23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır’da dünyaya gelip, 25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul’da vefat eden Ziya Gökalp, büyük bir şair-yazar, toplum bilimci, ve siyasetçidir. Önce Osmanlı Meclis-i Mebûsanında, sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmış tarihimizin müstesna şahsiyetlerinden biridir.
Eğitimine Diyarbakır’da başladı. 1886’da Askeri Rüştiye (ortaokul)’ye girdi. Özgürlük duygu ve düşüncesini ilk kez bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail Hakkı Bey’den aldı. aşıladı. 1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den geleneksel İslâm Bilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır Lisenin ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken beraberindekiler ile okul çıkışlarında mutat olan “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırmaları soruşturmaya uğradı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı ve amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı.
Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Ziya’yı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak lisedeki hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı.
1896'da, Erzincan Askerî Lisesi'nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbul'a giden Gökalp, Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türklerden etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.
Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır’a sürgünedildi. Orada amcasının kızı Vecihe Hanım ile evlendi ve bu evlilikten oğlu Sedat ile kızları Seniha, Hürriyet ve Türkan dünyaya geldiler.
1908'e kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürürken el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. 1909'da Selânik'te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye olarak seçildi. Selanik’te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. 1912'de Derneğin merkezi İstanbul’a taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbul’a geldi. Mart ayında Diyarbakır mebusu olarak Meclis-i Mebûsan'a seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Darülfünun ve Eğitim Fakültesi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Millî Eğitim Bakanlığı görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915’te İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe bölümünde Sosyoloji öğretim görevlisi olarak atandı. İstanbul Üniversitesi’nin ilk sosyoloji profesörü idi; üniversitelerimize sosyoloji, onun sayesinde girdi.
Ziya Gökalp, İstanbul’a gelir gelmez Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere birçok dergide yayımladı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kadrosunda kaldı. Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konulara yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua’yı çıkardı. Bir yandan da "Kızıl Elma", Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eserleri ile "Yeni Hayat" isimli şiir kitabını yayımladı.
I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919'da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan sonra diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakır'a gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmua'yı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.
1923'te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü eserini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermedi; dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924'te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbul'da 25 Ekim 1924 günü hayatını kaybetti.
***
Atatürk’ün ilham kaynağı olan Ziya Gökalp benim de idolümdür. Diyarbakır’da yaşadığım 5 yıl süreyle adeta onunla yattım, onunla kalktım. Sonraki yıllarda tekrar tekrar basılan eserlerinin hepsini kişisel kitaplığımda bulundurdum. Ankara’da Şevket Beysanoğlu’nun kurduğu Ziya Gökalp Derneği’ne üye oldum ve onun adıyla yayımlanan aylık Derginin pek çok nüshasında yazılarım yayımlandı.
Dicle Üniversitesi’nin, Türk Dil Kurumu ile birlikte 24-27Mart 1986 tarihinde düzenlediği “Ziya Gökalp Sempozyumu”na çağrılı olarak katıldım ve o sempozyumda onun Türk Folkloru ile ilgili çalışmaları hakkında bir bildiri sundum. Onunyaşamı ve eserleri incelendiğinde görülecektir ki, o aynı zamanda gerçek bir halkbilim uzmanıdır... O bir düşünür ve toplumbilimci olarak, Türk kültür ve uygarlık tarihi araştırmalarını sürdürürken, folklorun ne denli bir yardımcı kaynak olduğunu görmüş, ondan yararlanmış, Türk folkloru üzerinde çalışacak olanlara, izleyecekleri yolu ve yöntemi göstermiştir.
Uluslararası düzeydeki folklor kongrelerinde “Folklorizm” başlığı altında özel bir seksiyon oluşturulmakta ve konu izin uzun tartışılmaktadır. Tartışmaya katılanlardan bazılarının folkloru, halk edebiyatı kapsamında mütalâa ettikleri de görülmektedir.
Ziya Gökalp folkloru şöyle tanımlar:“Medeni milletlerin içinde de halk namı verilen şifahi an’anelere malik bir kısım vardır. Bu zümrenin bütün an’aneleri satırlara geçmemiş sadırlarda kalmıştır. İptidai cemiyetler gibi bu halk zümreleri de kavmiyyatın mevzuunu teşkil ederler. Fakat kavmiyyatın bunlardan bahseden kısmına Avrupalılar ayrı bir isim takarak folklor derler. Biz de bu kelimeyi halkiyat kelimesiyle lisanımıza naklettik.”
Bu anlayış içinde Gökalp, folklora büyük önem vermiştir. Gelenek ve göreneklerin araştırılıp derlenmesinden ve yayılmasından yana olmuş; aydınları halka yönelmeye teşvik etmiştir. Ancak, derleme çalışmalarının gelişi güzel değil de bir sistem dahlinde yapılmasından yanadır. Bunun için önce uzman elemanlar yetiştirilmeli; bunlar dini, ahlaki, bedii, hukuki, iktisadi kuruluşların yöresel ağız özelliklerini anlayabilecek yetenekte olmalıdır. Gökalp’e göre derleme yapanlar, şu hususlara dikkat etmelidirler:
Gökalp’in eserleri incelendiğinde görülecektir ki o, Dede Korkud’dan başlayarak, bütün folklor değerlerimizi dikkatle incelemiş ve değerlendirmiştir. Ayrıca bizzat derlemeler yaptığı da bilinmektedir. Mesela Diyarbakır’da yaptığı derleme çalışmaları hakkında Prof. Fuad Köprülü’ye yazdığı mektupta şu hususlara temas etmiştir:
“Burada halk masallarını topluyorum; bazılarını Küçük Mecmua’da göreceksiniz. Lisan hususunda ilmî usule tamamiyle riayet mümkün olamıyor; çünkü iyi bir masalcı bulamadım. Folklorun halk itikatlarına ait kısmını da toplayacağım. Diyarbekir’in eski şarkılarını terennüm edebilen yaşlı hanendelerden eski besteleri nota ettiriyoruz. İstanbul’da tabı kolay olursa, milli musikimize esas olacak olan bu halk nağmelerinin notalarını göndereyim.”
Ziya Gökalp’in bütün eserlerinde folklorun izleri vardır. Ama birçok makalesi ve eseri doğrudan folklorla ilgilidir. Bir başka deyişle folklor, Gökalp’in sadece eserlerinin değil, hayatının kaynağıdır.
Ziya Gökalp, Türk folkloru için bir lider; eserleri ile ibret ve ilham alınması gereken büyük bir şahsiyettir. Nitekim M. K. Atatürk bir konuşmasında, “Ziya Gökalp benim ilham kaynağımdır” demiştir. Halk Kültürü ile ilgilenecek olanlar, bu sahada başarılı olmak istiyorlarsa, Gökalp’i kendilerine örnek almalıdırlar. Zira folklor, özellikle amatör bir ruhla ilgilenilmesi gereken bir bilimdir. Bu sahaya kendini adayacak olan kişi, öncelikle kendi kültürünün büyüklüğünü öğrenecek; yurduna ve milletine yürekten bağlı olacaktır.