Bir önceki yazımda tarihimizin son iki yüzyılında en gözü kara insanların bir araya gelip Osmanlı’nın tarih sayfasından silinmesine engel olmak isterken onun nasıl çöküşüne sebep olduklarına değinip; çöküşün nasıl başladığını izah etmeye çalışmıştım. Onların birer Serdengeçti haline getiren olayların tarihsel gelişimine bakıp, eleştirmeden önce anlamak gerektiğini ortaya koymak zorundayım.
Bir kez daha ifade edeyim ki Osmanlı’nın çöküşü, bir ilim yuvası olan İstanbul rasathanesinin bombalanıp yerle bir edilmesiyle başlamıştır çünkü bombalanan sadece rasathane değil, devletin bilimsel çalışmalara verdiği açık destek de bombalanmıştır. Bu bombalama ile Osmanlı “Rasyonel” devlet politikasını terk edip hurafeleri dikkate alan bir bakış açısını benimsemiştir.
Osmanlı'nın çöküşünü hazırlayan ikinci sebep ise 1838 de İngilizler ile yapılan ticaret anlaşmasıdır. Araya matbaanın Osmanlı’ya gelişinin bir kaç yüzyıl gecikmesini de ekleyebiliriz ama zaten devlet bilime olan bakışını ortaya koymuştu rasathaneyi bombalayarak. Aslında matbaa 1729 yılından çok önce Osmalı’ya gelmişti ama Türkçe baskı yapmak yasaktı. Yabancı dilde serbest, Türkçe yasak.
Günümüzde de her dile çevrilip o ülkelere ücretsiz gönderilen Kur’anı Kerimin Türkçe basılıp okunmasına haram veya günah diyenler yok mudur? Herkes kutsal kitabımızı anlasın ama Türkler anlamasın öyle mi? Hayırdır? Kitapta yazılan ile bize anlattıklarınız arasında fark mı var?
Sözü uzatmadan gelelim İngilizler ile yapılan ticaret anlaşmasına. Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı’nın en güçlü olduğu dönemde akıllıca bir davranışta bulunup, Avrupa birliğini engellemek adına Fransızlarla yaptığı anlaşma gereği onların Türk limanlarında vergi vermeden ticaret yapmasına izin vermişti. Yıl 1535. Bu imtiyaza alışan Fransızlar Padişah 1.Mahmut ile 1740 yılında yaptıkları anlaşma ile bu imtiyazı devamlı hale getirdiler. Dünya milletleri içinde Yahudiler kadar sinsi ve uzun vadeli plan yapma zekasına sahip olan İngilizler de bu ayrıcalıktan sebeplenmek için gerekli baskıyı yapmış ve Padişah 2. Mahmut ile yapılan Baltalimanı anlaşması ile Osmanlı Avrupa’nın açık pazarı haline gelmiştir. Avrupa malları Osmanlı mallarına göre daha ucuz olduğu için büyük talep görmüş ve yerli üreticiler bundan ölümcül yara alarak tek tek kapanmıştır. Peki neden ucuzdu derseniz teknolojiyi kullandıkları için derim. Peki Osmanlı neden kullanmadı derseniz; teknolojiyi kullanma gayreti bu anlaşmadan 250 sene önce bombalanıp yerle bir edildiği için derim.
Bu durum bana geçtiğimiz her yerde açılan ve adına “Milyoncu” denilen işyerlerini hatırlattı. Gerekli gümrük düzenlemeleri yapılmadığı için memleketi ucuz ve kalitesiz Çin malları sardı. Kimdi hatırlamıyorum ama “Çin’den gelen her gemi bir fabrikanın kapanmasına sebep oluyor” demişti. Öyle de oldu ve peçeteden tutun da don lastiğine kadar Çin'den almaya başladık. Küçük fabrikalar birer birer kapandı ve eskiden üretici olanlar ithalatçı olup dışarıdan alıp içeriye satmaya başladılar. Kapanan fabrikalarda çalışan işçiler de işsizler ordusuna dahil oldu.
Yerli üretim asıl darbeyi 1 Ocak 1996 yılında yürürlüğe giren Avrupa Gümrük Birliği anlaşması ile yemiştir. Bu yenilen darbeyi ise en çarpıcı şekilde izah eden Binali Yıldırım olmuş ve “Avrupa bize MADİK attı” demiştir. Bu atılan ne ilk madiktir ne de son olmuştur. Devam edeceğiz efendim.