Güner Dinçaslan
Köşe Yazarı
Güner Dinçaslan
 

Tarihe tanıklık eden mekan: Şükran Otel

[simple-author-box] Yıllar evvel bir yerden duymuştum, “yeryüzünde bir taş bile yok ki, yanında olan olayları resmetmesin, tanık olmasın” diye. Önemsemediğimiz bir taş parçası bile yaşantımıza şahit oluyorsa, içinde insanları barındıran bir yer nasıl insanlara şahit olmasın. Hastaneler, okullar, kışlalar, hapishaneler oteller, yerleşim yerleri kısaca evlerimiz bizim yaşantılarımıza şahitlik ederler. Şu bir gerçek ki insanın daha doğrusu varlığı olan her şeyin bir enerjisi vardır, bu enerji negatif ve pozitif diye ikiye ayrılır. Negatif olan yerlerin insana yaşattığı veya yansıttığı şeylerle, pozitif olan yerlerin hissettirdikleri elbette ayrıdır. Bu bağlamda hastane veya hapishane gibi yerlerden hiçbir zaman pozitif enerji yüklenilmez.  Oralarda hüzün hep ön plandadır. Dolayısı ile oralarla çok muhatap olanlar hayata bakışları farklılaşır, daha çok ruhi hastalıklara yakalanmaya açık olurlar. Bu elbette genel kanaat değildir ama ekseriyetle böyle olduğu gözlemlenmiştir. Bu haftaki köşe yazımda, tarihe şahitlik eden bir yerden bahsetmek istiyorum. Bahsetmek istediğim, İzmir- Kemeraltı’nda bulunan yeni ismiyle, “ Yeni Şükran Otel” diye anılan eski, tarihi bir yer. Bu otelin geçmişi otel olarak 1905 yılına dayanıyor. Yine bu yerin tapu kayıtlarında sahibi olarak Hacı Hasan diye geçer. Muhtemelen o yıllardan kalan görsel bir vesika olmadığından konaklama yeri, yani han olarak hizmet vermekteymiş. 1926 yılında isim Yeni Şükran Otel diye değiştirilir. O günlerde İzmir’in gözde mekânlarından biri oluyor. Dolayısı ile bu nezih mekân üst düzey görevliler ve zengin konuklarını ağırlamaya başlıyor. Beyaz eldivenli, yakaları kolalı komiler ve garsonlar hizmet vermekteymiş. Otel olmasının yanında“Şükran Restoran” diye anılan lüks bir yer olarak hizmet vermeye de başlıyor. Yurt içi yurt dışı birçok konukları ağırlıyor. Sinema ve futbol yıldızları burada sık sık yemek yiyor ve o zamanın ünlülerinden olan, Galatasaraylı Turgay, Fenerbahçeli Lefter, Cemil, Şükran Lokantası’nın en ünlü müdavimlerinden ve onları görmek isteyenlerle burayı bayram yerine çevirirlermiş. Bu yerden ben nasıl haberdar oldum ve nasıl ilgimi çektiğini soracak olursanız, bir belgeselde rastladım onun tanıtımına. Hayran kaldım, oraya gitmeli, bu tarihe tanıklık eden yerde kalmalı, belki bir roman kurgusunu orada başlatmalıyım diye düşündüm. Bu kararımdan ne yazık ki bir yıl sonra yola düşebildim, çünkü Çin virüsü nedeniyle seyahat kısıtlamasına takıldım.  İlk fırsatta gittiğimde ise hazin bir öykü bekliyordu beni. İlk sahiplerinden buyana yaklaşık 200 sene geçmiş olan birçok badireler atlatan “Yeni Şükran Oteli” ben gitmeden on gün önce bir tadilata girmiş, ancak ne olacağı konusunda hiçbir bilgiye rastlayamadım. Yıkık dökük resimlerini çekebildim, sıra dışı belki nostalji hayatlara dokunmayı düşlerken, orada bir gece bile olsun kalmayı isterken, maalesef tarihi Kemeraltı’ndaki o otelin ahşap merdivenleri çıkamadım. Bir otel soğukluğundan uzak ev samimiyetinde olan bu yeri canlı canlı yaşayamadım. Bu manzara beni ziyadesiyle üzmüştü. İzmir merkeze ilk gelişimdi, meraklıydım. Biraz da hani ürküyordum. Bana bu konuda yardımcı olan değerli İzmirli dostlarımla burası hakkında bir bilgi kırıntısı da olsa elde etmenin çabasına girdim, öncelikle Kemeraltı nasıl bir yer diye küçük notlar aldım.   