Beğdili-İlbeyli-Elbeyliler Oğuzhan’ın Boz Oklar kolundaki baştan üç oğlundan biri olan Yıldızhan’a dayanır. Beğdili ise Yıldızhan’ın oğlu olup, yirmidört Oğuz boyundan biridir ve Boyun birinci adamıdır. Beğdili’den sonra gelen diğer beyinin adı ise İlbey’dir.
Elbeyli adı ise; İlbeyin adının farklı bir söylenişidir. Şimdiki Sivas’ta ve Akdağmadeni sınırlarında bulunan 42 İlbeyli köylerine mahsus ve 1693 tarihinden sonrada Kilis civarındaki 15, Halep civarındaki 27 köyün ortak adı olup, bu isim sonraları Elbeyli olarak yaygınlaşmıştır.
Suriye Halep’teki 27 köy ile Kilis’teki 15 kadar köydeki Elbeylilerin adının Elbeyli olması ise, Osmanlı’nın 1691’de bu aşireti iskanından sonra başlarına Beğdili’den olmayan başka bir bey tayin etmesi ve padişahın yazışma kayıtlarında adlarından Elbeyli diye bahsetmesinden sonra Beydilinin adına birde Elbeyli takma ismi eklendi.
Bazı yabancı yazarların Beğdili-İlbeyli-Elbeyli isimlerini üç ayrı şekilde söylenilmesini üç ayrı aşiret sanarak yazmaları, hatta bazı Türk araştırmacıların bile yabancı tarihçilerin kitaplarının sağlıklı olup olmadığını bile araştırmadan, olduğu gibi dilimize çevirmeleri bir çok karışıklığa sebep olmuş.
Ayrıca Osmanlı’nın idaresinde çok değişik milletlerin olması, bunların vergi, güvenlik vs. gibi idare güçlüğü ve sükunetlerinin sağlaması amaçlarında izlediği iskan politikası kapsamında blok güçlerin parçalanması amacında da bu isim değişikliği yolunun izlenmiş olabileceği varsayımlar arasındadır.
Nibor adında Alman asıllı art niyetli bir yazarın, Çukurova’daki Türkmen oymakları ve aşiretlerinin çadır sayılarına yönelik “Ceritlerin şu kadar, Avşarların şu kadar, Bozdoğanların şu kadar çadırları var.” Diye tespitlerinin devamında “Beğdilinin şu kadar Elbeylinin de şu kadar çadırları vardır.” Demesi bu aşireti iki ayrı aşiret gibi gösterme yanlışlıklarının başında geliyor.
Bayatlarla (Beğdili-İlbeyli-Elbeyli)’ler göç güzergahları ve ara yerleşik dönemleri başta olmak üzere yazlık kışlık olarak sürekli aynı bölgelerde beraber yaşamışlar. Bu iki aşiret Maraş Dulkadiroğulları Beyliğini de beraber kurmuşlar. 1563 tarihli Maraş Tahrir Defteri’nde şöyle bir kayıt geçiyor. “Maraş Dulkadirli Beyliğinin kuruluşunda bazı diğer oymaklardan varsa da başlıcaları Beğdili, Bayat ve Avşarlardır. Hatta bu beyliğin beylerinin de bunlardan hangisinden olduğu bile bilinmiyor yani Beğdiliden mi, Bayattan mı, Avşardan mı kesin değil.”
Geniş bir coğrafyaya dağılan Beğdililerin, siyasi ve sosyal olaylardan yılıp kaçmayan ve Rakka’da kalan ana gövdesi, 1691 yılından 19.yy başlarına kadar orada kalmış, sonrasında ise tamamen dağılmış ya da dağıtılmışlar. Beğdilini zaten bir kervan soygunuyla suçlayan Mısır Hidivi (Valisi) Abbas Paşa, büyük bir askeri kuvvetiyle dağıtmış, bir kısmı Anadolu’daki eski yaylak yerlerine gittilerse de ana gövdesi Rakka’dan Antakya, İskenderun, Osmaniye, Maras, Tarsus, Adana, Mersin ve yoğunlukla da Mersin’in Gülnar ilçesi ve köylerine gelip yerleşmişler. Halende bu sayılan coğrafyalarda yaşıyorlar. Beğdililer Avşarların Dulkadirli oymağı olmadığını, ama kadim komşuluklarının mevzu bahis olduğunu söylüyor. Aynı bölgelerde sürekli yan yana yaşamaları ise her ikisinin de Halep Türkmeni ve Boz Ulus’tan olmalarındandır denilmekte.
