Parkın yürüyüş yolunda tam önüme sümkürerek tüküren, yem yiyen güvercine tekme atmaya çalışan, yolda karşılaşınca yana çekilmeden omuzuna vurup geçen, sandalye dururken illa ki toprağa bağdaş kurarak oturan, çitlediği çekirdeği yere pervasızca atan, otobüste metroda bağıra çağıra konuşan ve yer için birbiriyle çekişen, işte bunları görünce şöyle bir soru geldi aklıma: Biz şehirli miyiz, kentli mi?
Henüz şehir ve kent kavramını çözememişken, yaşadığımız yeri tanımazken bu nasıl bir soru diye düşündüm. Gerçekten nasıl bir soru? Kentli miyiz, şehirli mi? Tanımlara bakarsanız kentliyiz. Yaşadığım şehrin kurulması yüzyıllar ötesine gidiyor çünkü.
Kent ve kentlilik…
Katman katman medeniyet üst üste yerleşmiş, kendi geleneğini yerleştirmiştir. Kent kurulu düzendir, kurallardır, binadır, yaşam alanlarıdır. Coğrafi şartlarına uygun konumlanma, bina yerleştirme vesair işleri halletmiş, buna göre davranış geliştirmiş, ağaçlarından, bitki örtüsüne, ekilecek meyve sebzesine kadar yoğun seleksiyondan geçirip en doğru olanında karar kılmış bir düzendir kentleşmek. Kısaca kentleşmek yüzyıllar sürer ve kendi düzenini kurar. Kentli olmanın tanımını şöyle söyleyenler de vardır: “Bireylerin, kurum ve kuruluşların kentte yaşamanın gerektirdiği koşul ve normları anlamış, özümsemiş ve benimsemiş olmalarıdır.”
Sonra kentli olmanın bir şartının da herşeyi bir bütün olarak görüp kabul etmekten geçtiğini fark edersiniz. Yani kentli olmak her şartta bir bütünlük ister.
Şehirli olmak nedir?
Sonra insanın aklına şöyle bir soru daha gelir daha doğrusu benim aklıma gelir; pekii şehirli olmak ne demek?
Şehirli olmanın ne demek olduğunu anlayabilmek için tarihin sayfalarında biraz dolaşmamız, Mezopotamya’ya kadar uzanmamız gerekecek. Tarihte ilk medeniyetin geliştiği yani şehirleşmenin ilk keşfedildiği yer Mezopotamya olarak bilinir. İnsanların; avcı- toplayıcı, komün hayattan çıkıp, kurulan kentlerde tekil yaşama geçiş, daha doğrusu bireysel yaşamı keşfetmek olarak algılanır şehircilik.
Şehirli olmanın kendi içinde kuralları vardır. Bunlar daha çok hayatın, elle tutulur gözle görülür yanı olmayan ancak insan hayatını güzelleştiren, kalite katan yaşam kurallarıdır. Bir anlamda soyut yani sanatla, edebiyatla, görgü kurallarıyla yaşamının kalitesini yükseltecek olgularla bir kural koyar. Şehirli olmak; şehirde yaşamayanlardan daha farklı davranış ve görüş sergiler ve bunun mutlak böyle olması gerekir. Çarpık kentleşme, çarpık bir şehircilik anlayışı getirir. Arabesk ve gecekondu kültürü bir ayrık otu gibi bir medeniyeti daha doğmadan katleder ki, bu gelişmenin, yenilikçi olmanın hatta çağdaş olmanın bile önünü tıkar. Bu katlediliş sanatı edebiyatı, görsel düşünsel aklınıza gelebilecek her şeyi katleder.
Tuhaf şehirli, kentini tanımaz, değerlerini bilmez, oysa şehirli kentini tanımalı, ağacını, kuşunu, adamanı kısaca değerlerini fark etmelidir. Şehir bir bütündür, ayrıştırılmaya gelmez, kırılgandır, canlı bir organizma gibi hayatiyetini kaybeder ve ortaya ucube bir yaşam çıkar. İşte o ucube yaşam, insanı boğar, yaşam hevesini elinden alır. Kentte yaşamak demek, şehirli olundu anlamına gelmez. Yolumuz bir şekilde kente düşebilir ve hatta burada yaşamaya başlarız, bu hiçbir zaman şehirli olduğumuz anlamına da gelmez. Altını çizerek şunu belirtmek isterim ki; kentte yaşayacaksak, şehirli olmanın kurallarını bilmeli ona göre davranmalıyız. Köylü veya kırsal, yabanıl bir hayatı şehrin içine getirip yerleştirmeye çalışmak, en büyük katliamdır diye düşünüyorum. Şehirlilik bir kültürdür.
Şehir veya köy yaşamı diye ayırmak gerektiğine kesin inananlardanım, hatta üç kuşak nesil kentte yaşamayanlar şehirli sayılmasın diye bir tez geliştiriyorum. Bana bu anlam da kızanlar olacaktır ama köyde bir şehirlinin verimsizliğini düşününce herkes ve her şey yerli yerinde olmalı diye altını bir kez daha çiziyorum. Şehir; ilmin, bilimin, tekniğin, gelişmenin, okumanın, sanatın, uzay çağını yakalamanın bunun eğitimini vermenin, tıpta ilerlemenin, teknolojiyi insan hayatını kolaylaştırmak için geliştirmenin yeriyse eğer ve öyledir buna göre davranmalıyız. Acımasız olduğumu söyleyebilirsiniz ama şehirdeki her evden müzik sesi; piyona, keman duyulmalı, sokakları sanatla tanışmalıdır. Evinin altını ahır yapıp, inek, koyun, keçi besleyenler, bu yaşam tarzıyla köye yakışır. Bu yaşam tarzının gereği ve kutsiyeti de tartışılmaz. Çünkü köy, köylü yoksa kentli ve şehirli aç kalır. Köylünün işini elinden almak için şehirlerin göbeğine kazan kurmak, tandır açmak doğru mudur?
Hangisi daha kaliteli diye bir ayrıştırmaya girmiyorum, kendi içlerinde her iki yaşam biçimi de değerli ve kaliteli, insan kaliteli konforlu bir yaşamı hak ediyor. Ancak, on beş katlı lüks binaların bahçesin de salça kazanları kurulup ortalıkta elde kepçe dolaşanları gördükçe, yufka ekmek pişirmek için park içlerine ocakların kurulduğunu gördükçe ve bunun alt yapısını yapmadı diye belediyeler eleştirildikçe, ben şehirli mi kentli mi sorusunu daha çok sorarım.
Yıllarını verip okus, gece gündüz hangi alanda olursa olsun çalış, doktor ol, mühendis ol ama geri dönüp anneannesi, babaannesi gibi börek açmaya zorla, yemek yapmak için çabalansın. Kısa ve öz bir çağrı; kapatın okulları, kimse okumasın, böreğimizi açalım keyfimize bakalım, kentimizin içine edelim. Kızmayınız, durum tam da böyle efendim…