Hasan Yılmaz
Köşe Yazarı
Hasan Yılmaz
 

Sohbet tadında bir merhaba

[simple-author-box] ANKHABER… Dostum Dursun Erkılıç’a “gazete sahibi” olma gururu yaşatan yayın organı. Öncesinde muhabir, editör, sayfa sekreteri, yazı işleri müdürü, yayın yönetmeni gibi bir gazetedeki hiyerarşik kademelerde yıllarca sorumluluk üstlenmiş kıdemli bir gazeteci. Zaman zaman bir yayın organına sahip olma girişiminde bulunsa da bugüne kadar akim kalmıştı. Geçtiğimiz günlerde telefon etti ve sevinçli bir sesle haftalık da olsa kendi gazetesini çıkardığını söyledi. Çok sevindim. Yıllardır tanıdığım bir dostum ve hem meslekte, hem yaşta kıdem bastığı için abim. Benden de makale istedi. Kırmadım, kıramazdım; “olur” dedim. Fakat istediğini hemen yerine getiremedim. 35 yıllık kardeşlerimle Sivas ve Erzincan’a gitmemiz iktiza etti. Amacımız dost ziyaretiydi. Güzergâhta Kemah, Divriği ve Kemaliye olunca bir nevi kültür gezisine dönüştü. İsabetli de oldu. Mengücekoğulları Beyliği’nin medeniyetimize miras bıraktığı bu kadim ilçeleri görmeyen varsa gitmelerini tavsiye ederim. Divriği’de Ulu camiyi, Kemaliye’de Karanlık kanyonu, İliç’te Aydınlık konyonu, Kemah’ta Gülabibey Camii’ni görmeden dönmesinler. Sivas, Erzincan faslını esasında peşrev niyetine yazdım. Dostum Dursun Erkılıç gibi ben de yıllardır yazıyorum. Yazdıklarımı toplasak belki ciltler dolusu kitap yapar. Dolayısıyla benim gibi biri için yazmak hiç zor olmasa gerek. Esasında kazın ayağı öyle değil. Eğer yazının konusu varsa kendinizi bakkal dükkânında gibi düşünebilirsiniz. Konu belli olduğu için fazla seçeneğiniz yoktur. Dolayısıyla işiniz konuyu etraflıca anlatmaktan ibarettir. Fakat sizden istenen sadece haftalık yazı ise, aklınıza gelen ilk soru “ne yazayım?” olur. Eğer akıntıya kürek çekmezseniz “ne yazayım?” sorusuna cevap bulmak zor değil. Kendinizi bir safta konumlandırıp siyasetin günlük polemiklerini konu edinirseniz yazmak zor değil. Hele yıllarca yazan biriyseniz; kendinizi de “ne yazsa okunuyor” zannediyorsanız birkaç dakikada yazıp kalkarsınız. Hangi iş olursa olsun usta olmanın şartı tekrar etmektir. Deneyim sahibi olmak için tekrar etmek gerekir. Birkaç tekrar da yeterli değildir. Bir işte 8 bin saatlik tekrar yapıldığında ustalaşmak mümkün. Ustalık sadece el sanatları, sanayi ustalığıyla ilgili değil; arza dönük her iş uzun tekrarlar gerektiriyor. Peki sizin uzun tekrarlar sonunda edindiğiniz ustalıkla kaleme aldığınız yazınız okunuyor mu? İletişimin bu denli çeşitlendiği, yaygınlaştığı ve hızlandığı bir süreçte bu soruya gönül hoşluğuyla “evet” diyemiyorum. İletişim platformu eskiden arasta gibiydi. Satış yeri ve zamanı bilinen türdeş yayınlar platformuydu. Yayın ile okuyucu arasında etkileşime dayalı bir iletişim söz konusuydu. Doğal olarak yayınlar bitki çayı kıvamındaydı. Tüfeğin mertliği bozması misali, dijitalleşme de samimiyeti bozdu. Etkileşime dayalı iletişimi ortadan kaldırdı. Okuyucular takipçiye dönüşmeye başladı. Okumanın yerini tıklama aldı. Eskiden haber arası reklamlar olurdu. Şimdi yerini reklam arası habere bıraktı. Doğal olarak basılı mevkuteleri okumak için elimizde sadece samimiyet kaldı. Hani merhum Mehmet Akif, “Gel yıkalım şu Süleymaniye'yi desen iki kazma kürek iki de ırgat gerek. Hadi gel yapalım geri şunu desen, bir Sinan gerek birde Süleyman” diyor ya; ben de Süleymaniye’yi yıkanlar arasına karışmadan her hafta gönül hoşluğuyla okuyacağınız yazılarımla huzurlarınızda olmak istiyorum. Şimdilik izninizle…
Ekleme Tarihi: 02 Aralık 2020 - Çarşamba

