-1-
Politika Kasabası;
Dünyayı saran aşırı savaş ve katliamların…
Hak/hukuk tanımazlıkla harmanlanmış aşırı adaletsizliklerin…
İnsanı insanın kurdu yapan aşırı sömürü ve ahlaksızlıkların…
Gölgesinde kalan aşırı sıcak ile bağrında barındırdığı insanları bunaltıyor, boğuyordu…
***
Yol, yöntem bakımından büyük bir değişim; uygulama açısından çılgın bir dijital dönüşüm içindeki yerel ve yaygın medya hareketliliği kasaba medyasına da yansımıştı.
Yaşanan gelişmelerden herkes gibi payını alan gazeteci, Politika Kasabasının internet haber sitelerinden birinde çalışıyordu. Mesaisi bitince Siyaset Bulvarını geçip Millet Bahçesine vardı.
Ense karartan X kuşağına mensup emekli takımını görmezden gelip az ileride bir anlatıcıyı dinleyen Z kuşağının arasına karıştı…
Anlatıcı ilginç şeyler söylüyordu.
Ağaç gölgesine tünemiş emeklileri işaret ederek, “Bakın, X kuşağının halini görün” deyince hepsi o yöne döndü.
Deneni duymadığı için kendi halinde oturan emekliler bir sosyolojik kuşak olmaktan çok derdine uşak derbeder yığınıydı…
Anlatıcı, kuşaklar arası ayrışmayı bir silsileye bağladı:
- X kuşağı, 1980 öncesinin yoksulluk, terör, kan ve göz yaşı mağdurudur…
Y kuşağı, 80 sonrasının vahşi kapitalizmi içinde doğup büyüyen ara kuşaktır…
Z kuşağı ise dijital dünyanın yapay zeka mahkumu yeni yetmeler!
Gazeteci, “Bu adam ünlü bir sosyolog olmalı” diye söylenirken farklı bir X, Y, Z izahına tanık oldu:
- X, eks olurken Y ve Z birlikte ‘Yapay Zeka’yı oluşturdu!
Bu tahlile göre; X’in üzerine bir çarpı atıp önce morga sonra imama teslim ettikten kelli defin hazırlıkları sürerken; Y ve Z kuşaklarını Yapay+Zeka çatısı altında buluşturup, merhum ile olduğu gibi kuşak çatışması değil kuşak çakışması koalisyonu kurdurmak gerekiyordu! Yani, bir nevi!
Z kuşağı mensubu olduğu sorusundan anlaşılan biri, “X kuşağı da bizi görecek mi” diye, dışkısı çıkan şaka yapınca, anlatıcı, ciddi şekilde “Görecek” dedi!
Dinleyiciler bu diyaloğa gülerken anlatıcı gazeteciyi sevindiren cümleyi kurdu:
- Size bir medya masalı anlatayım da herkes birbirini görsün…
“Aha” dedi gazeteci, “Yazacağım tiyatro oyunu için epey malzeme çıkar burdan!”
Bir anda sevinci kursağında kaldı!
Anlatıcı, “Bugünlük bu kadar yeter, yarın devam ederiz” diyerek paydos zilini çaldı.
Yakınındaki gence sordu:
- Kim bu adam?
- İletişim Fakültesinde hocamız, “F Klavye” lakaplı, Prof. Dr. Kalem Kağıt!
Şaşırdı… Teşekkür edip, “Neyse, yarına kadar sabredeyim” diyerek bahçeden çıktı; kafasında “Bu nasıl bir isim” sorusuyla!
Az gitti, uz gitti; cadde - sokak düz gitti bir de baktı ki eve varmış!
Gazeteci heyecanlıydı. Geç de olsa yattı…
***
Devrisi gün…
Pencereye dayanan güneş tüm acımasızlığı ile yüzüne, gözüne saldırırken elini şapka yapıp “Ah sabah ile sabah ile…” türküsünü çığırsa da nafile; heyecanı isyan kertesindeydi ve bastıramıyordu…
Türlü donlar içinden seçtiği esvabını giyip, Politika Kasabasının Millet Bahçesine seğirtti.
F Klavye Hoca gelmiş, postuna oturmuş, Z kuşağına söz verdiği medya masalını anlatmaya hazırlanıyordu.
Yamacına serdi postu!
Koyun gibi değil insan gibi dinlemek istiyordu!
Sürüye sayılmamak için…
Bahçedeki bazı gençler meslekten tanıdığı gazetecilerdi. Demek ki medya masalını dinlemeye gelenler iletişim fakültelerinden mezun ya da gazetecilik bölümlerinde okuyan gençlerdi.
