-2-
Geçen yıl HBB’nin davetiyle bulunduğum Hatay’a dair gözlemlerimi, duygu ve düşüncelerimi anlattığım çokça yazıdan birinde, “Hatay’dan çıkan hayat”ı anlatırken şunları yazmıştım:
Eğitimi ve işi harflerle, kelimelerle, cümlelerle ilgili olanlar; insanın, hayvanatın, nebatatın, ülkelerin, şehirlerin, her yerin her şeyiyle ilgilenir; adıyla bile!
Mesela…
‘Hatay’ denince sizin aklınıza ilk gelen şey mutfak olabilir!
Bendeniz ise mutfağa girmekle birlikte, elimde neşter Hatay’ın peşine düşerim!
Düştüm de!
Herkes yemek derdindeyken yakaladığım ‘Hatay’ı masaya yatırıp kesmeye, biçmeye, incelemeye başladım!
‘Ha’ya dokunmadım! ‘tay’ı harf harf bölerek ‘t’ ile ‘y’yi elime alıp bir dama taşı gibi yer değiştirdim!
O dem, ‘hayat’ı buldum!
Şaşırmadım! Çünkü Hatay, hayat doluydu…
BUGÜN HAYAT DURDU…
Bir yıl sonra… 6 Şubat 2023’te herkes kan uykudayken saat 04.17’deki 7.7; aradan 9 saat geçtikten sonra gündüz gözüyle insanları gafil avlayan 7.6 büyüklüğündeki Kahramanmaraş merkezli iki deprem ve binlerce artçı sarsıntı çok ama çok büyük bir yıkıma, can kayıplarına yol açtı. Yongası olan malın adını bile anmak istemem ama enkaza dönen şehirleri düşününce bu yöndeki kayıp da havsala ötesi…
Hayatları harap eden bu acılar, Şubat ayının 23. günü öğleden sonra meydana gelen Defne ve Samandağ merkezli daha küçük ama yıkıcı (6.4 ve 5.8’lik) iki depremle katlanınca 11 şehir başta olmak üzere Türkiye’de hayat durdu.
Hatay’da da durdu hayat…
YOLA ÇIKMA VAKTİ GELİNCE
Mamak Belediyesi önünde toplanan medya mensupları teker dönsün diye otobüsle minibüs arası ve fakat midibüs irisi araca doluştuğunda akşam geceye doğru koşuyordu. Yollar açık ve aydınlıktı. Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti olması hasebiyle, 11 şehrimizi yıkan, 50 bine yakın vatandaşımızın canına kast ederek yürekleri yakan deprem münasebetiyle hüzünlü bir sükut içindeydi…
Yola çıkarken hissedilen, insanı sarıp sarmalayan heyecandan eser yoktu. Dünyanın en kıymetli şehirlerinden birine giderken hüzne hatta acıya bulanmıştım. 19 gündür bizlere enkaz altındaymışız hissi yaşatan deprem ve depremzede görüntüleriyle, canlı yayınlarda yaşanan deprem dehşetiyle sarsılmış yüreğime bir süre “Yollar” ile Ahmet Haşim eşlik etti:
Bir lamba hüzniyle
Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;
Söndü göllerde aks-i girye-veşi
Gecenin avdet-i sükûniyle...
(Bir lamba üzgünlüğü ile
Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;
Söndü göllerde ağlamaklı yansıması
Gecenin durgun geri dönüşü ile...)
Yollar
Ki gider kimsesiz, tehi, ebedi,
Yollar
Hep birer hatt-ı pür-sükût oldu
Akşamın sine-i gubârında.
(Yollar
Ki gider kimsesiz, boş, sonsuz
Yollar
Hep birer sessizlik çizgisi oldu
Akşamın tozlu göğsünde.)
Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider,
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?
(Onlar
Hangi bir hayal ülkesine gider.
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?)
Çevre yoluna çıkmak için Ankara içinde tur atarken yağ gibi akıp gittiğimiz yolların, kimi zaman gözümüzü kamaştıran sokak lambalarının ne büyük bir nimet olduğunu Hatay’a varınca öğrenecektim…
Yoğun bir duygu gelgitiyle yorulan zihnim beni uyumaya zorlarken, bedenim buna fazla direnemedi.
Kısa bir uyuklamaya rağmen, uzun süre uykuya hasret kalacak gözlerimin feri sönerken şoförümüzün dinlenmek için mola verdiği yerlerdeki suskun insanlar kendilerinin aslı değildi. Hepsinin yüzünde, gözünde deprem izi vardı…
HATAY’A GİRDİK, YIKILDIM
Sabah ezanına 5 kala Hatay’a girdiğimizde şehrin sessiz çığlığı, içinde bulunduğumuz aracın farıyla aydınlanan enkaz görüntülerinin içinden fışkırıyor gibiydi.
Şehirlerarası Antakya Otobüs Terminali’nin sönük kırmızı tabelasını oluşturan harfler, bu kadim şehrin kanlı gözyaşları gibi yanıp duruyordu deprem karanlığında…
Eğilmiş / bükülmüş, yamulmuş / çatlamış ama yardımlar ulaşsın, canlar kurtulsun diye tamir edilmiş yollar, “…kimsesiz, tehi, ebedi” idi…
Şoförümüz yol yorgunu aracı Samandağ rampasına vurduğunda, yol boyu mırıldanan motor vahşi bir hayvan gibi hırlamaya başladı. İçinden geçtiğimiz sağlı / sollu enkaz yığınlarının kimisi devasa kum / toz öbeği gibiydi. Bunların yirmi gün önce bina, insanlara ev / yuva olduğunu söylemeye dil varmıyordu…
Hele bir yıl önce cıvıl cıvıl insan kaynayan haliyle görmüş olduğum Samandağ ilçesinin merkezindeki yollar, içinde bulunduğumuz aracın zar zor geçebildiği bina enkazlarıyla kapanmıştı. Deniz Yolu ve Çevlik’i işaret eden yön tabelalarını takip ederek Samandağ’ın zirvesinde konuşlu Mamak Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezine vardık.
Bu bölgede yıkılmış bine yoktu. Bir tarafta askerlerin barındığı ve bölgede görevli sivillerin ihtiyaçlarını giderdiği spor salonu, yan tarafından büyükçe bir okul binası ve yine kamuya ait çeşitli binalar vardı. Bir de sokak köpekleri; kimi topal kimi kör. Belli ki onlar da depremzedeydi. Mamak Belediyesi görevlileri yemek artıklarıyla onları da besliyordu.
KÖPEK SÜRÜLERİ VE İNSAN…
Etrafta çok az görünen insanlardan birine yanaşıp halini / hatırını, duygusunu / düşüncesini sorunca uzaklardaki köpek sürüsünü işaret ederek, “Çok değiştiler” dedi. “Neden” dediğimde verdiği cevap ürperticiydi:
-Aç kalan köpeklerin ceset yediği söyleniyor!
Bu cümlenin şokunu yaşarken bir anda aklıma, bir din adamının, “Sevgili Peygamberimiz, ‘Yangında ölen şehittir, boğularak ölen şehittir, depremde ölen şehittir’ demiştir” sözleri ile Sarıkamış’ta donarak şehit düşen askerlerimize musallat olan köpekler geldi…
(DEVAM EDECEK)