Dinle, ey gezegeninin güneşi çalınmış yaşam kaçkını!
Bilirim, acılar üstüne üstüne gelir; yılan gibi kıvrılır; yüklenir ha yüklenir; gelir, beynine çöreklenir. Ne geçmişinden esinlenmek, ne geçmişin satır aralarına gizlenmek, kesmez acıyı. Kendini adam bellediğin anlar dağılıp gitmiştir, rüzgarın önüne katılmış bulutlara eş. Şaşmıştır içinin tiktakları. Zamanın örselediği alacalı, donuk özlem cesetleri kalır geriye. Üzerine bastığın her ceset koparır ayaklarından bir parça, ayaksız kalırsın. Kopup durursun kurtulmaya çalıştıkça karabasanların öfkeli mezarlığından. Yakarmaya çalışırsın, sözcükler silinmiştir usundan. Bağırmaya çalışırsın dilin büyümüş, gırtlağın paslanmıştır. Kaçma isteğin, artırır törensiz, ağlamasız gelecek ölümün hızını.
Tutunacak dallar da yoktur, tutacak ellerin de… Çıyanlar fink atar yüreğinde, emer basarlar damarlarında dolaşan pıhtılaşmış kanları. Organların boşalır birer ikişer… Çırılçıplaksındır endişenin ayazında, kefen ararsın sarınmak için. Bir beynin bir gözlerin kalmıştır, yığılırsın ölüm karası toprağın üzerine. Mezarın bir soluk verimi ötededir, düşmek ya da düşmemek sorusu yankılanır beyninin bütün kıvrımlarında. Mezar da bütün bir beden ister bilirsin.
Bilirim, gönülsüz bir evliliğin mutsuz çocuğusundur. Yaşam senin için bir ödül değil cezadır. Her mutsuzluk azar azar tüketmiştir yaşama sevincini. Gelmemiştir bir türlü beklentilerinin muştu kuşu. İşkence evine dönmüştür dünyan. Ayrılıktır son sözün, en sevmelere gerekçe ararken gözlerin. Biliyorsun, kim aldı götürdü içindeki yaşam ateşini, kim sorumsuz kıldı yaratılmışlığa. Kaldır başını, duymuyor musun sürü sürü yaklaşmakta olan muştu kuşlarının kanat seslerini, görmüyor musun kanatlarındaki güneş ışıklarını? Gagalarında yaşamın öz suyu.
Düşün var olmanın gerekçesini. Her soluk alışın ana rahmine yeniden düşmektir; doğmaktır her soluk verişin. Bilirim ve bilirsin insansın gerektiğinde acılara inat, yakarsın kendini yeniden üretirsin bedenini küllerinden, ölümün gerçeği gelmeden.