Bazıları haber merkezlerinde, yazı işlerinde çalışan stajyerler olmalıydı. Çünkü göz aşinalığı vardı…
F Klavye’ye yoğunlaştı…
***
Hoca, “Anlatacağım” dediği medya masalını tiyatral bir havada ama modern bir masal tekerlemesi ile giriş yaparak sunmaya başladı.
Bir varmış bir yokmuş…
Medya zaman içinde / Para saman içinde…
Develer tellal iken / Pireler berber iken…
John McCarthy ve Alan Turing yapay zekanın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Dijitalistanda birçok internet haber sitesi varmış.
Dinleyicilerin merakını hissedince rahatlattı:
- Sizi oralarda gezdireceğim…
Hoca, “Gezdireceğim” deyince, gazeteci, “Nasıl olsa bu bir masal, kimse beni görmez” diyerek F Klavye’nin peşine takılmak istedi.
Yamacına dikilip kendisini tanıttı.
Geziye katılmasına itiraz edebileceğini sandı ama yanıldı. Aksine, memnuniyetini belirtti…
Hoca, ayağa kalkıp el ederek, “Gelin gençler, anlatacağım masalı yerinde görmeniz için geziye çıkıyoruz! Bu kıyağımı da unutmayın!” dedi.
Alkışlarla karşılanan bu hareket emri, gençler için güzel bir mesleki gözlem fırsatı olacaktı…
***
Gazeteci, “Bundan iyi ortam olmaz” diyerek yanına yanaşıp, “Hocam size neden F Klavye diyorlar” sorusunu yöneltti.
“Ne zaman soracaksın diye bekliyordum” diyen Hoca anlattı:
- Bizim nesil F klavye daktilo dışında bir şey kullanmazdı. Sonra kafir işe bilgisayarlar, laptoplar, tabletler, notbuklar, cep telefonları çıkınca her şey onların alfabesine uygun biçimde Q klavye oldu. Ancak ben F klavyeden başkasında yazamadığım için laptopuma bile klavye takarak kullanıyorum. Bir gün bir baktım adım “F Klavye”ye çıkmış!
***
Gülüştükleri bu izahın ardından o büro senin bu büro benim dolaşmaya başladılar.
Yollarına çıkan ilk internet haber sitesine girdiklerinde patron Süzük Sülo, “Yüce Yaradan’ın bugününe şükür” diyerek keyfinin keka olduğunu anlattığı birine telefonda hal raporu sunuyordu:
On bin dolar veririm
Tıklamayı görürüm
Turna gitmez bi’yere
Tam gözünden vururum
Karşısındaki televizyondan haber sunucusunun sesi duyuluyordu:
- Yapılan araştırma sonuçlarına göre açlık sınırı 50 dolar, yoksulluk sınırı 150 dolar…
***
Gazeteci, yıllaar önce yaşadığı bir olayı hatırladı.
Süzük Sülo, sektöre yatırım yapma adına iyi niyetli bir girişiminde bulunurken “Yapma, etme. Bu kadar parayı buraya gömme. Şöyle yap, böyle yap…” diyenler arasındaydı. Uyarıları dinlemeyen Sülo, “Sana para kazandırırım” sözü veren birçok isme her türlü imkanı sunarken gazeteyi çıkarmak için canla başla çalışan asıl gazetecileri ihmal etmiş, sonunda duvara toslamıştı. Doğal olarak, sahibi olduğu matbaaya icra memurlarının biri geliyor öteki gidiyordu. Bir gün alt kata indiğinde o acı manzaraya şahit olmuştu. Matbaa için çok önemli olan bir makineye icra memurları el koyuyordu. Süzük Sülo ise mosmor halde bir köşede dikiliyordu. Durumu öğrenince icra memurlarına “Durun” diyerek, ev almak için birinden gelen borç parayı verip icrayı durdurmuştu. Belki de kurtuluşu orada başlamıştı Süzük Sülo’nun…
Yıllaaar sonra bir iş görüşmesi için yüz yüze geldiklerinde, “Senin devrin bitti! Şimdi Z kuşağı dönemi. Z kuşağının istediğini yapmazsak internet sitesi olarak yaşama şansımız yok” diyerek, ıskartaya çıkarmıştı onu!
“Daha dün sen bu gazetenin Yavuz Donat’ı ol” diyordun diyecek oldu vazgeçti!
Bugün orta yerde vahim bir durum vardı. Onu sormuştu:
- Habercilik, köşe yazarlığı, özgün içerik, Türkçe ne olacak?
