[simple-author-box]
İnsanlık terakkî ederek bugünlere geldi. Yarınlara da terakkiyat ile gidecek. Yalnız dünden bugüne gelişte daimî bir farklılaşma söz konusu. Dün birbirlerine sohbet meclislerinde hitap edenler, bugün sanal mecralardan laf yetiştiriyorlar. İhtimaldir, yarın da sohbetlerini yapay zekâlarla yapacaklar. İşte o zaman ortada ortak değerler kümesi olarak “insanlık ailesi” kalacak mı?
Doğrusu kuşkuluyum.
Benim neslim kederde, kıvançta bir toplumun içine doğdu. Evlerde sabah ilk kim uyandıysa yaptığı ilk iş radyoyu açmak olurdu. Önce 07.00’de başlayan haberler dinlenir, ardından çalınan türkülerle güne neşeli başlanırdı. Ardından televizyonla tanıştık. İkisi de bizi birleştiren aletlerdi. Radyo sahibi olmak nispeten kolay olsa da televizyon almak iphone almaktan daha zordu. O yüzden ilk yıllarda nadir kişilerin evine televizyon girdi. Radyo, televizyon bir de kahvehanelerin müşteri çekme aracıydı. Filmler, müzik programları, millî maçlar olduğunda kahvehaneler stadyum gibi kalabalık olurdu.
O zaman radyo da, televizyon da insanları ayırmaz, birleştirirdi. Çünkü haberler yansız ve yorumsuz verilirdi. AP, CHP, MHP, MSP gibi partiler vardı ama hepsi aynı kanala bakardı. TRT’den başka kanal olmadığı için programları beraber izlemek zorunluluk, birlikte kritik etmek de kaçınılmaz sonuçtu.
Televizyon akrabalar, komşular için akşam oturmalarının da vesilesiydi. Memlekette, dünyada olanları herkes aynı merkezden öğrenirdi. Dolayısıyla herkes aynı verilerle analiz yapar, ortak yargılar yürütürdü. Belki yapılan analizlerin içeriği zengin olmazdı ama en azından insanların haberi olurdu.
Eğer bugün türkü, sanat müziği dinleyen bir nesil varsa, klasik batı müziği biliniyor, Mozart, Beethoven, Schubert tanınıyorsa TRT’nin kültür-sanat okulu gibi çalışması sebebiyledir. Bugün ekranlarda Türkçe ağzı yüzü kırılarak konuşulsa da, eskiden TRT bir dil öğretim merkezi, güzel konuşma kursu sayılırdı. TRT’de film seyredenler, program izleyenler, haberleri dinleyenler güzel konuşmayı öğrenirlerdi.
Artık çoğulcu çağdayız. Seçenek çok, seçme hakkı sınırsız. Arının her çiçekten bal alması misali, herkes çok farklı kanallarda, farklı programlar izleyebiliyor. İlgiler farklı olduğu için, ayrı ayrı kanallardan farklı programlar takip edilebiliyor. Hatta mevzu televizyonu aştı; her yerden erişme imkânı olan internet sayesinde herkes başka başka mecralardan besleniyor.
Seçme hakkının sınırsız, seçeneğin çok olması teknolojik gelişmişliği, ekonomik imkânı, demokratik olgunluğu gösterse de bediî, edebî, estetik değerleri farklılaşan, ortak duyuş, düşünüş, hissedişten uzaklaşan ve dolayısıyla bireyi kültleştiren bir sürece doğru gittiğimizi de görelim. Siyasetin yarattığı gündem ve korona virüsü gibi küresel salgın olmasa ailelerin konuşacakları ortak gündemleri olmayacak. Ki siyasette de kısır bir döngü içinde ayrıştırıcı bir şekilde ötekileştirici bir şekilde nefret söylemi hâkim olduğu için insanlar artık siyaseti de temkinli konuşuyor. Maddî zorunluluklar ve aile bağlarının getirdiği duygusal bağlılıklar olmasa sürecin yalnızlaştırıcı ve yabancılaştırıcı etkisi iyice derinleşecek.
Eğitim, iletişim ve etkileşimle toplumdan millete evrilmiştik. Şimdi aynı kaynakları kullanarak milletten topluma evriliyoruz. Peki bu noktada sormak istiyorum; ortak kaygıları olmayan, ortak kaynaklardan beslenmeyen, bir konuyu kültürleştirecek boyutta hayatına sokmayan ve giderek birbirine yabancılaşan bir toplum geleceği birlikte inşa edebilir mi? Ya da o toplum inşâ edilen geleceğin nesnesi olmaktan kurtulabilir mi?