Sohbet tadında bir merhaba

[simple-author-box]

ANKHABER… Dostum Dursun Erkılıç’a “gazete sahibi” olma gururu yaşatan yayın organı. Öncesinde muhabir, editör, sayfa sekreteri, yazı işleri müdürü, yayın yönetmeni gibi bir gazetedeki hiyerarşik kademelerde yıllarca sorumluluk üstlenmiş kıdemli bir gazeteci. Zaman zaman bir yayın organına sahip olma girişiminde bulunsa da bugüne kadar akim kalmıştı. Geçtiğimiz günlerde telefon etti ve sevinçli bir sesle haftalık da olsa kendi gazetesini çıkardığını söyledi. Çok sevindim.

Yıllardır tanıdığım bir dostum ve hem meslekte, hem yaşta kıdem bastığı için abim. Benden de makale istedi. Kırmadım, kıramazdım; “olur” dedim. Fakat istediğini hemen yerine getiremedim. 35 yıllık kardeşlerimle Sivas ve Erzincan’a gitmemiz iktiza etti. Amacımız dost ziyaretiydi. Güzergâhta Kemah, Divriği ve Kemaliye olunca bir nevi kültür gezisine dönüştü. İsabetli de oldu.

Mengücekoğulları Beyliği’nin medeniyetimize miras bıraktığı bu kadim ilçeleri görmeyen varsa gitmelerini tavsiye ederim. Divriği’de Ulu camiyi, Kemaliye’de Karanlık kanyonu, İliç’te Aydınlık konyonu, Kemah’ta Gülabibey Camii’ni görmeden dönmesinler.

Sivas, Erzincan faslını esasında peşrev niyetine yazdım. Dostum Dursun Erkılıç gibi ben de yıllardır yazıyorum. Yazdıklarımı toplasak belki ciltler dolusu kitap yapar. Dolayısıyla benim gibi biri için yazmak hiç zor olmasa gerek. Esasında kazın ayağı öyle değil. Eğer yazının konusu varsa kendinizi bakkal dükkânında gibi düşünebilirsiniz. Konu belli olduğu için fazla seçeneğiniz yoktur. Dolayısıyla işiniz konuyu etraflıca anlatmaktan ibarettir. Fakat sizden istenen sadece haftalık yazı ise, aklınıza gelen ilk soru “ne yazayım?” olur.

Eğer akıntıya kürek çekmezseniz “ne yazayım?” sorusuna cevap bulmak zor değil. Kendinizi bir safta konumlandırıp siyasetin günlük polemiklerini konu edinirseniz yazmak zor değil. Hele yıllarca yazan biriyseniz; kendinizi de “ne yazsa okunuyor” zannediyorsanız birkaç dakikada yazıp kalkarsınız.

Hangi iş olursa olsun usta olmanın şartı tekrar etmektir. Deneyim sahibi olmak için tekrar etmek gerekir. Birkaç tekrar da yeterli değildir. Bir işte 8 bin saatlik tekrar yapıldığında ustalaşmak mümkün. Ustalık sadece el sanatları, sanayi ustalığıyla ilgili değil; arza dönük her iş uzun tekrarlar gerektiriyor. Peki sizin uzun tekrarlar sonunda edindiğiniz ustalıkla kaleme aldığınız yazınız okunuyor mu? İletişimin bu denli çeşitlendiği, yaygınlaştığı ve hızlandığı bir süreçte bu soruya gönül hoşluğuyla “evet” diyemiyorum. İletişim platformu eskiden arasta gibiydi. Satış yeri ve zamanı bilinen türdeş yayınlar platformuydu. Yayın ile okuyucu arasında etkileşime dayalı bir iletişim söz konusuydu. Doğal olarak yayınlar bitki çayı kıvamındaydı.

Tüfeğin mertliği bozması misali, dijitalleşme de samimiyeti bozdu. Etkileşime dayalı iletişimi ortadan kaldırdı. Okuyucular takipçiye dönüşmeye başladı. Okumanın yerini tıklama aldı. Eskiden haber arası reklamlar olurdu. Şimdi yerini reklam arası habere bıraktı. Doğal olarak basılı mevkuteleri okumak için elimizde sadece samimiyet kaldı.

Hani merhum Mehmet Akif, “Gel yıkalım şu Süleymaniye'yi desen iki kazma kürek iki de ırgat gerek. Hadi gel yapalım geri şunu desen, bir Sinan gerek birde Süleyman” diyor ya; ben de Süleymaniye’yi yıkanlar arasına karışmadan her hafta gönül hoşluğuyla okuyacağınız yazılarımla huzurlarınızda olmak istiyorum. Şimdilik izninizle…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.