Kemeraltı Çarşısı, tarih boyu, İstanbul’dan sonra en önemli dünyanın en büyük açık hava alışveriş merkezidir. İzmir’in kalbi, Türkiye’nin en eski çarşılarından olan Kemeraltı, Konak’tan Mezarlıkbaşı’na kadar olan yaklaşık 5 km genişliğindeki ve yaklaşık on beş bin iş yerini kapsayan bir alan olup, İzmir’de gezilip görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Antik Dönem’den beri var olduğu bilinen Tarihi Kemeraltı Çarşısı, kendi gibi birçok tarihi yapıyı da barındırır içinde. Tarihi 16-17. yüzyıla kadar uzanan çeşmeler, hanlar, hamamlar, camiler, şadırvanlar ve mescitler, iç içe girmiştir ve dükkânlar arasında zevkli bir tarihi yolculuğa çıkarır sizi. Bu tarihi yolculuğa bir grup arkadaşlarla çıktık, zevkli dakikalar yaşadık, tarihe tanık olan daha birçok yerleri keşfettik ama benim aklım Şükran Otel’ de kalmıştı. Sonunda bir arkadaşım azmiyle oranın en son işletmecisi olan İlyas Çamtaş Beyefendi’ye ulaşmayı başardık. İki gün boyunca iletişimlerimiz sonunda konak meydanında küçük bir kır bahçesinde doyumsuz sohbet gerçekleştirdik. Seksen yaşına merdiven dayamış İlyas beyde en az benim kadar heyecanlıydı, çünkü henüz oranın yıkım kararının ardından on gün geçmesine rağmen özlemiş, kendini boşlukta hissediyordu. Nasıl hissetmesin ki, Şükran Oteli devraldığından bu yana kırk bir yıl geçmiş ve orayı yuvası olarak görmüştü. O bir anlam da otelde kalanların müşfik babası olmuştu. İşte işin tılsımı buydu! Yurt içinden ve yurt dışından arandığı, bir gece bile olsa bu mekânda kalmak istemelerinin sebebi buydu. Benim gibi meraklılar orada kalmak için önceden rezervasyon yaptırıp öyle gidiyorlardı. Otelden çok, “Şükran Otel” bir ev sıcaklığındaydı. Öyle ki, İlyas beyin anlattıklarına bakılırsa burada yirmi iki yıl, on yedi yıl ve aylarca kalan burasını evi bellemiş birçok sakini vardı. Muhtarlık ilmühaberlerinde mesken ve iletişim adresi olarak burası veriyorlar, evlerindeymiş gibi huzur buluyorlardı. İlyas Bey; “Burası benim evim gibiydi, burada yaşayanlarda ailem gibiydi” derken abartmıyordu, onların her derdiyle hemhal olmuş, dertlerini dert bellemişti. Burası yıkıldı ama buranın müdavimleri nereye sığındıların kaygısıyla gözleri dolu dolu oluyordu. Burada en uzun kalan ve gidecek yeri olmayan Adnan Bey’i ve Ayten Hanım’ı kendi eliyle Huzurevine yerleştirmenin huzurundaydı, ama ya diğerleri ne olmuştu. El uzatamadığı, gücünün yetmediği birçok gariban vardı, onlar nereye sığınmışlardı. Burası, güvenli limandı, baba ocağı gibi huzurluydu. Buradaki hayatıyla ilgili sorduğum soruya karşılık, “Parası olmayan nice evsize yatacak yer temin edip, bir tas çorbamı paylaştım. Özellikle Anadolu’dan gelen kimsesiz kadınlar Kemeraltı Anafartalar Karakolunun öncülüğünde birçoklarına güvende kalacakları para bile almadan durumlarını düzeltene kadar kalacakları yer oldum” diyordu. Benim sorularım bitmiyordu. Ölenler oldu mu sorusuna, gözleri doldu, “Çok cenaze kaldırdım, otelden hepsi garibandı, kimsesizdi, onların belediyenin gösterdiği kimsesizler mezarlığına gömerken yanlarında ben ve birkaç görevliden başka kimseleri yoktu. Yaşarken nasıl kimsesizlerse mezarları da öyle kimsesiz kaldı” diyordu. Kendisininen yakını ölmüş gibi etkilendiği belliydi. Burada tanışıp evlenen yuva kuran aileler oldu, bu benim mutluluğum derken, burada doğmuş, beş tane kimsesiz, gariban bebeklerin akıbetinin ne olduğunu merak etmekten kendini hala alamıyordu. Sanki onlardan kendini sorumlu tutuyordu. Bir babaydı ve torunlarından bir dede şefkatiyle haberdar olmak istiyordu. Burada tanışıp evlenenler oldu, bahtları yolları açık olsun, evlendirdim gittiler, mutlu olsunlar duasını ederken bile bir baba şefkatindeydi. Bu otelin geçmişinden bahsederken, kaliteli bir yer olduğu ve güzel hizmetler verdiğini, burada kalanların çoğunun sinema ve ses sanatçısı, çeşitli yazarlar, ressamlar olduğunu anlatırken, birden bire bir duygu kayması yaşıyor gibi dalıp gidiyor, memleketin geçtiği zorlu süreçler yüzünden, burada yaşayanların profilinin değiştiğini anlatıyordu. Her şey aniden olmasa da zamanla değişmiş; artık burada yaşayanlar, garipler ve gidecek yerleri olmayanların kaldığı yer haline dönüşmüştür. Öyle dramlara ev sahipliği yapmış ki; burada yaşayanların hayatlarından haberdar olan bazı film yapımcıları, bu hikâyelerden