Beydili-İlbeyli-Elbeyli’ler Malazgirt savasından sonra gelmiş, tamamı olmasa da önemli bir çoğunluğunun 1077 yılına kadar Süleyman Şah tarafından Anadolu’nun fetihlerinde çok önemli görevlerde bulunmuşlar. Oğuz boylarının hepside Anadolu’ya parça parça ve değişik zamanlarda gelmiş. En yoğun göç akınları ise 1157 tarihinde İran’daki Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra 1200 ve 1250 yıllarına kadardır. Tabii ki Beğdili boyu da bunlarla beraberdir. Biliyorsunuz Oğuzların İran’dan Anadolu’ya gelmeleri 1400 yılına kadar kesintisiz sürmüştür. Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan, Süleyman Şah’ı fetihler yapmak üzere İran’dan Suriye istikametine, oradan da Anadolu’ya doğru bir dizi istikamet çizerek görevlendirmiştir. Süleyman Şah ise Suriye’den Anadolu’ya yönelmiş, 1077 yılına kadar da Anadolu’yu fethedip Bizanslıları vergiye bağlayarak İzmit’ten ötelere aşırmıştır. Daha sonra Akdeniz kenarlarına inip, Antalya, Adana, Mersin ve Antakya’yı fethettikten sonra tekrar Suriye’ye dönmüştür.
Bu fetihlerle önü açılan Beydili-İlbeyli-Elbeyliler, umumiyetle hayvancılıkla uğraştıkları için, Anadolu’nun neresinde olursa olsun, varmayı hedefledikleri yerlerin ilk önce Çahmahlı, Boztepe, Hasan Harmanı, Sarıdede, Balgayaları, Oruç Yurdu, Gaçahgayası, Beşiktepe, Garlıh, Korpınar, Soğütlüpınar, Aşşağ Öz, İğdenin Dere, Örenkalenin Önü, Çatağın Ağzı, Köyün Önü, Bağların Altı, Güney ve Sarıdede arazilerine benzer otlak ve sulak alanların durumlarını göz önüne alıp bunlara benzer uygun yerleşkeler aramışlar. Bayatlar ve Avşarlarla, İran’dan çıkıp, Güney Anadolu’ya ulaştıklarında kışlak olarak, Maraş’tan Halep ve Şam’a kadar Amik Ovasını, son asırlarda ise Osmaniye, Haruniye taraflarını kışlak; yine Maraş’tan başlayarak Göksun, Afşin, Elbistan, Gürün, Uzun Yayla arasıyla Sivas, Kayseri, arasını yaylak edinmişler.
Daha sonra Sivas’ın güneyini, Arapgir, Divriği, Kankalı’yı da kapsayan ve hatta Tokat, Yozgat, Amasya ve Çorum’a kadar da uzanıp buralarda yaylamaya başlamışlar. Saydığımız yerlerin tamamını Dulkadirlilerin kurulduğu 1337’den 1691 yılına kadar aynı aşiretler hep beraber kullanmışlar.
Meşhur Osmanlı Tarihçisi Naima şöyle diyor. “Beğdililer Maraş, Halep, Diyarbekir arasında çok geniş kışlak sahalarında dünyanın en güzel yaylalarına sahiptirler.”
Evet Fiziki haritalarda da hakikaten bu bölgeler öyle görülüyor, ama şuda bilinmelidir ki, Beydili-İlbeyli-Elbeyli’ler bu yaylak ve kışlakları tek başlarına değil, Bayatlar ve Avşarların da olduğu birçok oymaklarla beraber kullanmışlar.
Prof. Dr. Faruk Sümer’e göre Diyarbekir Türkmenleri, Maraş Dulkadirli Türkmenleri ve Halep Türkmenlerine, Boz Ulus Türkmeni adı verilmiş ve bölgelerinden dolayı da bunların üçüne birden Ekrat Türkmenleri de denilmiştir. Kürt değillerdir ve zaten Kürt olan konar göçerlere milli aşiret denilmiştir. Bir yanlış anlamaya sebep olmamak için şöyle bir açıklama daha gerekli.. Halep Türkmenleri, Dulkadirli Türkmenleri, Diyarbekir Türkmenleri diye bunlardan ayrıca bahsediliyor ve her üç yerin Türkmenlerinin ortak adına Boz Ulus deniliyor.
