Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) 2023 Türk Dünyası Turizm Başkenti girişiminin Kapanış Töreni 26 Aralık 2023 tarihinde Azerbaycan'ın Şamahı kentinde gerçekleştirilerek, sembolik anahtar 2024 Türk Dünyası Turizm Başkenti Kazakistan'ın Türkistan kentine teslim edildi. Buna göreTürkistan, bu yılın sonuna kadar, Türk Dünyası Turizm Başkenti unvanına sahip olacak ve turizm alanında çeşitli yerel ve uluslararası etkinliklere ev sahipliği yapacaktır.
Türkistan doğusuyla, batısıyla çok geniş bir alanı kaplayan bölgenin adıdır. Ancak bu bölgede kutsallığı ile bilinen bir de şehir vardır. İşte bu şehir, TDT tarafından, 2024 yılının Türk Dünyası Turizm Başkenti ilan edilmiştir. Ben bu yazımda, 1987, 1989 ve 2001 yıllarında üç kez ziyaret edebilme imkânını bulduğum Türkistan’ı kısaca tanıtmak istiyorum.
Öncelikle belirtmek isterim ki; Türkistan şehrinin, Türk Dünyası Turizm Başkenti seçilmiş olmasının nedeni, en büyük Türk, Ahmet Yesevi’nin burada yaşamış ve vefat etmiş olmasıdır…
***
SSCB yıkılmış ve Kazakistan bağımsız bir devlet olarak dünya coğrafyasındaki yerini almıştı. İki kardeş ülkenin anlaşmaları sonucunda Türkistan şehrinde Ahmet Yesevi Üniversitesi kurulmuş, o zamanki Başbakanımız Süleyman Demirel’in başdanışmanı olan Namık Kemal Zeybek, “Ahmet Yesevi Türk Kazak Üniversitesi”nin Mütevelli Heyet Başkanı olarak, kısa zamanda, muhteşem üniversiteyi faaliyete geçirmeyi başarmıştı. Kısaca KIBATEK olarak tanımlanan, ilk Genel Kurul toplantısını yönettiğim, Kıbrıs Balkanlar ve Avrasya Araştırmaları Derneği’nin yıllık toplantısının o yıl Türkistan’da yapılması için Mütevelli Heyet Başkanına başvurmuş ve ikna ederek, gerekli izin ve desteği sağlamıştım. Yapılacak olan etkinliğin düzenleme kurulunda da, Mütevelli Heyet temsilcisi olarak görev yapacaktım.
02 Haziran 2001 Tarihinde, 5 Saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Almatı’ya inmiş; oradan Sayın Zeybek’in himmetleriyle tahsis edilen otobüsle Türkistan’a giderek Üniversitenin “Turan” adı verilen misafirhanesine yerleşmiştik. Ertesi sabah ilk işimiz Ahmet Yesevi Dergâhını ziyaret etmek olmuştu. Külliyeyi, Yesevi konusunda gerçek bir uzman olan Namık Kemal Zeybek gezdirmiş ve ayrıntılı bilgiler vermişti. Bu kutsal yapının restorasyonu için T.C. 17 Milyon Dolar harcamıştı. Tabii Kazak tarafının yaptığı harcamalar da vardı. Sayın Zeybek’in verdiği bilgileri şöyle not etmiştim:
Türklüğün kâlbi burada atıyor. Bugün Türk dili varsa, Ahmet Yesevi’ye borçluyuz. Türk dili Selçuklu döneminde iki Asır, karanlık bir dönem geçirdi. Selçuklu’nun dili Farsça idi. İşe Türk olarak başladı ama Farsça bitirdi. Selçuklu Devleti Türk’lüğe önem vermedi ve Farsça’yı bilim dili yaptı. Edebi dil olarak Türkçe öldü. Türkçeyi sadece âşıklar ve şairler kullandılar. Nizami, Mevlâna vb. Farsça yazdılar. İşte böyle bir dönemde Ahmet Yesevi, Türkçe söyledi. Onun öğrencileri dünyaya yayıldılar. Rivayete göre doksan dokuz bin nefer Horasan erleri, erenleri Türk Müslümanlığını yaydılar. Türk Müslümanlığında kadın-erkek birlikte ibadet eder; zikrederlerdi. Ahmet Yesevi Dergâhında 25 Yıl bir kadın şeyh oturdu; yani kadın en önde idi. Ahmet Yesevi’nin oğlu yoktu ve soyu kızı ile devam etti. Kabrinin başında babası İbrahim Şeyh ile anası Ayşe Ana’nın mezarlarından getirilen toprak var. Horasan’dan gelen Baba Maçin, “hiç ateşle pamuk yan yana olur mu diyerek, Yesevi’nin öğretilerine karşı çıktı; kadın-erkek ibadetinin şeriata aykırı olduğunu söyledi. Ona ateşle pamuğun yan yana olabileceğini kerametle gösterdiler; Maçin de Yesevi’nin müridi oldu… Yesevi’nin yolu Allah aşkıdır; Yesevilikte esas olan aşktır.