yola çıkarak çeşitli filmler çektiklerini, bu filmler “ Yalnız Adam” ve  “Sudaki Balık” gibi filmler olduğunu anlatmaktadır. Otelde yaşayan bir yazarın konuyu belgesel haline getirmesiyle de TRT’de seri halinde belgesele konu olduğunu, altını çizerek vurgulamaktadır. Orada yaşayanların hayat hikâyelerinin böylece daha çok gün yüzüne çıktığını, insanların böylece ilgisini çektiğini anlatmıştır. Ben bile bu belgeseller sonunda o otelden ve bir zamanların han olarak yapılan bu mekândan haberdar olmuştum. Bir gece olsun konaklamaktan mahrum olsam da, karşımda bulunan kişi oranın en son işletmecisi diye tarih sayfasına not düşülecekti. Onunla yıkım kararından sonra en önce ben konuşuyordum, tarihe bir anlamda bende tanıklık ediyordum… İlyas Bey bu tarihi mekânla alakalı bilgi verirken, hem kendi bilgisi, hem bilinen bilgiler çok sınırlıydı, çünkü ilk yapılma aşamasında Yahudi tüccarlara hizmet versin diye yapıldığı bilgisi vardı. Uzun süre doğudan batıya giden yolcuların konaklayacağı güvenli bir Han olarak yapılmış. Özellikle tarihte “Sefarad Yahudileri” olarak anılan göç ettirilen Yahudilerin işlerini kolaylaştırmak ve hizmet vermeyi amaçlayarak yapıldığı söylenmekte, daha sonraları güncelliğini yitirdiği için çeşitli hizmet alanlarında ticari faaliyetini sürdürdüğü bilgisi vardı. O zamanlar 49 oda mevcutmuş, daha sonra bu 42’ye indirilmiş. Dönemin şartlarına göre devlet erkânını ağırlayacak kapasite ve güzellikteyken, el değiştirip kullanım alanları değiştikçe hor kullanılmış, ta ki İlyas Çamtaş burayı devraldıktan, yani, otel haline getirildikten sonra bir düzene kavuşmuştur. İlyas Bey anlatırken hizmet verdiği zaman içerisinde hiçbir yüz kızartıcı adli bir vakanın meydana gelmediği ve ailelerin rahatlıkla kalabilecekleri bir yer olduğunun haklı gururunu yaşamaktadır. Son günlerde yoğun göç alan İzmir çeşitli sıkıntılar yaşamış, dolayısı ile bu çevre de bundan olumsuz etkilenmiş, ancak çok çabuk toparlanmıştır. Çevre esnafını olumsuz etkileyen olaylar yaşansa da, kolluk kuvvetleri ve esnafın duyarlı davranışları sonunda bu durum kısa zaman da bertaraf edilmiş, güvenle gezilecek, konaklanılacak bir mekâna ve alan dönüştürülmüştür. Tarihin buram buram solunduğu Kemeraltı çarşısı, yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olmaya devam etmektedir. Umulur ki; yıkılan Şükran Oteli yerine,  o günleri yad edecek ve o ihtişamı aratmayacak, yeni dokusuyla geçmişe köprü olabilecek, insanların nostalji yaşayabilecekleri nezih bir yere dönüştürülmesidir.  Gençlerin rahatlıkla gelebilecekleri, kendilerini rahat hissedecekleri bir anlamda kültürel bir miras bırakılmasıdır. Maalesef bizler millet olarak yenilemeyi pek anlayamıyoruz, bizim anladığımız, eskiyi yıkmak ve yerine beton taş duvarlarla çevirmeyi marifet sayıyoruz.  Eski dokuyu korumayı düşünemiyoruz. Böyle davranmayı ilericilik ve modern olmak sayıyoruz, oysa yıktığımız her tarihi dokuyla geçmişimizden bir tuğla düşürüyoruz. Geçmişle aramızdaki köprüler yıkıyor, tarihi bir uzaklaşma yaşıyoruz. İzmir- Kemeraltı; “Şükran Otel” gibi tarihini her yönüyle yaşayarak, birçok olaya tanık olmuş binaları yerle bir edince, geleceğimize bırakacağımız mirasımız kalmamaktadır. Mirasyedi hoyratlığıyla günü kurtarmak adına yapılan yapay işler kalıcı olmaktan çok uzaktır. İlyas Beyle sohbetimizi güzel temenni ve dua gibi güzel dileklerle bitirdik. Bu sohbete eşlik eden ve İlyas Bey’i bulmama büyük gayretlerle vesile İzmir Çerkes Kültür Derneği yöneticilerinden olan Berrin Baykal Hanım efendiye özellikle teşekkürüm ederim. Sohbetimize katılan;  Gül Börekçi ve Nermin Akkan’a da teşekkür ederim. Burada yapılacak restorasyonların; geçmişin yaşanmışlıklarına saygı duyarak ve eski dokuya dokunmaması, kültüre hizmet edecek bir mekan yapılması dileğiyle noktaladık. Esen kalın efendim…
Ekleme Tarihi: 30 Haziran 2021 - Çarşamba

Tarihe tanıklık eden mekan: Şükran Otel

[simple-author-box]

Yıllar evvel bir yerden duymuştum, “yeryüzünde bir taş bile yok ki, yanında olan olayları resmetmesin, tanık olmasın” diye. Önemsemediğimiz bir taş parçası bile yaşantımıza şahit oluyorsa, içinde insanları barındıran bir yer nasıl insanlara şahit olmasın. Hastaneler, okullar, kışlalar, hapishaneler oteller, yerleşim yerleri kısaca evlerimiz bizim yaşantılarımıza şahitlik ederler.

Şu bir gerçek ki insanın daha doğrusu varlığı olan her şeyin bir enerjisi vardır, bu enerji negatif ve pozitif diye ikiye ayrılır. Negatif olan yerlerin insana yaşattığı veya yansıttığı şeylerle, pozitif olan yerlerin hissettirdikleri elbette ayrıdır. Bu bağlamda hastane veya hapishane gibi yerlerden hiçbir zaman pozitif enerji yüklenilmez.  Oralarda hüzün hep ön plandadır. Dolayısı ile oralarla çok muhatap olanlar hayata bakışları farklılaşır, daha çok ruhi hastalıklara yakalanmaya açık olurlar. Bu elbette genel kanaat değildir ama ekseriyetle böyle olduğu gözlemlenmiştir.

Bu haftaki köşe yazımda, tarihe şahitlik eden bir yerden bahsetmek istiyorum. Bahsetmek istediğim, İzmir- Kemeraltı’nda bulunan yeni ismiyle, “ Yeni Şükran Otel” diye anılan eski, tarihi bir yer.

Bu otelin geçmişi otel olarak 1905 yılına dayanıyor. Yine bu yerin tapu kayıtlarında sahibi olarak Hacı Hasan diye geçer. Muhtemelen o yıllardan kalan görsel bir vesika olmadığından konaklama yeri, yani han olarak hizmet vermekteymiş.

