Bir önceki yazım da İttihatçıların Meşrutiyet ilanını bir devrim haline getirmek istediklerinden bahsedip, bulanık suda yemsiz balık avlamak istediklerini söylemiştik. Okullu askerler ve dünyadaki gelişmelerden haberdar olanlar ile aydın kesimin bir kısmı Fransız İhtilaline benzer bir “Yeniden diriliş” hayalleri kuruyordu ama onların masum hayallerine parçanmış Osmanlı isteyen emperyal güçler ile onların maşa olarak kullandıklarını nasıl alt edebileceklerdi?
Tarihimiz hakkında övünç dolu cümleler kurarken ilk sözümüz “Osmanlı asla emperyalist değildi” olur. Keşke emperyalist olsalardı. Fransızların elli yıl idare ettiği kuzey Afrika ülkelerinin tamamı fransızca, Rusların yüz yıl idare ettiği Türk Cumhuriyetlerinin tamamı Rusça öğrenmişken bizim beş yüzyıl idare ettiğimiz ülkelerde dahi göç eden Türklerin dışında Türkçe konuşan olmaması çok manidar değil midir? Üstelik devşirme olarak sarayda yetişip önemli mevkilere gelenlerin, sadık teba olarak isimlendirilenlerin, vücudun zayıf zamanını bekleyen mikrop gibi Osmanlının başına nasıl bela olabileceği asla akıl edilmemiş, üstelik OsmanlıMilliyetçiği tesis edilerek onların bir arada geçinebileceği hayal edilmişti.
Durum böyle olunca Meşrutiyet isteyen herkesin İttihatçıları sonuna kadar destekleyeceği hatasına düşülmüştü. Kazın ayağı öyle değildi ve ilk tepki İngiliz destekliDerviş Vahdeti taraftarlarından geldi. Din elden gidiyor diyerek, Vatanın elden gittiğini görenlere engel olmak istediler. Sınır güvenliği elden gitmiş, Türklerin azınlıkta olduğu yerlerde asayiş gitmiş, siyasi irade kukla idareciler tarafından yok edilmiş en önemlisi de ekonomi elden gitmiş ve bağımsızlık tehlikeye girmişken, kadınların sinemaya gitmesi ve kız okullarının açılması dinin elden gitmesine sebeb olarak gösterilmişti. Bizim dinimiz bu kadar zayıf mıdır ki böyle sebebler ile elden gitsin? İşin aslı ise “Rasathane de meleklerin bacaklarını dikizliyorlar” diyen zihiyetin, bir uyanış başlatmak isteyen İttihatçıları yok etme gayretidir.
Neticede Derviş Vahdeti’nin başlattığı 31 Mart olayı kanlı bir şekilde bastırılır, Vahdeti idam edilirve Sultan Hamit tahttan indirilerek sürgüne gönderilir. İkinci Meşrutiyetin ilanından Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar geçen süre tam bir kargaşa dönemidir. Yeni bir uyanış yaratmak isteyen İttihatçılar bir yanda, Din elden gidiyor diyenler diğer yanda, şu veya bu ülkenin sömürgesi olalım diyenler başka yandadır. Bütün bu iç karışıklığa karşı emperyal devletlerin hesapları nettir. İngilizlerin ve Fransızların hesabı parçalanmış Anadolu topraklarında Ermenistan ile Kürdistan devleti kurdurup Kerkük-Musul petrollerini ele geçirmektir. Almanların hesabı Osmanlı ile işbirliği yapıyor gibi görünüp hem Kerkük hemde Azerbaycan petrollerine el koymaktır. Rusların hesabı ise boğazları ele geçirip Akdenize inebilmek için kapı açmaktır. Büyük şeytan Amerikanın hesabı ise çıkacak bir savaşta her iki tarafada silah satarak cebini doldurmak ve savaş bitiminde de kurtarıcı edası ile gelip o ülkenin siyasetini ve ekonomisini kendisine göre dizayn etmektir.
İttihatçılık isehem içeride bulunan maşalara hem de dışarıdaki emperyal devletlere bir baş kaldırış bir isyandır. Ne makam ne mal ne de şöhret peşinde olmadan canları pahasına vatanlarını kurtarma derdinde olan birer serdengeçtidir hepsi. İşte söz konusu olan vatan ise, bir avuç kalsalar bile bu isyanı başlatacak insanların var olduğunu bildiğimiz ülkemizde İTTİHATÇILAR ÖLÜR İTTİHATÇILIK ÖLMEZ diyoruz.
Not: Bu güne kadar sohbet tadında İttihat ve Terakki Cemiyetinin hangi şartlarda ve nasıl kurulduğunu anlatmaya çalıştım. Yazı dizim devam edecek ama bir fark ile devam edecek. Yaptıkları ve yapmadıkları ile hem İttihatçı kahramanları hem de İttihatçılara karşı olan vatan hainlerini biyografi şeklinde yazacağım. Hoşçakalın...