Herhangi bir oymağın Beğdiliden mi, Avşardan mı, Bayattan mı olduğu anlaşılmadığı zaman, bunlar Boz Ulus içinde yer alıyorlarsa, oymağının aşiretinin ismi bilinemediğinden hepsine Boz Ulus Türkmeni denilmiş. Oymağı ve aşireti bilinenlere ise ana gövdesi nerede ise o oymak ve aşiretin ismiyle anmışlar. Örneğin falanlar Tecirliden, Dulkadirli Türkmenlerindendir, diye.
Tarihi sürecimizi en net haliyle anlatan Beydili-İlbeyli-Elbeylilerin yüzlerce ozanı, aşık ve şairi var. Onlardan biri olan Dedemoğlu, bir şiirinde Anadolu’ya nasıl geldiğimizi şöyle anlatıyor.
Çıktık Horasandan sökün eyledik
Düşürdüler bizi tozlu yollara
Başımıza geldi gördüğüm düşler
Aşırdılar bizi karlı dağlara
Bölük bölük oldu yüklendi göçler
Atlandı ihtiyar yayandı gençler
Basımıza geldi gördüğüm düşler
Düşürdüler bizi gurbet ellere
Gehi konduk gehi göçtük yollardan
Bilip bilmediğim garip illerden
Kerbela çölünden ıssız dağlardan
Bizden sonra bir nam kalsın illere
Oradan geçirdik sürdük Colab’a
Seksendortbin evdir gelmez hesaba
Deve koyun coktur insan kalaba
Susuz hayvan inileşir göllere
Geldik Anadolu Kayseri dağı
Göründü Sivasla Gemerek bağı
Çatakdere derler Zilenin sağı
Samsun, Trabzon, Çorum ellere
Kara dere derler bir gece kaldık
Gezerdik belayı burada bulduk
Ne yaman dertlere giriftar olduk
Bakmaz mısın badi semum yellere
Dedemoğlu der ki askın bağından
Asırdılar bizi Yozgat dağından
Anadolu Sivas şehri sağından
Bir zamanda destan olsun dillere.
Ozan Dedemoğlu Beydili-İlbeyli-Elbeyli’nin Horasan’dan çıkıp Anadolu’ya gelmesini böyle güzel bir şiirle süslemiş. Şairin diğer şiirlerinde de kendisinin 1691 yılında devletin Beğdili aşiretini Rakka’ya Colab’a sürüp yerleştirdiğinde onların içinde olduğu da anlaşılıyor.
Beğdililerin Horasan istikametinden Anadolu’ya gelişleriyle, Beğdililerin Rakka’ya yerleştirilmeleri arasında tahminen 500 sene gibi bir zaman var. 1200-1691 yılları arasında Dedemoğlu, atalarının Anadolu’ya gelişlerini ya babadan dededen tevatüren, ya da yazılışını bir yerden görüp okuyup öğrenmiş, tekrar sürgün gibi çıkış gelişleri de şiirlerine yansıtmıştır. Bakın dördüncü dörtlüğün bir mısrasında “Oradan geçirdik sürdük Colaba” diyor. Colap ise 1691 Rakka sürgününe denk geliyor.
Colap kelimesinin geçtiği dörtlük oraya başka bir şiirden karışmışta olabilir ama Dedemoğlu’nun şu şiirinde de Rakkaya- Colab’a varıp nasıl yerleştikleri şöyle anlatılıyor.
Toplandık aşiret geldik Colaba
Başbend Firuz Beyin değil mi
Emretti beyler konduk yan yana
Hacı Alinin yurdu Seylan değil mi
Ondan aşağıya budak düzüldü
Bend sahibi ismi ismine yazıldı
Burda Berk ağanın keyfi bozuldu
Torunların yurdu Sirvan değil mi
Yurt verildi ulaşlının beyine
Oda kondu Berk ağanın sağına
Firkat geldi Akçakale dağına
Bayındırın yurdu goncan değil mi
Dedem oğlu haymaların kurulsun
Çekilsin bayraklar mehter vurulsun
Doğulsun kahvende harbin çağrılsın
Aptalların yurdu ören değil mi.
