[simple-author-box]
Basın mensupları “press”lenirken... YAŞ GÜNÜ MÜ? YAS GÜNÜ MÜ?
(Okurken dikkat: Bu yazı, 17 Ocak 2001 tarihlidir)
(2001’de) Adeta bir “yas günü” olarak kutlanan 212 sayılı yasanın “yaş günü” (10 Ocak) hakkında bir iki söz etmemek, meslektaşlarımıza olmasa bile mesleğe ihanet gibi geliyor.
1998-2001 arasında Bugün, Süper Tan, Yeni Günaydın, Ateş, Yeni Yüzyıl, Asabi, Ayyıldız, İlk Haber, Aydınlık, Yeni Gündem ve en son olarak da Yeni Binyıl gazeteleri kapandı…
*Biz gazeteciler, birilerinin hakkını-hukukunu ararken coplanır, dövülür hatta öldürülürken; sıra kendi hakkımızı-hukukumuzu aramaya gelince çaresizliğin girdabında çırpınır dururuz.
Böyle bir hak arama hakkımız hem “esas” hem “usûl” bakımından neredeyse imkansızdır.
Buna rağmen, üzerinden uzunca bir süre geçmesine rağmen, adeta bir “yas günü” olarak kutlanan 212 sayılı yasanın “yaş günü” (10 Ocak) hakkında bir iki söz etmemek, meslektaşlarımıza olmasa bile mesleğe ihanet gibi geliyor...
Adı “Çalışan Gazeteciler Bayramı” gibi şirin bir tabirle ifade edilen günde, basın dünyası tam manası ile bir yas içindeydi. Bu yas, yeni dramlarla bir felakete dönüşmeye başladı...
Aylardır maaş alamayan ve haber müdürüne, istihbarat şefine telefon ederek “abi cebimde 5 kuruş yok, bugün işe gelemiyorum” diyen başbakanlık muhabirlerinin varlığını okuyucu bilmek zorunda değil... Maaş alamadığı için kirasını ödeyemeyip, karda-kışta ev sahibi tarafından sokağa atılan arkadaşlarımızın durumu okuyucuyu ne kadar ilgilendirir bilemeyiz; ama, biz gazetecilerin bildiği bir gerçek var ki, o da, sektördeki umumi ahvalin hayra alamet olmadığı...
Bir dram yaşanıyor...
20 yıl önce; ulusal çapta yayın yapan onlarca gazetenin dışında kimi etkin kimi “naylon” pek çok mahalli gazetenin varlığı, şu veya bu sebeple işsiz kalan bir gazeteciye kısa süre içinde iş imkanı sağlıyordu. Ya bugün?
Bugün durum vahim... Durum; sosyal hakları elinden alınmış gazetecilerin içinde bulunduğu güvencesizlik, birbiri ardına kapanan gazeteler, bazı basın-yayın organlarında yüzde 50’leri bulan işten çıkarmalar yüzünden tam bir drama dönüşmüş bulunuyor...
Kahvaltı mamasında neskafesini yudumlarken göz attığı gazetede okuduğu bir haberin üzerindeki imza sahibinin o gün işsiz kalmış olabileceğini kaç kişi düşünür? Herhalde hiç!..
Düşünse bile elinden gelen bir şey yoktur zaten...
Patronlar arasında “garip” şekilde el değiştiren gazetelerin varlığı, bir sabah şapkasını alıp gidenlerin bir gece ansızın yeniden patronluğa dönmesi, dün bir gazetenin Ankara, İzmir ya da Adana temsilcisi iken, ertesi gün işsiz kalan meslektaşlarımızın içine düştüğü durum gibi pek çok örnek, sektörü “çalışan gazeteciler” açısından bir cehenneme dönüştürdü. “Çalışmayan gazeteciler” ise yaşıyordan sayılmıyor bile. Yani onlar ölmüş de ağlayanı yok...
Düşündürücü...
Bir zamanlar, gazetecilere tanınan haklara karşı çıkarak gazetelerini 3 gün yayımlamayan işverenlerin, mütevazı mekanlardan medya center’lara, plazalara taşınırken, gazetecilerin hemen her dönemde büyük sorunlarla karşı karşıya bulunuyor olması düşündürücü.
Çünkü gazetecilerin; ya çalışma ortamı düzelirken çalışma şartları bozuldu, ya aynı işi yapan kişiler arasındaki ücret farkları bir uçuruma dönüştü, ya da en küçük bir krizde yüzlercesi işsiz kaldı... “Nerede o günler?” duygusallığı ile nostaljik bunalımlara girmenin alemi yok. Her şey gibi basın dünyası da her yıl biraz daha gelişen dinamik bir yapıya sahip. Hatta bu bakımdan en şanslı birkaç sektörden biri. Ancak, teknolojik bakımdan sağlanan donanım göz kamaştırsa da, gazetecilerin içinde bulunduğu durum her dönemde vahametini korudu, koruyor...
