tamamında 25 bin, Türkiye’de 330 bin müteahhit varmış. Bu sayı Almanya’da 3 bin, İstanbul’da 60 binin üzerindeymiş. Müteahhit (yüklenici), taahhüt (söz verme) ve ahit (sözleşme, yemin) aynı kökten gelir.
Ekleme Tarihi: 15 Mart 2023 - Çarşamba

Sözünün Eri Olmak… Bir Seçim: Botoks mu, Ar Damarı mı?

Türkçe bir derya, dalmasını bilene… “Sözünün eri olmak” deyimi bu deryanın incilerinden. Sözünün eri olmak, bir davranış biçimi ve karakter özelliği. Güzel ahlâkın tamamlayıcısı, insanı güvenilir kılan erdem.

Bu deyim, yeni başladığım kitapta karşıma çıktı. Kitabı kapattım; çoktandır duymadığım deyim zihnimde turlamaya başladı. ‘Söz’ ve ‘er’ iki yaman sözcük. “Olmak” eylemi ise varlığın sebebi. Bu iş birliği doğal, katıksız, bereketli ve bol meyveli.  ‘Sözünün eri olmak” deyiminin tınısı ve anlamı sert; kulağa eril bir ifade olarak çarpıyor.

Sözlükte “sözünün eri” deyimi için şunlar yazıyor: “Verdiği sözü ne olursa olsun yerine getiren kimse.” Daha çok ‘çakal tipler’in ağzındaki çürük sakız olan uyduruk ve içi kof “adam gibi adam” benzetmesinden uzaktır “sözünün eri olmak.” “Adam gibi adam” ayağa düşmüş, bayağılığın ifadesi iken “sözünün eri olmak” klas bir deyim.

Bir yandan depremin yol açtığı yıkım, bir yandan ülkenin içinde bulunduğu koşullar bedenimizi ve ruhumuzu cendereye sokmuşken, “sözünün eri olmak” deyimini hatırlamanın vaktidir.

“Sözünün eri” verdiği sözü tutan, sözünden caymayan, güvenilir kişiyi simgeleyen bir tamlama, tam oluş hali. Sözünün eri olmayı, “Müslümanın birincil özelliği” diye biliyorum. Kur’an, çeşitli ayetlerde sözde durmayı emreder ve Müslümanları “verdikleri sözden caymazlar" diye tanımlar. “Verilen söz, sorumluluğu gerektirir” emri de Kur’an’dandır.

 

Yemin Billah, Hadi Bana Eyvallah!

 

Artık sözler kaytarmanın veya günü kurtarmanın bir yöntemi olarak veriliyor, tutulmak için değil. İnandırıcı olmak için pekiştirici ifadeler kullanılıyor. “Şerefim üzerine” deniliyor, “namus” öne sürülüyor, “yemin billah” ediliyor. Taahhüt üstüne taahhüt, vaat üstüne vaat…

Bu vaatler ister tanıdığınız birinden, ister yakınınızdan gelsin, ister kürsülerden söylensin, maalesef havada kalıyor. “Adamdan saydıklarımıza”, “sizi adam sanmıştık” diyemiyoruz.

Biz sözümüzün eri miyiz? Verilen sözlerin tutulmamasına tepki gösterip tavrımızı ortaya koyuyor muyuz? Sözün gereği yerine getirilmeyince sineye çekmekten başka ne yapıyoruz? Unutmuş, uyumuş numarası yapmak da söz eğriliği sayılmaz mı? Er’lik sağlığın, eğrilik patolojik durumun belirtisi. Patolojik bir durumu normal saymamızın temelinde yatan nedir? “Adamlık” bu mu Allah aşkına!

 

Ar Damarını Aldıranlar

 

“Ar damarı çatlamak” da bize ait bir deyim. “Ar ve hayâ perdesi yırtılmak” da öyle. “Utanç duymak” yerine “yüzsüzlük” ederek ortalıkta dolananlar gözümüzün önündeler. Sözünün eri olanların sayısı azaldıkça, “ar damarı çatlaklar” gürûhu her yeri istila ediyor. Botokslular gibi birbirlerine benziyorlar. Botoksluluk, kendi bedenine müdahale. Bize zararı yok. Ar damarını aldırmak ise kamusal bahçemizin zehirlenmesini beraberinde getiriyor. Her biri kımıl zararlısı, bir tür haşere, işgalci tür. Utanmazlığı mahcubiyet olmaktan çıkarıyor.

Seçim dönemi başladı. Yine vaatler yağacak. Projeler havalarda uçuşacak. Rüya gibi bir gelecek pazarlanacak. Vaatlerin gönüllü-gönülsüz müşterileri olacağız. Cennette yaşam hayal ederken, beklentilerimizin büyük bölümü yine boş çıkacak. Bu konuda öyle çok örnekler var ki!

Çok gerilere gitmeden iktidarın dillendirdiği yüzlerce vaatten ikisini hatırlatmak isterim. İlki, kişi başı milli gelirimiz 2023’te 25 bin dolar olacaktı. 9 bin dolarda kaldık. Bugünkü ekonomik sıkıntılarımızın başlıca kaynağı milli gelirin arttırılamamasıdır.