Bu soruyu duymazdan gelen Sülo, misafirinin gitmesini ister gibi çekmeceleri karıştırmaya başlamıştı…
Öyle ya; Feyis Felo’ya 10 bin dolar vererek MEREK kriterlerini yerine getirip internet haber sitesinden ve ayrıca gazeteden milyonları kapıyordu nasıl olsa…
***
Hoca ve yoldaşları şaşkınlıkla Süzük Sülo’yu dinlerken, o, telefondaki arkadaşına hal raporu sunmayı sürdürüyordu:
Yürü dedi Yaradan
Kule yaptım paradan
Derdi güzel gerekti
O da çıktı aradan
Baktılar ki mevzuyu uzatacak; televizyonda, “2023-2024 eğitim yılı itibariyle 41’i devlet 21’i vakıf olmak üzere 62 üniversitedeki iletişim fakültesine, KKTC’deki 5 iletişim fakültesini de katarsak sayı 67’yi buluyor. Yeni açılacaklarla toplam sayı 80’e yaklaşıyor…” haberi verilirken ayrıldılar oradan.
***
Yakınlardaki bir başka internet haber sitesine girdiler.
Patron, odasına gelen bir çalışanıyla görüşmeye hazırlanmıyordu…
Denizi ve deniz ürünlerini sevdiği için adı “Bahriyeli”ye çıkan Balık Baho, alacağını isteyen çalışanına eliyle otur işareti yaparak telefona uzandı.
Elemanın, “Abi üç aydır maaş alamıyorum, paramı ne zaman ödeyeceksin” sözlerini duymazdan geldi.
Telefonun sesini açarak konuşan Baho’nun karşısında eski bir cumhurbaşkanı vardı.
- Sayın Cumhurbaşkanım, düzenleyeceğimiz Demokrasi Çalıştayının açılışını yapmak üzere onur konuğu olarak katılmanızı rica edeceğiz. Bunun için bir randevu lütfederseniz, arkadaşlarımızla birlikte sizi ziyaret etmek ve daveti zatıalinize bizzat iletmek isteriz…
Cumhurbaşkanı, “Olur, cumartesi günü bekliyorum!” deyince Balık Baho’nun keyfi katmerlendi.
Alacağını isteyen elemana dönerek hiçbir şey yokmuş gibi çalışmaya teşvik etti:
- Haydi koçum benim, duydun bak, büyük bir etkinlik düzenleyeceğiz. Bunu birlikte başaracağız. Hiçbir sorunumuz kalmayacak…
Eleman, odasına dönüp bilgisayarının başına geçerek hazırlık planlaması yaparken, Baho, alacağı olan eski bir elemanının telefonundaki mesajını okumaya başladı:
Sayın başkan her işin düştüğünde ararsın
Güzel sözler, sohbetle öpmek için sararsın
Bahri/yeli gibisin koşturursun, yorarsın
Meramımı diyecek mecal, gücüm kalmadı
“Bu da alacağını istiyor” diyerek söylendi:
- Vereceğiz abi, kaçmıyoruz ya!
Telefondan bir mesaj sinyali daha geldi. Açtı, okudu:
Türkiye’nin sorunu sorunsuzuz demektir
Söylüyorum, sorun şu: Emek hakkı yemektir
Yiyenlere göreyse en yüce şey emektir
Bahri/yeli konuya hakim eser her daim
“İşim başımdan aşkın” diyerek telefonu masaya bırakıp üç aydır maaş almadan çalışan gazetecilerin yanına gitti.
“Büyük bir etkinliği birlikte gerçekleştireceğiz ve bunun sonunda herkes maddi/manevi rahatlığa kavuşacak” diyerek talimatlar yağdırırken, masada bıraktığı telefonuna gelen son mesajı görmedi.
Onu da F Klavye Hoca okudu:
Bahri/yeli eserken Hacı Beyin damında
Nice kozalak bitti komşu evin çamında
İzlerine rastladım kadim nehrin kumunda
Demek ki neolitik çağdan beri var bunlar
İletişim fakültelerinde okuyan ve mezun olan on binlerce gençten biri olan gazeteci adayı geleceğinden endişeli şekilde sordu:
- Hocam bizi bekleyen gelecek bu mu?
Hoca moral verdi:
- Hayır… Bu kötü bir örnek, her patron böyle değil…
Bir gencin aklı ise Balık Baho’nun telefonda eski cumhurbaşkanını davet ettiği çalıştayda kalmıştı.
F Klavye Hoca, bu konuda da bilgilendirmede bulundu:
- Cumhurbaşkanını ziyaret ettiler… O çalıştay yapıldı. Eski cumhurbaşkanı gelmedi ama siyasetin, iş ve akademi dünyasının önde gelen birçok ismi katıldı…
Ekiptekiler şaşkınlıkla Hocaya bakarken soruyu kendisi sordu, cevabını da kendisi verdi:
- Şimdi diyeceksiniz ki, gazeteciler paralarını aldı mı?
İki nefes sustuktan sonra konuştu:
- Aldı!
Genç kızın öğrenmek istediği ise başkaydı:
- Balık Baho’ya ne oldu?
- Öldü!