Kapanan kapanana
Bir gazetenin kapatılması demek, kapanan gazetenin çapına göre onlarca veya yüzlerce arkadaşımızın kapının önüne konması demektir. Kartelleşmeye karşı çıkarken tekelleşmenin yaşandığı bir ortamda kapının önüne konmak demek, iş bulma imkanlarının en aza inmesi demektir. Hal bu olunca, son 3 yıl içinde ulusal çapta yayın yapan 11 gazetenin kapanmasını bir facia olarak tanımlamak abartı sayılmamalı... 1998-2001 arasında ipi çekilen; Bugün, Süper Tan, Yeni Günaydın, Ateş, Yeni Yüzyıl, Asabi, Ayyıldız, İlk Haber, Aydınlık, Yeni Gündem ve en son olarak da Yeni Binyıl gazeteleri, sadece basit bir kapanmanın kurbanı olan yayın organları değil; pek çok gazetecinin geçimini sağladığı ekmek kapılarıydı.
Sendikalar-patronlar
Bu acı gelişmeyi değerlendiren Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin “hazin” olarak değerlendirmesi elbette bir hüzün ifadesi. Ancak, peşinden söyledikleri de biz gazeteciler için, işsiz kalma korkusunun artarak devam edeceğini gösteriyor. 1950 yılında başlayan mücadelenin 1961 yılında 212 sayılı yasanın çıkmasıyla bir dönüm noktasına ulaştığını ve gelinen noktanın üzüntü verici olduğunu kaydeden Ekşi sözlerine şöyle devam ediyor:
“Çünkü çalışan gazetecilerin bu 40 yıl sonunda sosyal güvenlik yönünden çok daha gerilere düştüğünü biliyoruz. Özellikle sorumsuz sendikacılığın sebep olduğu bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Bu dönemde birçok gazetecinin daha işsiz kalması, basın yaşamımıza vurulmuş ağır bir darbe olacaktır. Basın çalışanları bunun sorumlularını iyi tayin etmedikçe ve hesap sormadıkça çalışanlarımızın kaderi maalesef bu şekilde sürüp gidecektir.”
Oktay Ekşi, bu açılma-kapanmaları sektörün “dinamizmine” bağladıktan sonra, sendikaların ardından işverenlere de dokunuyor:
“Beni kapanmalar ve açılmalardan çok bu kurumlarda görev alan meslektaşlarımın sosyal güvencesi ilgilendiriyor. Sosyal güvenceden yoksun gazeteci işverenin esiridir. Birkaç iyi istisna bu gerçeği değiştirmez. O nedenle özgür gazetecilikten, yazı işleri bağımsızlığını korumaktan yana olan herkesin öncelikle dikkatini bu noktaya çekmek istiyorum.”
Nail Güreli…
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Nail Güreli de, gazetelerin kapanmasını “ekonomik nedenler”e bağlayarak şunları söylüyor:
“Son yıllarda kapanan gazete sayısında artışın gözlenmesinde yönetimlerin sorumluluğunun ve yanlış istihdam politikasının da payı olmalıdır. Bir başka neden de başlangıçta iddialı bir şekilde kadroyla çıkarılan gazetenin okurdan gerekli ilgiyi görememesi ve yeterli tiraja ulaşamamasıdır. Kapanan gazeteler üzerinde dururken, ayrıca siyasal nedenlerle ve mahkeme kararıyla kapanan gazeteler de göz ardı edilmemelidir.”
TGC Başkanı Nail Güreli, Basında Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimine Dair 5953 Sayılı Kanun’da değişiklik yapan 212 Sayılı Yasa’nın kabul edildiği gün olan 10 Ocak’ta yaptığı açıklamada da, 10 Ocak tarihinin ilk yıllarda “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlandığını, ancak, son dönemlerde bir “yas günü” olarak anıldığı belirtiyordu.
Gazetecilere birtakım sosyal haklar tanıyan ve güvenceler getiren 212 Sayılı Yasa’nın kabulünün 20. Yıldönümünde basın dünyasının, hiç de iç açıcı olmayan sorunlu bir tabloyla karşı karşıya bulunduğunu ifade eden Güreli, “212 Sayılı Yasa birçok büyük işyerinde uygulanamaz duruma getirilmiş, yasanın öngördüğü sendikal çalışmalar engellenmiş, toplu sözleşme düzeni ağır darbe yemiştir” diyordu.
Yasal güvenceden yoksun basın çalışanlarının zaman zaman yaygın işsizlik tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını söyleyen Güreli daha sonra şunları kaydediyordu:
“Bu durum, bir yandan iletişim özgürlüğünün önünde engel oluştururken, öte yandan sosyal haklar bakımından olumsuz bir tabloyu sergiliyor. Türkiye Batı standartlarıyla bağdaşmayan bu tabloya layık değildir.
