baktım, hoş bir vedadaydı esmer yüzün, hasretliydi; -hoşça kal!-
yayılan ve iz bırakan dağ ıslığı gidenlerin bıraktığı yokluk
sen hep o kederli sesinle sev beni yeşil ovalar geçerken
ben yalnızlıklar işleyeyim gergefime bir de mızıka sesi
iki tutam saç ekleyip büyütürüm dal dal özlemini
saçlarıma taşıdım güneşin ahengini yağmur sonrası
uzak olsun diye rüzgârın yana yakıla arandığı bozkırdan
içimde kent sıkışıklığı avucumda ter yaz sıcağı isyanda
ayrılığın çetelesini tutmuşken düşün ki
bir daha geçmez buralardan sesini götüren tren
yazıldıysa bu şiir gecenin hatırına
günün karmaşasında rastladım sokak çalgıcısına
kekik kokuları melendi içsesinin önsözüne nefesi eksik
“çobanıl şiirler”e (*) uzadı kavaldan yüzüme çarpan hüzün
ellerim çoğul gül/dü, gülüştü, kırmızı düş/tü mavi
tenimdeki benler renklendi, çeyizimin naftalin kokulu mendili
gibi oyalı duvakla saklanırım eski evlerin arka bahçelerine
harfleri düşün değişen anlamını ve algıları yerleştir zerresine aklın
edilemeyen sözdür bence kuş kanadındaki özgürlük, sor nedenini
ellerim böyle diri ve yaşamsalken beyaz bir kağıda küsmenin
inatçı mizacım tütsüler tüm sözcükleri de öyle koyar yerine
ya bir şarkı ya bir şiir olur akardı gökyüzünden çocukluğumuz
saatleri şaşırırdık seninle görmüş geçirmiş tan sessizliğinde
eylül karması renginde buralar şimdi kalbim uykusuz
bekler inci gibi o kristal kürenin içindeki şerarem
çıkmayı ve dağılmayı yeryüzüne sırça köşkten geçerek
uçurtmalar da sabırsız her zamankinden
bir yer aç bana yanında kendin kadar derin ve sırlı olsun
yağmurlar buluşturabilir bizi ancak bir dağ kadar uzağız
bir şiir anlatabilir bizi ancak harfler arasından ebruli bir yokuş
(*) Oktay Rifat