 

Çılgın Projelerden Bugüne

 

İkincisi, 12 Haziran 2011 ve 7 Haziran 2015’te yapılan seçimler öncesi açıklanan çılgın projelerden biri; Ankara’da 500 bin kişilik yeni şehir kurulacağı vaadi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 25 Mayıs 2011 tarihinde, (12 yıl önce) Ankara Ticaret Odası’nda (ATO) Ankara Proje Tanıtım Toplantısındaki konuşmasında, Ankara'nın, 1923'te başkent ilan edildiğinde, yaklaşık 40 bin nüfuslu bir Anadolu kasabası olduğunu, şu anki nüfusunun ise 5 milyona yaklaştığını söyledi.

Erdoğan, Ankara'nın nüfus olarak böyle çok hızlı şekilde büyürken, şehrin buna hazırlıklı şekilde planlanmadığına dikkati çekti. Başbakan Erdoğan, “Böyle bir nüfus projeksiyonu yapılmadığı için Ankara'da kentleşme çok çarpık şekilde gelişti. Sadece artan nüfus değil, büyüyen, gelişen kamunun ihtiyaçları da sağlıklı bir plana tabi tutulmadı. AK Parti olarak, tüm şehirlerimiz gibi, Ankara'ya da nefes aldırmak, Ankara'nın başkent vasfını güçlendirmek, çehresini değiştirmek için çok yoğun gayret sarf ettik ve etmeye de devam ediyoruz” dedi.

Ankara için en büyük projelerinin tıpkı İstanbul gibi, Ankara'da da yeni bir şehrin inşa ve imarına 12 Haziran seçimlerinden sonra başlanması olduğunu belirten Erdoğan, projeyle ilgili şu bilgileri verdi:

''Güneykent adını verdiğimiz bu projeyle Ankara'ya 500 bin kişilik yeni bir şehir kazandırmış olacağız. Sadece konut, uydu kent olarak değil, Ankara'nın önemli bir merkezi, bir yaşam alanı olarak bu şehri tasarlıyoruz. İstanbul'da olduğu gibi, bu gecekondu bölgelerinden 'ben oraya yerleşmek isterim' diyen kardeşlerimizi hemen oralara taşıyabileceğiz. Yani yer sıkıntısı olmasın. Şehrin kurulacağı alan hakkında şimdilik bilgi vermiyoruz. Ancak çalışmalarımız büyük oranda tamam, 12 Haziran'ın hemen ardından bu çalışmaları somutlaştırmaya başlayacak ve bununla birlikte uygulama projesine hemen bir yılı müteakiben başlamış olacağız.”

 

Hayal Kırıklığı ve Unutmak

 

Biliyorum, uzun bir alıntı oldu. Hatırlamanın en basit yöntemi, düne ait sözleri yeniden dinlemektir. Sadece iktidar mı söz verip sözünü yerine getirmeyen? Keşke öyle olsa! 2009 yılında Ankara merkezli bir konut kooperatifine ortak oldum. Hedef, 3 yıl içinde evleri bitirmekti. 14 yıl geçti, aidatlar toplanıyor ama inşaata henüz başlanmadı. Başlanacağına dair bir emare de yok. 3 bin ortaklı bir kooperatif, ne yazık ki atıl halde. Birçok işimiz bunun gibi, söz var, sonuç yok.

Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin bahçesi konumundaki “Dinozorlu Park” bile unutuldu. İsraf ve enkazın sembolü, şehrin bütçesinden çok başkentlilerin gözüne saplanmış bir mızrak olan Dinozor Park (Ankapark) bugün görmezden geliniyorsa sorun gözümüzde değil, anlayışımızda ve dünyaya bakışımızda.

750 milyon dolar harcandığı belirtilen heyula gibi bir tesisi, maket dinozorlar kilometrelerce uzaktan gözükürken, bu kadar çabuk unutmak normal mi? Hayal kırıklığını bertaraf etmenin çaresi unutmak mı, uykuya yatmak mı, kulakları tıkayıp gözleri kapatmak mı?

Partilerin seçim bildirgeleri birer sözdür. Adayların seçmenlere vaatleri birer sözdür. İlahi ikaz var: “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”

Sözün hep maddi olanından, ekonomik yanından örnek verdim. Oysa hak ve hukukumuzun korunması, adalete güven duygusunun yerleşmesi, yüzümüzü güldürecek söylemlerin ve eylemlerin artmasını istemek, huzur aramak önceliklerimiz arasında olmalıydı.

“Vicdan ne yana düşer usta, ahlâk ne yana?” diye sormaktan kaçındık. Ar damarı, liyakat ehlinden başkasına yakışmıyor. İlle liyakat, ille ahlâk, ille edep. Biz yine de soralım: Botoks mu, ar damarı mı? Hangisini tercih edersiniz? Doktor, söyler misin, botoks gibi ar damarı da enjekte ediyor musunuz? Hangisi bize uygun? Hangisi bizi daha havalı gösterir? Ar damarının maliyetini öğrenebilir miyim? Bir seçim yapılsa; “botoks mu, ar damarı mı?” sorusu sorulsa, sandıktan hangisi çıkar?

