[simple-author-box]
Bir yıl kadar önce bir kafeteryada birkaç arkadaş ile sohbet ederken konu kansere geldi. Benim yakından tanımadığım bir arkadaş sohbet sırasında konuyu kanserden yılan zehrine getirdi ve kendisinin yılan zehrinden kanser ilacı yaptığını söyledi. Ancak yılan zehrinden yaptığını iddia ettiği ilacı üretmesine Sağlık Bakanlığı’nın izin vermediğinden yakındı.
Sağlık Bakanlığı 80’li yılların sonunda zakkumdan kanser ilacı ürettiğini iddia eden Dr. Ziya Özel’e sahip çıkmamış ve o da ülkemizi terk etmek zorunda kalmıştı. 2011 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü yayınlanan bir KHK ile kapattığı için de nazarımızda hükmü kesinleşmişti. Doğal olarak Türkiye’nin bile isteye yabancı ilaç kartellerine sömürtüldüğü yargısını yürütmüştük.
İlaç üretmek uzun ve zahmetli bir iş. Yatırım maliyeti yüksek, sorumluluğu son derece ağır bir işi yapmak için yüksek vasıflı kişilere ihtiyaç var. Meyveden alkol damıtır gibi bir odada üretilecek kadar basit bir işlem değil. Doğal olarak ağır prosedürleri var. Ancak aklımıza gelen her konuda yargı yürütüp hüküm verdiğimiz gibi yılan zehrinden kanser ilacı bulduğunu iddia eden arkadaşın anlattıklarını geçtiğimiz günlerde tekrar düşündüm. Konuyu düşünmeme sebep olan da Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde üretilen ve Turcovac adı verilen aşı oldu.
Temizlik, maske, mesafe korona virüsü salgınından korunmanın bir yolu. Diğer yolu da salgına maruz kalanların bulaş etkisin kırmak için karantinaya almak. Ancak alınan bu önlemler virüsü ortadan kaldırmıyor. Doğal olarak virüsten kurtulmanın tek yolu aşı.
Ülkemizin geçmişi aşı konusunda haklı bir itibarı var. Fakat sonraki yıllarda itibarımızı koruma ve geliştirme konusunda yeterli özeni gösterdiğimiz söylenemez. Benim aklımda kalan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi denilen kene sokmalarına karşı Erciyes Üniversitesi Aşı Araştırma Geliştirme Merkezi (ERAGEM) Müdürü Prof. Dr. Aykut Özdarendeli’nin 2015 yılında bir aşı geliştirdiğiydi. KKKA Korona virüsü gibi kitlesel bir tehdit olmadığı için tedavi etmek için yapılan çalışmalar da kamuoyu tarafından yakından takip edilmedi. Haliyle ilaç geliştirme süreci de öğrenilemedi.
Korona virüsü salgını pek çok konuda öğretici olduğu gibi aşı-ilaç geliştirme süreci konusunu da öğretti. Aşı ya da ilaç üretmek için en az 6 ay laboratuvar çalışması yapılması gerektiğini bu süreçte öğrendik. Bunun ardından önce fare deneylerinin yapılması gerektiğini, ardından Faz-1 denilen en az 40 kişi üzerinde birinci denemenin yapılması gerektiğini, oradan alınan sonuçlara göre Faz-2 denilen en az 400 kişi üzerinde ikinci bir deneme yapılması gerektiğini ve son aşama olan Faz-3 aşamasında da en az 4 bin kişi üzerinde deneme yapılması gerektiğini öğrendik.
Bütün bu aşamalardan sonra bulunan ilaca patent verilmesi işleminin başlatıldığını ve bir aşı ya da ilacın çalışmalar başladıktan itibaren en erken 1 yılda kullanılabilir hale geldiğini Korona virüsü salgını sırasında gördük. Tabiî en erken 1 yıl olması da arkasında toplum beklentisi, kamu desteği ile mümkün. Aksi takdirde daha uzun yıllara sarkması mümkün. Çünkü bulunduğu ileri sürülen aşı ya da ilacı test etmek için yeterince denek bulmak zaman istiyor. Doğal olarak Sinovac, BionTech, Moderna, Sputnic, Turcovac aşılarında olduğu gibi süreç hızlı ilerlemiyor.
Korona virüsü salgını sürecinde yapılan aşı bulma çalışmalarının şeffaf bir şekilde yürütülmesinin bu anlamda son derece öğretici olduğunu düşünüyorum. Doğru zannettiğimiz yanlışlarımızı düzeltmeye de yardımcı olduğuna inanıyorum. Gördüklerimiz, duyduklarımız üzerinden yargı yürütmeden, hüküm vermeden önce araştırma yapmak gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.