1926 yılında isim Yeni Şükran Otel diye değiştirilir. O günlerde İzmir’in gözde mekânlarından biri oluyor. Dolayısı ile bu nezih mekân üst düzey görevliler ve zengin konuklarını ağırlamaya başlıyor. Beyaz eldivenli, yakaları kolalı komiler ve garsonlar hizmet vermekteymiş. Otel olmasının yanında“Şükran Restoran” diye anılan lüks bir yer olarak hizmet vermeye de başlıyor. Yurt içi yurt dışı birçok konukları ağırlıyor. Sinema ve futbol yıldızları burada sık sık yemek yiyor ve o zamanın ünlülerinden olan, Galatasaraylı Turgay, Fenerbahçeli Lefter, Cemil, Şükran Lokantası’nın en ünlü müdavimlerinden ve onları görmek isteyenlerle burayı bayram yerine çevirirlermiş.

Bu yerden ben nasıl haberdar oldum ve nasıl ilgimi çektiğini soracak olursanız, bir belgeselde rastladım onun tanıtımına. Hayran kaldım, oraya gitmeli, bu tarihe tanıklık eden yerde kalmalı, belki bir roman kurgusunu orada başlatmalıyım diye düşündüm. Bu kararımdan ne yazık ki bir yıl sonra yola düşebildim, çünkü Çin virüsü nedeniyle seyahat kısıtlamasına takıldım.  İlk fırsatta gittiğimde ise hazin bir öykü bekliyordu beni.

İlk sahiplerinden buyana yaklaşık 200 sene geçmiş olan birçok badireler atlatan “Yeni Şükran Oteli” ben gitmeden on gün önce bir tadilata girmiş, ancak ne olacağı konusunda hiçbir bilgiye rastlayamadım. Yıkık dökük resimlerini çekebildim, sıra dışı belki nostalji hayatlara dokunmayı düşlerken, orada bir gece bile olsun kalmayı isterken, maalesef tarihi Kemeraltı’ndaki o otelin ahşap merdivenleri çıkamadım. Bir otel soğukluğundan uzak ev samimiyetinde olan bu yeri canlı canlı yaşayamadım.

Bu manzara beni ziyadesiyle üzmüştü. İzmir merkeze ilk gelişimdi, meraklıydım. Biraz da hani ürküyordum. Bana bu konuda yardımcı olan değerli İzmirli dostlarımla burası hakkında bir bilgi kırıntısı da olsa elde etmenin çabasına girdim, öncelikle Kemeraltı nasıl bir yer diye küçük notlar aldım.

  Kemeraltı Çarşısı, tarih boyu, İstanbul’dan sonra en önemli dünyanın en büyük açık hava alışveriş merkezidir. İzmir’in kalbi, Türkiye’nin en eski çarşılarından olan Kemeraltı, Konak’tan Mezarlıkbaşı’na kadar olan yaklaşık 5 km genişliğindeki ve yaklaşık on beş bin iş yerini kapsayan bir alan olup, İzmir’de gezilip görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Antik Dönem’den beri var olduğu bilinen Tarihi Kemeraltı Çarşısı, kendi gibi birçok tarihi yapıyı da barındırır içinde. Tarihi 16-17. yüzyıla kadar uzanan çeşmeler, hanlar, hamamlar, camiler, şadırvanlar ve mescitler, iç içe girmiştir ve dükkânlar arasında zevkli bir tarihi yolculuğa çıkarır sizi.

Bu tarihi yolculuğa bir grup arkadaşlarla çıktık, zevkli dakikalar yaşadık, tarihe tanık olan daha birçok yerleri keşfettik ama benim aklım Şükran Otel’ de kalmıştı. Sonunda bir arkadaşım azmiyle oranın en son işletmecisi olan İlyas Çamtaş Beyefendi’ye ulaşmayı başardık. İki gün boyunca iletişimlerimiz sonunda konak meydanında küçük bir kır bahçesinde doyumsuz sohbet gerçekleştirdik. Seksen yaşına merdiven dayamış İlyas beyde en az benim kadar heyecanlıydı, çünkü henüz oranın yıkım kararının ardından on gün geçmesine rağmen özlemiş, kendini boşlukta hissediyordu. Nasıl hissetmesin ki, Şükran Oteli devraldığından bu yana kırk bir yıl geçmiş ve orayı yuvası olarak görmüştü. O bir anlam da otelde kalanların müşfik babası olmuştu. İşte işin tılsımı buydu! Yurt içinden ve yurt dışından arandığı, bir gece bile olsa bu mekânda kalmak istemelerinin sebebi buydu. Benim gibi meraklılar orada kalmak için önceden rezervasyon yaptırıp öyle gidiyorlardı. Otelden çok, “Şükran Otel” bir ev sıcaklığındaydı. Öyle ki, İlyas beyin anlattıklarına bakılırsa burada yirmi iki yıl, on yedi yıl ve aylarca kalan burasını evi bellemiş birçok sakini vardı. Muhtarlık ilmühaberlerinde mesken ve iletişim adresi olarak burası veriyorlar, evlerindeymiş gibi huzur buluyorlardı.