Yesevi yolunun en büyük öğrencisi ve öğretmeni Yunus Emre’dir. Ahmet Yesevi-Sarı Saltuk-Barak Baba-Taptuk Emre-Yunus Emre birbirlerinin öğrencisidirler. Sarı Saltuk Balkanlar’a Müslümanlığı yaydı… Yesevi’ye göre din gösteriş için değildir. Ahmet Yesevi hayatını kaşık ve kepçe yaparak kazanmıştır. Çünkü o halkın elle yemek yemesini istemiyordu… Yesevi’ye gözü sözü yavaş ve gülerek söylemek gerek… Onun döneminde aydınlar çoğaldı; Türk dili dirildi ve 12.Yüzyıl Türk Edebiyatı doğdu. Bu büyük bir rönesanstır…
Cengiz Han Selçuklu’ların tüm birikimlerini yıktı ve Türklük doğdu; Altınordu ile büyüdü, yayıldı… Atatürk Allah’a inanırdı. Dine de. Onun rahatsızlığı Ahmet Yesevi’nin duyduğu rahatsızlıktı. Ahmet Yesevi Atatürk, Atatürk, Ahmet Yesevi idi… Yesi=Yassı demektir. Türkistan’ın ilk adı Şavkar’dı, sonra Yassı Kale ve nihayet Yesi oldu. Yesi, Şehri Piri Türkistani unvanından mülhem, Türkistan oldu. Yesi Oğuz Han’ın başkenti idi. Burada yer altında bol su var. 700 Metreden kampus için su çıkarıldı. Burada gördüğünüz 3000 Litrelik şerbet kazanında zakirlere zikirden sonra şerbet ikram edilirdi. Zikir esnasında oluşan enerji, şerbete karışırdı. Yesevilik, ılımlı Alevilik’tir. Alevi-Sünni birlikteliği buradadır. Osmanlı Devleti Yesevilik üzerine kuruldu. Yeniçeri Bektaşi’ydi. Bektaşi Babasının Yeniçeri Ocağının ortasında yeri vardı. Yeniçeri ocağında, birinci ortanın birinci neferi padişahtı. Osmanlı tam Yesevi anlayışı ile hareket ediyordu. Sultan II: Beyazıt Bektaşi dervişi idi. Yavuz Sultan Selim’le durum değişti. Yavuz Mısır’ı alınca 1000 Memlûk sünnisini İstanbul’a getirdi. Bunlar misyoner gibi çalıştılar.
Aşhaneye geldiğimizde Zeybek konuşmasını şöyle sürdürmüştü: Peygamberin en sevdiği yemek keşkekti. Yesevi devrinde ziyarete gelenlere keşkek ikram edilirdi. Ahmet Yesevi tarikatının en önemli özelliği, insana yardımdır; çünkü Allah’a ulaşmanın yolu insandan geçmektedir… Misafirperverlik kavramı Türkler’e mahsustur…“Çilehane”ye geldiğimizde öğrendiklerimiz çok ilginçti:
Hz. Muhammed, 63 Yaşında vefat etti. Bu nedenle 63, peygamber yaşı sayılır. 63 yaşına gelen birine sorulduğunda, “Peygamber yaşındayım” der. Ahmet Yesevi 63 Yaşına geldiğinde, “Peygamberden daha fazla yaşamak olmaz” diyerek, yer altına indi ve dar bir hücrede yaşadı. Namazını kıldı, okudu, yedi, içti… Zaman zaman yukarıya çıkıp, görüşmeler yaptığı da oldu.
