[simple-author-box]
Bir kitap yazdım duruyor! Basılması gecikince, dikkat çekmek istediğim bir konu elimde patladı!
Bilindiği gibi son günlerde siyaset sahnesinin starı Zülfü Livaneli!
Livaneli Duvar’a konuştu! Hem de ne konuşma. Gazeteci İrfan Aktan’a her şeyi anlatan Livaneli, CHP’nin Baykal gerçeğiyle hesaplaşmasının şart olduğunu söyledi ki bununun gerekçesini ‘dün’ yazdığı köşede kendince anlatmıştı.
Dün dediğim 2007 yılı…
O yazıyı yayımlanmamış kitabımdan alıntılayacağım ama Deniz Baykal için “Tipik bir Sünni, sağcı, Ankara politikacısıdır. Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmez.” ifadesi hasta yatağındaki biri için çok ağır…
“Türkiye’de sol yok” tespitine ya da iddiasına hak verenlerdenim. Ancak, Livaneli’nin, “Bülent Ecevit ve Deniz Baykal soldan hoşlanmayan Türk milliyetçisi” değerlendirmesinin enine boyuna değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.
“FETÖ’yü devlete ilk yerleştiren Bülent Ecevit’tir” iddiasına ‘rest çeken’ eski bakanlardan ve DSP genel başkanlarından Masum Türker olduğu için bendeniz de herkes gibi bekleyip göreceğim! Ne diyecekler bakalım… Deniz Baykal da bir değerlendirme yapacak. Gazetemiz yayımlandığında belki de açıklamayı yapmış olacak.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na göre durum şu: Ortada başka olaylar varken bunu başka noktaya çekmek Türkiye'ye ihanettir.
Baykal’a yakın isimlerden, TBMM eski Başkan Vekili Yılmaz Ateş ise Livaneli’nin sözleriyle ilgili şu ifadeleri kullandı:
“SHP ve CHP’de 20 yıl yöneticilik yaptım. Sayın Baykal’ın ‘Alevileri, Kürtleri sevmiyorum’ sözlerini ne duydum ne de okudum. Ama Sayın Baykal 1975 yılında Demirel hükümeti bütçesi üzerine yaptığı konuşmadaki sözlerinden ötürü yıllarca ‘Baykal Kızılbaştır’ diye suçlanmıştı. SHP Genel Sekreteri olduğu dönemde Baykal’ın önerisi ve başkanlığında kurulan komisyonun 1989’da hazırladığı ‘Kürt Raporu’ bugüne kadar ortaya konan en önemli yazılı belgedir. Sayın Ahmet Türk, terör suçlaması nedeniyle 2016 Kasım’da tutuklandığında Mardin’e evine ziyarete gittiği için eleştiri yağmuruna tutulan Baykal olmuştu. (Baykal’a, Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasına ilişkin eleştiriler) Sayın Tayyip Erdoğan’ın yasağı 22 Aralık 2002’de kaldırıldı. Sayın Baykal ve Sayın Erdoğan’ın Beylerbeyi’ndeki görüşmesi tam 2 ay sonra gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık pazarlığı, yasağın kalkmasından 2 ay sonra mı yapılır?”
Deniz Baykal’ın 2002 yılında Tayyip Erdoğan’la Beylerbeyi’ndeki bir otelde yaptığı ‘anlaşma’ dan söz eden Livaneli’nin 2007 yılında yazdığı yazıda vurguladığı hususlar, söz konusu röportajla birlikte yeniden gündeme geldi.
“Seçim Fırtınası / 2015” kitabımda konu şu şekilde yer alacak:
Erdoğan-Baykal görüşmesinin derinliği
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Antalya Milletvekili Baykal buluştu ve Türkiye bu görüşmeye kilitlendi ama bu ‘muhabbetin’ bilinen, bilinmeyen bir ‘derinliği’ vardı!
Önce 2007 yılına gidip sanatçılığı, solculuğu ve bir dönem CHP’liliği ile her zaman ön planda olan Zülfü Livaneli’nin Vatan Gazetesinde 24 Temmuz 2007’de yayımlanan, “Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!” başlıklı yazısının kendimce önemsediğim paragraflarını hatırlatmak istiyorum. Daha sonra 2003’e uzanıp yeniden o güne dönüp, bugüne geleceğiz. Livaneli yazısının bazı bölümlerinde diyordu ki:
Deniz Bey lütfen hatırlayın: 19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.
Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum. Abdullah Gül başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti. Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.
Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”
Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”
İki ay dayanamaz iddianızı, “Görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.
Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.
O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
(…)
Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”
Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.
Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?
(…)
Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin. Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
(…)
Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.
(…)
Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz. CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.
Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.
Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.
Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.
Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.
(…)
Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de. Bad-el harab-ül Basra!
Deniz Baykal’dan jet savunma
“AKP’nin o zamanki genel başkanının siyasal haklarını kazanarak parlamentoda görev yapmasını demokrasinin gereği içinde düşündüm ve bu anlayışla hareket ettim. Parti içinde buna karşı çıkanlar oldu ama ben bunlara inanmadım.
Bir parti başkanı 360 milletvekilini parlamentoya soktuysa kişisel olarak değerlendirmek doğru değildir. Bununla iftihar ediyorum. Ve hala hiç kuşku duymuyorum. Aksini savunmak demokratik değil sığ bir anlayış olur.
Ama hiçbir yerde AKP Genel Başkanı’nın iflas edeceğini söylediğimi kimse iddia edemez. Böyle bir şey söylemedim.”
Tanıklık edenler… Livaneli’ye hak verenler… Erdoğan, Baykal’a cumhurbaşkanlığı mı önerdi?
Zülfü Livaneli’nin yazısı o dönem çok konuşuldu. Erdoğan ile CHP Lideri Baykal’ın 2002 seçimlerinden sonra bir araya gelip ‘pazarlığı yaptıkları’ iddiası farklı isimlerin açıklamaları ile boyut değiştirdi. CHP’de Baykal’ın kurmay kadrosu içinde de yer almış olan Yaşar Nuri Öztürk, HYP Genel Başkanı olarak Habertürk Televizyonu’na konuşurken yaptığı açıklamalarda, Erdoğan’ın, ‘kendisine başbakanlık yolu açılması karşılığında Baykal’a cumhurbaşkanlığını önerdiğini’ iddia etti.
Zülfü Livaneli’nin yazdıklarına tanıklık eder gibi, Baykal ile Erdoğan’ın Beylerbeyi’ndeki bir yalıda baş başa görüştüğünü anlatan Öztürk, Erdoğan’ın Baykal’a cumhurbaşkanlığı sözü verdiğini böylece kendisine Meclis yolunu açtırdığını ifade etti.
Yalı görüşmesinden önce Baykal’ın, Erdoğan’ın Meclis’e girmesine sıcak bakmadığını, görüşme sonrası Mehmet Sevigen’in evinde, “Erdoğan Meclis’e gelmelidir” dediğini aktaran Öztürk’e göre: Tayyip Erdoğan, Deniz Bey’e, “Sen beni Meclis’e taşı. Dokunulmazlıkları falan bırak. Günü geldiğinde biz de sana cumhurbaşkanlığı yolunu açalım” demiş.
“Yalı toplantısında al gülüm ver gülüm yapıldı” diyen Öztürk’e göre, “Deniz Bey, anamuhalefet partisi lideri gibi değil ana muvafakat partisi lideri gibi çalıştı. Çünkü kendisine verilmiş bir söz vardı.”
Dönemin Star gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, Erdoğan’la Baykal’ın 22 Şubat 2003’te Beylerbeyi’ndeki gizli buluşmasını ele aldığı yazısında iki ismin değerlendirmesine de yer verdi. Buna göre:
-BAYKAL’a bir dönem en yakın isimlerinden biri olan CHP eski milletvekili Bülent Tanla, görüşmeleri doğrulayarak, Beylerbeyi’ndeki yemek organizasyonunun Haluk Örgün’e ait olduğunu, görüşmede kendisinin bulunmadığını söyledi. Tanla, arabasıyla Baykal’ı bu görüşmeye götürdüğünü doğrulayarak, “Evet benim arabamla gittik. Ben görüşmeye katılmadım. Yine benim arabamla birlikte döndük” dedi. Tanla, “Bu toplantı baş başa yapılan bir toplantı olduğu için içeriğine yönelik bir şey söylemem mümkün değil” dedi.
-BAŞBAKAN Erdoğan ile CHP Lideri Deniz Baykal arasında Beylerbeyi’ndeki bir restoranda gerçekleştirilen görüşmeyi organize eden Haluk Örgün de, görüşmeyi doğrulayarak, “İnsanlık için, memleket için hayırlı bir iş yaptık” diye konuştu. Örgün, “Biri başbakan, biri Deniz Baykal, otursun, konuşsunlar, anlaşsınlar dedik” şeklinde konuştu. İki lideri de yakından tanıyan Örgün, neden Beylerbeyi’nde görüşme yapıldı sorusuna, “Bir anlamı yok, o gün orası denk geldi. Orada görüşme oldu” dedi.