İlyas Bey; “Burası benim evim gibiydi, burada yaşayanlarda ailem gibiydi” derken abartmıyordu, onların her derdiyle hemhal olmuş, dertlerini dert bellemişti. Burası yıkıldı ama buranın müdavimleri nereye sığındıların kaygısıyla gözleri dolu dolu oluyordu. Burada en uzun kalan ve gidecek yeri olmayan Adnan Bey’i ve Ayten Hanım’ı kendi eliyle Huzurevine yerleştirmenin huzurundaydı, ama ya diğerleri ne olmuştu. El uzatamadığı, gücünün yetmediği birçok gariban vardı, onlar nereye sığınmışlardı. Burası, güvenli limandı, baba ocağı gibi huzurluydu.

Buradaki hayatıyla ilgili sorduğum soruya karşılık, “Parası olmayan nice evsize yatacak yer temin edip, bir tas çorbamı paylaştım. Özellikle Anadolu’dan gelen kimsesiz kadınlar Kemeraltı Anafartalar Karakolunun öncülüğünde birçoklarına güvende kalacakları para bile almadan durumlarını düzeltene kadar kalacakları yer oldum” diyordu.

Benim sorularım bitmiyordu. Ölenler oldu mu sorusuna, gözleri doldu, “Çok cenaze kaldırdım, otelden hepsi garibandı, kimsesizdi, onların belediyenin gösterdiği kimsesizler mezarlığına gömerken yanlarında ben ve birkaç görevliden başka kimseleri yoktu. Yaşarken nasıl kimsesizlerse mezarları da öyle kimsesiz kaldı” diyordu. Kendisininen yakını ölmüş gibi etkilendiği belliydi.

Burada tanışıp evlenen yuva kuran aileler oldu, bu benim mutluluğum derken, burada doğmuş, beş tane kimsesiz, gariban bebeklerin akıbetinin ne olduğunu merak etmekten kendini hala alamıyordu. Sanki onlardan kendini sorumlu tutuyordu. Bir babaydı ve torunlarından bir dede şefkatiyle haberdar olmak istiyordu. Burada tanışıp evlenenler oldu, bahtları yolları açık olsun, evlendirdim gittiler, mutlu olsunlar duasını ederken bile bir baba şefkatindeydi.

Bu otelin geçmişinden bahsederken, kaliteli bir yer olduğu ve güzel hizmetler verdiğini, burada kalanların çoğunun sinema ve ses sanatçısı, çeşitli yazarlar, ressamlar olduğunu anlatırken, birden bire bir duygu kayması yaşıyor gibi dalıp gidiyor, memleketin geçtiği zorlu süreçler yüzünden, burada yaşayanların profilinin değiştiğini anlatıyordu.

Her şey aniden olmasa da zamanla değişmiş; artık burada yaşayanlar, garipler ve gidecek yerleri olmayanların kaldığı yer haline dönüşmüştür. Öyle dramlara ev sahipliği yapmış ki; burada yaşayanların hayatlarından haberdar olan bazı film yapımcıları, bu hikâyelerden yola çıkarak çeşitli filmler çektiklerini, bu filmler “ Yalnız Adam” ve  “Sudaki Balık” gibi filmler olduğunu anlatmaktadır.