Daha sonra Türkistan’a 60.Km. mesafedeki Otrar’a giderek Arslan Baba Türbesini ziyaret etmiştik. Türbe tıklım tıklım doluydu, zira özellikle ülke içinden gelen çok sayıda ziyaretçi vardı. Otrar’ın eski adı Farab’dı ve ünlü Türk bilgini Farabi burada doğmuştu.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazanbayev ile o zamanki Başbakanımız Süleyman Demirel tarafından kurulmuştur. Ama bu kuruluşta, T.C.Devletinin gelmiş-geçmiş en görkemli Kültür Bakanı olan Namık Kemal Zeybek’in büyük katkıları vardır. Nitekim ilk Mütevelli Heyet Başkanı da Zeybek’tir. Bu ortak Türk Üniversitesi faaliyetleri Ankara ve İstanbul'daki birimlerinden yürütülmektedir. Her geçen gün eğitim-öğretim kalitesini artıran, fiziki altyapısıyla Kazakistan'ın en modern üniversitesi olan Ahmet Yesevi Üniversitesi, Atatürk'ün 1933'lerde söylediği “köklerine inip tarihte buluşma” yolundaki yürüyüşünü, sürekli gelişim anlayışıyla devam ettirmektedir. Biz bu mükemmel üniversitede hem toplantılarımızı yapmış, hem de avludaki havuz başında son derece yararlı sohbetlerde bulunmuştuk.
***
Türkistan’la ilgili saptamalar
260 metre rakımlı Türkistan, Sirderya (Ceyhun)’ya 40 mil uzaktaydı. Sulama işlerinde çok yararı olan Ceyhun nehrinin öte yakası Kızılkum çölüydü. “Komünist Emeği” adıyla Kazakça ve Özbekçe bir gazete yayımlanıyordu. Alma-Ata’da yayımlanan gazeteler de buraya geliyordu. Basının yavaş yavaş halka açıldığı söyleniyordu. Uyuşturucu ile mücadelede geç kalınmıştı; uyuşturucu bağımlıları tedavi ediliyorlar; haşhaş ekimi havadan kontrol edilerek, gizlice ekilmiş ise, hemen imha ediliyordu. Alkollü içki satışında 1/3 oranında azalma vardı. Şeker satışı yükselince, görmüşler ki, kaçak olarak “samagon” adlı bir içki üretiliyordu. Ama bunu yapanlar Kazak değildi; zira Kazaklar daha çok kımız ve kımran içiyorlardı. Büyük ölçüde konut sorunu vardı; ama devlet bu konuya da el atmış, imece usulüyle konut üretimi yapılıyordu. Pamuk, tarım ürünlerinin en önemlisiydi. Toplama işinin, mutlaka zamanında yapılması gerektiğinden, gönüllü çalışma ile yapılmaktaydı. Türkistan’daki en büyük sanayi tesisi ise Makine Tamir Fabrikası” idi. Bu fabrikayı Müdür İvan Nikolayeviç ile birlikte gezmiş, bilgiler almıştık. Burada 1000 işçi çalışıyordu.
Kent merkezinde “Merkez Pazarı” adı verilen bir Pazar yeri vardı. Burada sovhoz ve kolhozlarda üretilen mallar satılıyordu. Ayrıca özel şahıslar da kendi alanlarında yaptıkları üretim maddelerini buraya getirip satıyorlardı. Pazarı, Müdür Resul Seyidov ile birlikte gezmiştik. Bu şahıs 1924 doğumluydu ve Karpatlar’da, Sovyet ordusunda askerlik yapmıştı. Pazar da Türk kadınlarının da satış yaptığını söylemişlerdi. Ahıska Türkü olan bu kadınlardan bazılarıyla görüşmeler yapmıştım. Benim Türkiye’den geldiğimi öğrenen bu kadınlardan Döne Lezgiyeva Dervişgızı, Kandev Eyübov Ahmetgızı, Rabia Mededova Seyfi gızı, Gülizar Koşudıvar ve Balahanım Aliyeva, Türk olduklarını söyleyip, Türkiye’ye selam götürmemi istemişlerdi. Kimi Türkiye’deki havayı soruyordu; kimi babasının Türkiye doğumlu olduğunu söylüyordu. Kımız satan Balahanım, bana ve yanımdakilere kımız ikram etmişti. Pazar yerinde bir de “kımızhane” bulunuyordu.