Eğitim ve kültürel alandaki zafiyet, hoşgörünün ve istişarenin unutulması, ayrıştırıcı dil, geleceğe ilişkin umutsuzluk, yılgınlık ve kabalık herkesi kaygılandırmalı. İstikrar, liyakat, adalet isteği içselleştirilmeli. 85 milyonluk nüfusa sahip köklü bir milletin son 20 yılda ortaya çıkardığı enerji ve sinerji bu mu olmalıydı?

 

Soyadı Gibi Er Kişiydi

 

Sözünün eri bir kişinin adını söyle deseler, aklıma gelen ilk isim Mehmet Akif Ersoy olur. Mehmet Akif’i tanıyanlar, onun en belirgin vasfının sözüne sadakat olduğunu belirtmişler. Onun söz verip yerine getirmediği bir durum olmamış. Mazeretlerin ardına sığınmamış, verdiği sözün arkasında durmuş.

Bir seferinde, İstanbul Vaniköy’de oturan bir arkadaşı ile öğle vaktinden bir saat önce buluşmak için sözleşmiş. O gün aşırı yağmur yağmış, fırtına çıkmış ve her tarafı sel basmış. Buna rağmen Mehmet Akif, binbir zorlukla, sırılsıklam vaziyette söz verdiği yere vaktinde gelmiş. Fakat arkadaşının gelmemesi üzerine büyük bir üzüntü içinde çekip gitmiş.

Ertesi gün özür dilemek için gelen arkadaşına:

"Bir söz, ancak ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir. Başka sebeplerle mazur görülemez" demiş ve tam altı ay o arkadaşıyla konuşmamış.

 

İnsan Bir Ağaca Benzer

 

Mevlâna Celâleddin Rumî, “İnsan bir ağaca benzer, kökü, sözünde durmaktır” demiş. Kök çürükse ağaç yıkılır. Kökümüzü sağlam tutmaktan başka çıkar yol yok. Sözümüzün eri olacağız, kökümüzü kurutmayacağız. Verilen sözü yerine getirmemek güvensizlik yaratırken, sözün tutulması güven inşa eder.

Köksüz ağaçların yakınında durmak tehlikeli, uzak duracağız. Aksi halde tepemize yıkılır, altında kalırız. Hamasetten beslenenlerin, masal anlatanların, büyülü laflarla ava çıkanların değil, gerçekleri ifade edenlerin, gürültü ve patırtı yapmayanların, samimiyetine inandıklarımızın yanında yer almak geleceğimiz için umut ışığıdır.

 

Toplumsal Enkazı Kim Kaldıracak?

 

Hayalini kurduğumuz, adam gibi yaşamayı umut ettiğimiz özel, sivil ve kamusal hayat, bizler sözümüzün eri olmadıkça tesis edilemez. Deprem enkazıyla birlikte ahlâki erozyonun sebep olduğu toplumsal enkazı da kaldırmanın vaktidir.

Ben, bana verilen sözlerin neden tutulmadığını bilmek istiyorum. Sözünü tutmayanların özür dilemelerini ve mahcubiyetlerini hissettirmelerini bekliyorum. Bana 15 yıl veya 10 yıl önceki gelirimin verilmesini talep ediyorum. Ağzımın eski tadını istiyorum. Bunlar yerine getirilmeden yeni vaatlere inanmam.

Seçim beyannameleri bugün yarın açıklanacak. Muhtemelen geçen seçimdeki gibi fiyakalı olsun, esrarlı bir hava yaratsın düşüncesiyle bildirge yerine yine “manifesto” sözcüğü ile arzı endam edilecek. Hep birlikte göreceğiz yeni sözcükleri ve yeni vaatleri. Bildirgeler, kıyafet teşhiri için yeni sezon ürünler giydirilmiş vitrin mankenleri. Seyirlik, albenili, canı ve ruhu yok. Müşteri için kurulmuş tuzak, bir tür fare kapanı.

Mevsim ilkbahar. Ağaçlar çiçek açıyor, kırlar yeşile bürünüyor. Göçmen kuşlar çoktan geldi. Kendimizi seçim hengâmesine kaptırıp baharı kaçırmayalım. Kuşların şarkısını siyasi sloganlara değişmeyelim. Seçimin tekrarı var ama baharı bir daha yakalama imkanımız olmayacak. Baharın coşkusunu manifesto uğruna feda etmeyelim. Siyasetin götürdüğü yere değil, yüreğimizin götürdüğü yere gidelim. Hayat güzeldir. Her ikram gibi.

 

Günün Sözü: Söz ağızdan çıkar. Sonuç, talepten doğar.

Günün Bilgisi: Avrupa’nın tamamında 25 bin, Türkiye’de 330 bin müteahhit varmış. Bu sayı Almanya’da 3 bin, İstanbul’da 60 binin üzerindeymiş. Müteahhit (yüklenici), taahhüt (söz verme) ve ahit (sözleşme, yemin) aynı kökten gelir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.