Dedemoğlu’nun bu türküsünde de kendisinin Rakka’ya gönderilen aşiretinin arasında olduğu görülüyor. Rakka’ya gönderilen Beydili-İlbeyli-Elbeyli aşiretlerinin umum baş beyi Firuz Bey imiş. Anadolu’da iken Osmanlı Firuz Bey’e nedense bir mevki vermemiş. Bir de aşiretiyle beraber Rakka’ya göndermiş. Buna çok üzülen ve bu duruma kahren 30.000 çadırlık aşireti, yani Beğdilinin bir bölüğüyle Rakka’dan İran’a gitmiş.
Dedemoğlu beyleri olan Firuz Bey’in hasretiyle de şu şiirini yazıyor.
Yıkılsa da bir araya derilse
Yenilse içilse sohbet verilse
Asılsa bayraklar mehter vurulsa
Aluben astığım günler olur mu
Yolum Aşsa karlı dağın sağından
Gülün dersem ber devlinin bağından
Tütünsüzden musullunun dağından
Bayrağım açtığım günler olur mu
Dedem oğlu kır atının üstüne
Eğri kılıç ala idim destime
Beğdilinin aneğini üstüme
Aluben açtığım günler olur mu
Dedemoğlu’nun yukarıdaki iki şiiri de Ali Rıza Yalkın’ın “Cenupta Türkmen Oymakları” adlı kitabından alıntıdır. Dedemoğlu şiirlerinde Beğdilileri Horasan’dan çıkarıp Kuzey Suriye’ye de Halep’e, oradan da Sivas’a getirildiği zamanları anlatılırken, başka bir zamana ait Kadir Baba isimli Beydili-İlbeyli-Elbeyli şairlerinden biriside aynı aşiret mensubu Beydili-İlbeyli-Elbeyli’leri Halep’ten alarak Sivas’a getirilişlerini konu alan şiirinde şöyle söylüyor.
Elbeyli (ilbeyli) dediğin bir beyin adı
Yöresi töresi yurdu beraber
Göçebe olarak Halepten geldi
Koyunu kuzusu kurdu beraber
Ana yurttan çıkıp dağlar astılar
Ovaları tepip ırmak geçtiler
Sivas yaylasında bir yer seçtiler
Amcası yengesi vardı beraber
Beylerinin dört yanını sardılar
El bağlayıp divanına durdular
Mensurlu köyüne yuva kurdular
Yakıştı obası sardı beraber
Üredi koyunlar kuzular burda
Ceylanlar avlardı tazılar burda
Çoğaldı Yörükler sığmadı yurda
Gerilen çemberi kırdı beraber
Bir değil beş değil on koy oldular
Sürüleri yaylalara saldılar
Birlik olup beraberce güldüler
Ayrılık onlara ardı beraber
Adı Hüseyin’miş Yörük beyinin
Gümüştenmiş direkleri evinin
Sayısı kırk iki olmuş koyunun
Yasayıp ne günler gördü beraber
Yörük derler yayla yayla gezene
Meraklıydı okuyana yazana
Sonunda alıştı yerli düzene
Toprağı isleyip surdu beraber
Beylerini kral gibi bildiler
Birlik olup kaleleri deldiler
Kararlarda istişare kıldılar
Kıvancı tasası derdi beraber
Şen olurmuş düğünleri toyları
Güreşirmiş ağaları beyleri
İncir ormanıymış Sivas dağları
Toplayıp inciri yerdi beraber
Çok yiğitmiş Osmanıyla Alisi
Gül açarmış dağlarında çalısı
Severmiş onları Sivas valisi
Devletle arası sırdı beraber
Müşkülünü alimlere sorardı
Geri kalmaz ileriyi tarardı
Düşmanı girmeye delik arardı
Dostunu basına kordu beraber
Kadir baba menzilime everim
Varamazsam dizlerimi döverim
Elbeylinin her aynını severim
Cemi cümlesini ferdi beraber
Kadir Baba’nın Beydili-İlbeyli-Elbeyli’lerin Anadolu’ya ne zaman, nerelerden ve nerelere geldikleri anlattığı bu şiiri Kadir Purlu’nun “Sivasta İlbeyli Türkmenleri” adlı kültür kitabından alıntıdır ve tamamının 24 dörtlük olduğu, buraya yalnızca 12 dörtlüğünün yazıldığını anlıyoruz…
(DEVAM EDECEK)