Otelde yaşayan bir yazarın konuyu belgesel haline getirmesiyle de TRT’de seri halinde belgesele konu olduğunu, altını çizerek vurgulamaktadır. Orada yaşayanların hayat hikâyelerinin böylece daha çok gün yüzüne çıktığını, insanların böylece ilgisini çektiğini anlatmıştır. Ben bile bu belgeseller sonunda o otelden ve bir zamanların han olarak yapılan bu mekândan haberdar olmuştum. Bir gece olsun konaklamaktan mahrum olsam da, karşımda bulunan kişi oranın en son işletmecisi diye tarih sayfasına not düşülecekti. Onunla yıkım kararından sonra en önce ben konuşuyordum, tarihe bir anlamda bende tanıklık ediyordum…

İlyas Bey bu tarihi mekânla alakalı bilgi verirken, hem kendi bilgisi, hem bilinen bilgiler çok sınırlıydı, çünkü ilk yapılma aşamasında Yahudi tüccarlara hizmet versin diye yapıldığı bilgisi vardı. Uzun süre doğudan batıya giden yolcuların konaklayacağı güvenli bir Han olarak yapılmış. Özellikle tarihte “Sefarad Yahudileri” olarak anılan göç ettirilen Yahudilerin işlerini kolaylaştırmak ve hizmet vermeyi amaçlayarak yapıldığı söylenmekte, daha sonraları güncelliğini yitirdiği için çeşitli hizmet alanlarında ticari faaliyetini sürdürdüğü bilgisi vardı.

O zamanlar 49 oda mevcutmuş, daha sonra bu 42’ye indirilmiş. Dönemin şartlarına göre devlet erkânını ağırlayacak kapasite ve güzellikteyken, el değiştirip kullanım alanları değiştikçe hor kullanılmış, ta ki İlyas Çamtaş burayı devraldıktan, yani, otel haline getirildikten sonra bir düzene kavuşmuştur. İlyas Bey anlatırken hizmet verdiği zaman içerisinde hiçbir yüz kızartıcı adli bir vakanın meydana gelmediği ve ailelerin rahatlıkla kalabilecekleri bir yer olduğunun haklı gururunu yaşamaktadır.

Son günlerde yoğun göç alan İzmir çeşitli sıkıntılar yaşamış, dolayısı ile bu çevre de bundan olumsuz etkilenmiş, ancak çok çabuk toparlanmıştır. Çevre esnafını olumsuz etkileyen olaylar yaşansa da, kolluk kuvvetleri ve esnafın duyarlı davranışları sonunda bu durum kısa zaman da bertaraf edilmiş, güvenle gezilecek, konaklanılacak bir mekâna ve alan dönüştürülmüştür. Tarihin buram buram solunduğu Kemeraltı çarşısı, yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olmaya devam etmektedir.

Umulur ki; yıkılan Şükran Oteli yerine,  o günleri yad edecek ve o ihtişamı aratmayacak, yeni dokusuyla geçmişe köprü olabilecek, insanların nostalji yaşayabilecekleri nezih bir yere dönüştürülmesidir.  Gençlerin rahatlıkla gelebilecekleri, kendilerini rahat hissedecekleri bir anlamda kültürel bir miras bırakılmasıdır.

Maalesef bizler millet olarak yenilemeyi pek anlayamıyoruz, bizim anladığımız, eskiyi yıkmak ve yerine beton taş duvarlarla çevirmeyi marifet sayıyoruz.  Eski dokuyu korumayı düşünemiyoruz. Böyle davranmayı ilericilik ve modern olmak sayıyoruz, oysa yıktığımız her tarihi dokuyla geçmişimizden bir tuğla düşürüyoruz. Geçmişle aramızdaki köprüler yıkıyor, tarihi bir uzaklaşma yaşıyoruz.

İzmir- Kemeraltı; “Şükran Otel” gibi tarihini her yönüyle yaşayarak, birçok olaya tanık olmuş binaları yerle bir edince, geleceğimize bırakacağımız mirasımız kalmamaktadır. Mirasyedi hoyratlığıyla günü kurtarmak adına yapılan yapay işler kalıcı olmaktan çok uzaktır.

İlyas Beyle sohbetimizi güzel temenni ve dua gibi güzel dileklerle bitirdik. Bu sohbete eşlik eden ve İlyas Bey’i bulmama büyük gayretlerle vesile İzmir Çerkes Kültür Derneği yöneticilerinden olan Berrin Baykal Hanım efendiye özellikle teşekkürüm ederim. Sohbetimize katılan;  Gül Börekçi ve Nermin Akkan’a da teşekkür ederim. Burada yapılacak restorasyonların; geçmişin yaşanmışlıklarına saygı duyarak ve eski dokuya dokunmaması, kültüre hizmet edecek bir mekan yapılması dileğiyle noktaladık.

Esen kalın efendim…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.