Bugün iletişim özgürlüğünden önce hukukun üstünlüğünü talep ediyor; önce hukuk, sonra basın özgürlüğü diyoruz. Çünkü hukukun üstünlüğü sağlanmadan, hiçbir hak güvenceye alınamaz. Dolayısıyla iletişim ve ifade özgürlüğü de tam anlamıyla var olamaz.”
Herkese düşen görev
“Türk basını içine düşürüldüğü bu çıkmazdan kurtarmak herkesin görevidir” diyen Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Ziya Sonay da, yaptığı açıklamada, 40 yıl önce gazetecilere tanınan sosyal haklara karşı çıkarak 3 gün boyunca gazetelerini yayımlamayan gazete sahiplerinin bugün medya plazalara dönüşmüş işyerlerinde holding patronu haline geldiklerine değinen Sunay, şunları söylüyordu:
“Oysa, gazete sahiplerinin tepkisine bir direniş örneği vererek 10 Ocak 1961 tarihinden itibaren 3 gün boyunca “BASIN” adıyla kendi gazetelerini çıkaran basın emekçileri, bugün daha ileri ve çağdaş haklara sahip olmak bir yana, 212 sayılı yasanın 40 yıl önce sağladığı haklardan bile mahrum durumdadırlar.”
Türk basının hızla bir çöküşe doğru gittiğini ifade eden Sunay, imkansızı zorlamayı da ihmal etmiyordu. Dedik ya, gazeteci başkasının hakları için dayağı, ölümü göze alır da sıra kendi haklarına gelince ister istemez “kuzu” kesilir. Buna rağmen TGS Genel Başkanının sözlerini hatırlatmak gerekiyor:
“Gazeteciler, medyanın içine sokulduğu yanlışlıkların üzerine aktif olarak gitmeli, işyerlerinde editoryal bağımsızlıklarını elde etmeli ve en azından yasal haklarının uygulanmasını talep etmelidir. Örgütsüzlük, özgür gazetecilik için de bir tehdittir. Örgütlenme hakkını kullanmayan bir gazetecinin, yasal haklarının uygulanmasını bile talep edemeyen bir gazetecinin, özgürlüğünden söz edilemez. Bu bilinçle, gazeteciler işyerlerinde sendikal örgütlenmenin mücadelesini bir an önce başlatmalıdır.”
Hadi bakalım kolay gelsin!..
Nazmi Bilgin
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin ise çağrısında biraz daha ileri gidiyor ve “bayram” mesajında, 10 Ocak’ın bir yıldönümü olarak kutlanmaması gerektiğini belirterek, “Olsa olsa 10 Ocak bayram yerine, basın emekçilerinin haklarını yitirdikleri yas günü diye anılmalıdır” diyordu.
“Basın emekçilerin temel demokratik haklarından olan örgütlenme haklarını ellerinden alan medya patronlarının, güçlerini siyasal iktidarlar üzerinde bir tehdit olarak kullandıklarını ifade eden Bilgin, mesajında şu hususlara dikkat çekiyordu:
“Kırk yıl önce basında çalışanlarla çalıştırılanlar arasındaki 212 sayılı yasanın çıkışının basın bayramı olarak kutlandığı bir gündeyiz. Aslanda bugün gazete patronlarının yok ettikleri, ortadan kaldırdıkları bir yasanın yıldönümünün kutlanmaması gerekir. Olsa olsa 10 Ocak bayram yerine, basın emekçilerinin haklarını yitirdikleri Yas Günü diye anılmalıdır.
Devletin büyük ihalelerine girmek için kendi aralarında örgütlenmeyi demokrasinin nimetlerinden sayanlar, basın emekçilerinin demokratik haklarını kullanmak için yaptıkları en küçük girişimlerde demokrasinin temel koşullarını yok farz etmektedirler.
Türk devletinin ulusal devlet yapısı ve Cumhuriyet rejimi, basın özgürlüğünü kullandıkları ileri sürülen bir sürü rejim düşmanının hedef tahtası haline gelmiştir. Soğuk savaş döneminin kapanmasıyla dünyada yaşanan yeni paylaşım döneminde Türkiye’nin elde ettiği önemli stratejik konum, adeta bazı kalemleri rahatsız etmişe benzemektedir. Sürekli ulusal devlete ve Cumhuriyet rejimine karşı kin kusan kalemler, tekelci kalemler tarafından baş tacı edilmektedir.”
DURUM KÖTÜ...
Gördüğünüz gibi herkes her şeyi söylüyor ama hiç kimse hiçbir şey yapmıyor, yapamıyor.
Patron gazeteciye eziyete, sendikacı patrona hücuma devam ederken, biz gazetecilere de okuyucuya dert yanmak düşüyor... Bu tehlikeli gidişin düzelmesi için üzerine görev düşen asıl sorumlular ise kendi derdine düşmüş durumda...
Sözün özü; medya dünyasında “durum kötü...”