(Dursun ERKILIÇ’ın 1 Mart 2000 tarihli yazısından…)
Deprem, ülkelerin ve insanların başına gelebilecek en büyük felaket.
Büyük yıkımların, acıların yaşandığı depremler; ülkeleri maddi ve manevi yönden çökertirken; insanları da, her bakımdan yıkıma uğratıyor.
Bir gün önce, sıcak yuvasında mutluluk şarkıları söyleyen bir çocuğun, ertesi gün aynı yuvanın enkazı önünde, acının büzdüğü dudaklarından döktüğü hıçkırıkları düşünmek bile kahrediyor insanı. Tüm ailesini, servetini kaybeden bir babanın ya da kimsesizliğin çaresizliğine düşmüş bir annenin durumu da o çocuktan farklı değil...
Son olarak, 17 Ağustos Marmara ve 12 Aralık Düzce-Kaynaşlı depremleri bu türden görüntülerle yüreklerin parçalandığı felaket anlarıydı.
Başarılı bir okul döneminin ardından Yalova, Değirmendere veya bölgenin herhangi bir mevkiinde kafa dinleyen öğrenci; bereketli bir iş döneminin yorgunluğunu atmak için yazlığında yan gelip yatan bir işçi-işveren; bunaldığı şehir hayatındaki rutin ev işlerinin dışında tatilin keyfini çıkarmaya çalışan bir anne... ve daha niceleri; depremin şiddetini bir şekilde hissetti yüreğinde, beyninde, bedeninde... Bolulular, Düzceliler, Kaynaşlılılar da evleri gibi enkaza dönüştü. Binaların enkazı kalktı. Ya yüreklerdeki enkaz? Ölene kadar yerinde duracak olmalı!
PSİKOLOJİK BOYUT...
Deprem felaketinin bir de psikolojik boyutu vardı. Konuyu ODTÜ’lü Dergisi’nde yayınlanan bir yazısında ele alan Prof. Dr. A. Nuray Kantarcı, depremzedelerin psikolojik sıkıntılarını hafifletmenin en etkin yolunun; onlara yaşadıkları olayla ilgili düşüncelerini ve duygularını paylaşabilme ortamlarını yaratabilmek olduğunu söylüyordu. Felakete uğrayanlara yapılabilecek yardımlar içinde belki de ön önemlisi ancak bir o kadar da zor olanı böyle bir ortamı yaratabilmekti...
Can, mal ve iş kaybının yol açtığı yaşam düzeni bozukluğunun, yoğun duygusal sorunlara sebep olduğunu belirten Prof. Kantarcı, depremzedelerin psikolojisini anlatırken de, onların içinde bulunduğu dünyayı gözler önüne seriyordu:
“Depremzedeler, suçluluk ve utanma duyguları yaşayabilir. Yapması gerekenleri yapmadığına inanarak başkalarının ölümünden kendini sorumlu tutabilir. Normal yaşam düzeninin bozulmasıyla sinirlilik ortaya çıkabilir. Artçı depremler kaygı, korku ve güvensizlik duygularına sebep olur. Şüphe, öfke ve olanlar karşısında birilerini (neler olacağını biliyorlardı ve gizlediler) türünden düşüncelerle suçlayabilirler. Onlar üzerinde kontrolleri olmadığını düşünmeleri güçsüzlük ve çaresizlik hissetmelerine sebep olabilir.”