[simple-author-box]
Türkiye, yaslandığı tarih, temsil ettiği medeniyet, mensubu olduğu din ve kültür dairesi sebebiyle insanlığa sözü olan bir devlet. İnsanının fıtrî özellikleri, coğrafî konumu, savunma gücü ve ekonomisinin dinamizmi sözünü daha tesirli hale getiriyor.
Okyanusya, Uzak Asya ve Amerika kıtası dışında dünyanın neresinde hangi olay olursa olsun Türkiye ile ya dolaylı ya da doğrudan ilgilidir. Sözümün somut tanığı son 30 yılda yaşanan olaylardır. Son 30 yıl dememin sebebi, Soğuk Savaş’ın bitiş yılı olan 1989’u baz almamdır. O yıldan itibaren SSCB, Yugoslavya dağıldı ve yeniden nizam kurulana kadar Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlar’da büyük çalkantılar yaşandı. Aynı süreçte Amerika Saddam’ı bahane edip Irak’a saldırdı. Yaşanan hengâmenin bir ucu sürekli Türkiye’ye dokundu.
20’nci yüzyılda sınırları dışında ilk harekâtı 1974’te Kıbrıs’a yapan Türkiye, 1990 yılından itibaren Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile daha yakından ilgilenmek zorunda kaldı.
Ne sebeple olursa olsun Türkiye’nin sınırları dışında görünür olması gönül coğrafyasındaki halklarda muhabbetle karşılanırken, uyuyan yılanı da uyandırdı.
Muhabbet de, husumet de insanî duygular. İki duygunun da anlaşılır ve haklı nedenleri vardır. Husumetin anlaşılmaz ve haklı görülmez yanı Türkiye’den ve Türkiye’ye karşı olanıdır.
Rus, Rum, Ermeni, Sırp… Tarih boyunca çelişki ve çekişmeler yaşadığımız bu milletlerin mensupları Türkiye’de yaşasalar bile husumet hisleri beslemelerini makul karşılayabilirim. Ancak bir de mensubiyetinden kuşku duyulmaması gereken Türkler var ki, hislerini anlamakta zorlanıyorum. Bunun en bariz tezahürünü de facebook, instagram, twitter gibi sosyal medya paylaşımlarında görüyorum.
“Doğru kendini anlatana kadar yalan dünyayı kırk kere dolaşır” sözünü doğrulayan sosyal medya ortamında huzursuz, memnuniyetsiz marazlı bir kitle var. Devlet ile hükûmeti ayırt edemeyen bu kitle, iktidar düşmanlığını devlet düşmanlığı şeklinde tezahür ettiriyor. Türkiye A noktasında dursa, onlar B noktasına gidiyorlar. Türkiye hangi ülke ya da teşkilat ile nizalaşsa, onlar karşısında saf tutuyorlar. Üstelik bunu da militan fanatikliği ile yapıyorlar.
Irak, Suriye, Libya, Azerbaycan, Bosna’daki varlığımız Arap, Sırp, Yunan, Ermeni kamuoyunda ve medyasında korku dalgası yaratabilir; bu anlaşılır bir durum. Lâkin “Hıyarım var diyene tuzluğu kapıp koşan” gafillere ne oluyor?
İçerde kime lider dersek diyelim, hangi partiyi tutarsak tutalım, hangi örgüte üye olursak olalım, dışarda hepimiz Türk ve Türkiye parantezine alınırız. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve son olarak Azerbaycan’da elde ettiğimiz başarı, Türkiye’nin, Türk milletinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarısıdır. Nitekim Azerbaycan’ın Karabağ’daki 30 yıllık Ermenistan işgal ve istilasına son verdiği İkinci Karabağ Savaşı sonrasında 10 Aralık günü kutladığı “Zafer Günü” de bu zaviyeden görülmelidir.
Devlet, Hükûmet ayrımı yapmadan ya da aralarındaki nüansı bilmeden sırf siyasî sâiklerle yapılan tenkit ve tezyifleri hiçbir şekilde masum ve mazur görmüyorum. Madem “Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını çalar”; beklentim Türkiye’nin ekmeğini yiyenin de Türkiye’nin kılıcını çalmasıdır.