***
Hüzünlenen ekip üyeleri, F Klavye Hocanın peşinden bir diğer patronun, Masat Muso’nun sitesine vardı.
Hepsi birden, “Masal ya, nasıl olsa bizi kimse görmüyor” diyerek patronun odasına daldı!
Bir gazete ya da internet haber sitesi bürosundan çok alacak / verecek meselelerinin halledildiği bir ortama benziyordu.
Muso, yamacına diktiği elemanları ile haber değil, mangır muhabbetindeydi…
Akçe düştü payıma
Haber benim neyime
Gazeteci gerekmez
Laf anlatman şeyime
Toplantının cazibesine kapılanlar duymuyordu ama televizyonun sesi açıktı:
- Gazetecilik, gazetecilerin kendini güvende hissetmediği, ekonomik sıkıntı ve gelecek kaygısı içinde yürütülen bir meslek halini aldı…
Haberden haberdar olmayan gazeteciler, Masat Muso’nun mesajını can kulağıyla dinliyordu:
Site kurdum dijital
Her derdime medikal
Yazan, çizen istemem
Benim işim müzikal
Geziye katılarak masalın içinde yerini alanlar gördü, duydu ve anladı ki; dijital dönüşüm içindeki ruyi zeminde kaçınılmaz biçimde dijitalleşen medya, mesleki hiçbir ilkenin, kaygının kalmadığı bir sektöre dönüşmüştü.
Z kuşağına mensup genç bir gazetecinin isyan sesi yükseldi:
- Haber yok… Yazı yok… Fotoğraf yok… İçerik var ama onun da ne idüğü belirsiz!
F Klavye Hoca, işaret parmağını dudağının üzerine kondurarak genç arkadaşa ‘sus’ dedi!
Muso, gazetecilerden gazetecilik beklentisini ‘kopyala / yapıştır’ olarak özetliyordu!
Ancak böyle bir uygulamanın büyük sakıncaları vardı.
Bunun farkına 30 bin dolar ceza ödeyerek varması telafi edilebilirdi ama mesleğe bakışı ve beklentisi tahammül edilecek gibi değildi…
Masat Muso’yu da kendi haline bırakıp bir başka internet haber sitesini gözlemeye gittiler…
***
İçine daldıkları sitenin sahibi daha genç yaştaydı. Gazeteci, F Klavye Hocaya “Bu şahsı tanırım” derken, mesleki hassasiyetler adına Bıçkın Bedo’dan umutluydu…
Genç yaşına rağmen çok şey görüp geçirmişti.
Vardılar baktılar…
Tıkır tıkır idi muhabiri, yazarı; üç tek atmış ser hoş olmuştu ayak üzeri!
Bir yırtmışlık içindeydi Bedo:
Yatırıma gittiydim
Hata edip yittiydim
Şansım döndü sonradan
Yoksa yandım, bittiydim
Bu esnada, son dakika haberlerini takip etmek için hâlâ en kestirme yol olan televizyon açıktı:
- Ülkemizde en zengin yüzde 1’lik kesim ülkedeki servetin yüzde 40’ını alıyor. Türkiye bu kritere göre Avrupa’da servet dağılımı adaletsizliğinde ilk sırada bulunuyor…
Bedo, para kazanma yolunu gazetecilikle değil de mesleği kuşatan iç/dış etkenlerle izah ediyordu:
Z kuşağı tıklıyor
X ve Y de çokluyor
Gugıl bizim canımız
Feyis ise pekliyor
Z kuşağından genç kız, “Bu adam ne dedi hiçbir şey anlamadım” deyince, F Klavye Hoca aydınlattı:
- Gugıl Gülo ile Feyis Felo başta olmak üzere teknoloji tayfası, internet haber sitelerinin kriterlere uygun hale gelebilmesi için hepsinden her ay 10-15 bin dolar alıyor. Bu vesile ile Türkiye’yi, dünyayı ilgilendiren bir köşe yazısını aranızdan 100 kişi okurken, kimyasal ürünlerle saç telini nasıl kurtarmak gerektiğini anlatan bir içeriği 200 bin kişi tıklıyor. Bazen de on milyonlarca insan. İşte onu anlattı!
Genç gazeteci “Haaa” derken, Bıçkın Bedo çılgınca bağırıyordu:
- Keşfete düşmeliyiz… Para içinde yüzmeliyiz…
Bir anda toparlanmaya ve ceketini giymeye çalışan Bedo, belli ki bir randevuya yetişmek üzereydi.
Sevgilisi olduğu söylenen idare müdürü kadını çağırarak internet haber sitesinin haber merkezi ve yazı işlerini ona teslim etti!
- Her şey sana emanet. Gazetecileri iyi idare et!
Hoca ve yoldaşları onu da onunla bırakıp, ondan önce çıktılar bürodan…
(DEVAM EDECEK)