[simple-author-box]
Dünyanın neresinde bir mevzu olsa ilgili ya da ilgisiz bir şekilde taraf olmayı başarıyoruz; üstelik aynı mevzu üzerinden birbirimize düşüyoruz. Taraf olmak bir tarafa, taraftar oluyoruz. Üstelik iç siyaset ile dış siyaseti birbirinden ayıramadığımız için siyasî getirisi var zannedip yarımız bir tarafı, diğer yarımız başka tarafı tutuyoruz.
Son zamanlarda en fazla tartıştığımız konuların başında Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine uyguladığı baskı ve şiddet geliyor. Aynı şekilde ABD Başkanı Joe Biden’in 24 Nisan mesajında Türklerin Ermenilere karşı soykırım uyguladığı iddialarını kabul ettiğini söylemesi de bir başka tartışma konumuz oldu. Son olarak da İsrail’in Kudüs’te Filistinlilere yaptığı saldırının ardından Gazze’yi bombalaması gündemimiz oldu.
Yağmur düştüğü toprağı ıslatır. Dışımızda meydana gelen ve Türkiye’yi ilgilendiren her konudan eşit oranda etkileniriz. S-400 hava savunma füzeleri ya da F-35 savaş uçakları bir siyasî partinin meselesi değil. Ya da Amerika’nın Ermeni soykırımı iddialarını tanıması, İsrail’in Filistin’e saldırması da sadece iktidarın sorunu değil. Doğacak sakıncalardan hep beraber zarar görürüz. Bu konular siyaseten bilek bükmek için fırsat olarak görülmemelidir. Fakat biz sonuçlarından eşit oranda zarar göreceğimiz konularda bile bilek güreşine tutuşmaya kalkışıyoruz.
Niye?
Çünkü zorbaya gücümüz yetmiyor. Bunun üzerine “eşeğini dövemeyen semerini döver” kabilinden birbirimize düşüyoruz. Örneğin Ermeni soykırımı iddialarını zayıf biri dillendirse tepesinde boza pişiriyoruz. Ama güçlü biri dillendirdiğinde hemen içerde birbirimize duruyoruz. O güçlüye diyemediklerimizi içimizde zayıf gördüklerimize söylüyoruz. Hatta Kürtçüler, İslamcılar ve Liberaller 24 Nisan geldiğinde İttihat Terakki’yi, Türk Milliyetçilerini hırpalamak için ellerini ovuşturuyorlar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrıldığımızda Hürriyet ve İtilafçılar İttihat Terakki’ye duydukları nefret sebebiyle 1915 Ermeni Tehciri kararını köpürtmüşler ve siyaseten beslenmeye çalışmışlardı. Onların salikleri de Türk milletinin töhmet altında bırakıldığını düşünmeden iddia ve ithamları sahipleniyorlar. Ona keza İsrail-Filistin çatışmasında Yahudi karşıtlığını ve Filistin taraftarlığını İslamcılığın trambolini gibi görüyorlar. İsrail zulmü karşısında oluşan tepkileri de kendi siyasî kamplarını tahkim etmek için fırsat olarak değerlendiriyorlar. Fakat aynı tutumu Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine, Irak’ta Türkmenlere, Balkanlar’da, Kafkaslar’da Türklere yapılan zulüm karşısında takınmıyorlar.
Filistin ile tarihî ve dinî bağlarımız olduğu kadar, Doğu Türkistan ile de tarihî, kültürel ve etnik bağlarımız var. Doğal olarak yapılması gereken birini diğerinden ayırmamaktır. Fakat bizde haksızlık ve zulüm karşısında ilkesel değil, ideolojik tutum takınılıyor. Dağlık Karabağ’ın, Filistin’in ya da Kerkük’ün Türkiye’ye olan uzaklığı aynı. Kendini bu ülkenin ve milletin onurlu bir mensubu olarak görenlerin üç coğrafyada yaşanan sıkıntılar karşısında aynı hassasiyeti gösterdiklerini biliyorum. Fakat illiyet ve aidiyet sorunu yaşayanların sadece Filistin konusunda hassasiyet göstermelerini de anlayışla karşılamıyorum. Müslüman parantezine giren herkesi “Ümmet” diye nitelendirenlerin Türklerin sorunlarına kayıtsız kalmalarını hoşgörüyle karşılamıyorum. Arapların sorunu karşısında“Ümmetin ızdırabı” diye feryat edenlerin, Türklerin sorununa da aynı hassasiyetle alaka göstermelerini bekliyorum.
Etnik fanatizmlerini ideolojik söylemlerle maskeleyenlerin ilkesiz, feodal kişiler olduklarını biliyorum. Türkiye’ye ve Türk milletine karşı aidiyet sorunu yaşayanları zulüm ve adaletsizlik karşısında kategorik tutum takınmaları sebebiyle kınıyorum. Dün Anadolu emperyalistlerle boğazlaşırken düğün bayram edenlerin Türklere özür borçlu olduklarını ve özeleştiri yapmaları gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum.