B A Y R A K
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Dünyanın her tarafında, öyle şairler vardır ki, yüzlerce, hatta binlerce şiir yazmışlardır, ama onlar tek bir şiirleriyle, unutulmazlar, hatta ölümsüzler arasında yer etmişlerdir. Ülkemizde de, sayıları parmakla sayılacak kadar az olmasına rağmen böylesi şairler vardır. İşte Arif Nihat Asya bunlardan biridir. Zira o, Bayrağımız için en güzel şiiri yazmış ve bu yüzden de ondan söz edilirken “Bayrak Şairi” tanımlaması yapılmıştır.
Büyük şair, yazar ve öğretmen, Arif Nihat Asya’yı, doğumunun 120. Yıldönümünde, Milletçe anıyoruz... 2004 yılı boyunca şairimizle ilgili toplantılar düzenlenecek; hayatı ve eserleri ile ilgili çok sayıda yazı kaleme alınacaktır. 07 Şubat 1904 Tarihinde Çatalca-İnceğiz’de doğan ve 05 Ocak 1975 yılında hayata gözlerini yuman değerli Hocamızı yakından tanıyan, zaman zaman O’nunla Ankara dışında da beraber olan bir kişi olarak bazı anılarımı yayımlamak suretiyle, kutlamalara katılmak istiyorum.
Hocayla ilk kez doğum yerim olan Afyonkarahisar’da karşılaştım. 1970 yılının Zafer Haftası (26-30 Ağustos) kutlanıyor, Hoca da onur konuğu olarak kentimizde bulunuyordu. Bir ara O’nun Emirgan Kıraathanesinde olduğunu öğrendim ve hemen oraya gittim. Yanında şair Ali Türk Keskin vardı ve birbirlerine karşılıklı şiir okuyorlardı. Ali Türk’ün tanıştırması ile dostluğumuz başladı... Konuk ses sanatçılarından Ali Şenozan ve Salih Uygun’u da alarak, arzusu üzerine Mevlevi Dergahına, Ulu Camiye, Gedik Ahmet Paşa Külliyesine ve Arkeoloji Müzesine götürdüm. Mevlana’nın torunu Mehmet Semai (Sultan Divani)’nin huzurunda Hoca’yı gördükten sonra, O’nun gerçek bir Mevlevi olduğuna kanaat getirdim. Gittiği ve gördüğü her yerle ilgili notlar alan şair, sonradan bir kitap dolduracak kadar Afyonkarahisar şiirleri yazdı.
Kuşkusuz Afyonkarahisar, Hocayı bağrına basmıştı, ne var ki düzenlenen şiir şölenleri arzu edilen sayıda insanı salona çekmiyordu. Bu duruma üzülen Hoca bana, “Ali Türk’ün, Osman Attila’nın ve senin hemşehrilerin, neden şiire önem vermiyorlar?” demişti.
Şair Yaşar Faruk İnal, Yozgat’taki dostlarıyla birlikte bu kentimizde bir Şiir Şöleni düzenlemişti. 31 Mart 1973 Tarihinde Ankara’dan hareket eden otobüste Arif Nihat Asya, Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Çınarlı, Bekir Sıtkı Erdoğan, Osman Attila gibi usta şairlerle birlikte bazı genç şairler bulunuyordu. Yaşar Faruk beni de, şöleni yönetmek üzere götürmüş ve Yozgat’ta birkaç unutulmaz gün geçirmiştik. Bir gün Ordu Evinde yediğimiz yemekten sonra sinema salonunda yapılacak şölene giderken, Hocanın yalnız olduğunu ve sağa sola yalpaladığını gördüm. Hemen koşup, koluna girdim, elinden çantasını aldım, sinema salonunda da yanına oturdum. Bana “seni tanıyamadım; Ankara’dan buraya kadar beraber mi geldik?” deyince, içimden “eyvah!” dedim!...
Hoca o şölende 3-4 şiir okumuştu ama; organizasyondan memnun değildi. Kürsüden inmek istememişti. O kızgınlıkla, düzenlenen yerel şiir yarışması jürisinde yer almayı kabul etmemişti.
Yılkı Atı ve sonraki eserleriyle, roman ve öyküleriyle edebiyat dünyasının dikkatini çeken Yozgatlı Abbas Sayar, yanımızdan hiç ayrılmıyordu. Şölenden sonra o da bizimle birlikte otele geldi. Abbas Sayar ve Arif Nihat Asya, karşılıklı olarak şiir okuyorlardı. Bizimkiler gece yarısında yatmaya gittiler; ama ben Hoca’yı bırakıp gitmeyi içime sindiremedim ve sabahın saat 4’üne kadar, onlarla birlikte oturdum.
Ertesi gün, Yozgat’ın mesiresi olan Çamlık’a gidip dolaştık. Yemekte Abbas Sayar’la Hoca karşılıklı oturmuşlardı ve kaldıkları yerden devam edercesine, şiir salvosu başlatmışlardı. Hoca sık sık Mehmet Çınar’lıya dönerek, “Hicarcılar! Bu adama sahip çıkın” diyerek, Abbas Sayar’ı işaret ediyordu. Bunun anlamı açıktı. Arif Hoca, Abbas Sayar’ın milliyetçi olduğunu, ama sol cenahın sahiplenmeye çalıştığı mesajını veriyor ve kaptırılmaması gerektiğini belirtiyordu.
Biz Ankara’ya dönerken Arif Hoca, Abbas Sayar’ın konuğu olarak Yozgat’ta kaldı. Buna üzüldük, ama Koca Arif Nihat Asya’yı zorla götüremezdik. Üzüldük çünkü, içmeyi çok seven bu iki değerli şair, gece gündüz içeceklerdi...
Türk Milleti O’nu unutmayacaktır
Arif Nihat Asya, kendi deyişiyle doğdu, yaşadı ve öldü... Her insan gibi... Ancak, iz bırakarak öldü... Eserleriyle Milletimizin yüreğindeki yerini almıştır. Bu nedenle, ardından çok sayıda yazılar ve şiirler yazılmıştır. Tevazu içre, tanıdığı, tanıştığı herkesi kucaklamıştır. O’nun dostu olmaktan duyduğum onuru hiç unutmuyor ve bir kez daha Tanrı’dan Rahmet diliyorum. Ve inanıyorum ki, Türk Milleti O’nu hiç, ama hiç unutmayacaktır.
Milletimiz var oldukça, Bayrak şiirinin yanı sıra, her vesileyle okunacak, marş ve sanat müziği olarak da bestelenmiş olan şu şiiriyle Arif Nihat Asya’yı doğumunun 120.yıldönümünde rahmetle ve hayırla yad ediyorum.
FETİH MARŞI
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Fatih’in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!