Bugün de dünyayı savaşlarla, hastalıklarla karıştıran, sömüren, katliamlar yapan, yaptıran; kendisinden başkasına insan gibi yaşama hakkı tanımayan, dünyanın kaderi ile oynayan; sınırları, haritaları çıkarları doğrultusunda değiştiren; ülkeleri bölen parçalayan, paylaşan, çıkarları için çocuk, kadın yaşlı genç demeden katleden emperyalist, sömürgeci güçler; o zamanlar başta İngiliz olmak üzere, Fransız’ı, İtalyan’ı, Rus’u ve dost bilerek sırtımızı döndüğümüz hainler, kalleş Yunan’ı, Bulgar’ı, Ermeni’si ile içerideki soysuz / sopsuzlar; Balkan, Trablusgarb, Yemen Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonunda kazanılan Çanakkale Zaferine rağmen; Osmanlı’nın 3 kıtadaki yaklaşık 22 milyon kilometre kareden arta kalan son topraklarının başına leş kargaları gibi, akbabalar gibi, çakallar gibi, sırtlanlar gibi üşüşmüştü…
Tamamını yutmak için, son kale Anadolu’nun doğusunu batısını; güneyini kuzeyini; parçalamış, paylaşmışlardı…
Emperyal güçler, geriye kalan yaklaşık 350 bin kilometrekarelik toprak parçasını; son lokmayı da yutmak üzere hazırlık yaparken, her şey bitti denilirken; bundan tam 104 yıl önce 16 Mayıs 1919’da; 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a atanan Mustafa Kemal Paşa ile 23 kişilik kurmay heyeti (1 kişi paşaya suikast suçu nedeniyle idam edilmiştir), 8 kişilik (3 hesap memuru ve 5 kâtip) hizmet ve 24 kişilik (7 Erbaş ve 17 Er; meçhul asker) koruma birliği ile tamı tamına 55 kişi, Süvari İsmail Hakkı Durusu yönetiminde; 20 mürettebatlı Bandırma vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a gelmiştir.
Evet, Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gelerek; bağımsızlığa, istiklale, hürriyete ve tabii ki cumhuriyete giden yolda ilk adımı atmıştır.
*
Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), Samsun’da kendisini ve heyetini karşılayanlara şöyle seslenmişti:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak... İşte İstanbul’dan yola çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur... Türk’ün haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir.”
Büyük Önder hedefini şöyle ifade etmişti:
- Ya İstiklâl! Ya Ölüm!
*
O gün atılan bu kutsal adımı, vakit geçirmeden çok zor şartlarda ve imkânsızlıklar içinde Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongre Kararları takip etmiştir. İlk Meclisin açılışı, sonunda Kuvayı Milliye ruhuyla Millet olma duygusu ve istiklal (bağımsızlık) heyecanı uyandırılmış, İstiklal Savaşı manifestosu sayılan Misakı Milli (Milli Yemin) İlkeleri ile ruhlandırılmıştır. İstiklal Savaşı sonunda; Vatan, Millet, Bayrak, Cumhuriyet değerleri kazanılmıştır. Bugün bu değerler bizi biz yapmış, dünya haritasında yerimizi aldırmıştır.
*
Peki! İstiklale atılan kutsal adım atılmamış olsaydı; bu değerler kazanılmamış olsaydı; Bugün kimdik? Ne idik? Nerede idik? Veya en doğru soru; Bu gün dünya haritasında var mı idik? İşte! O gün atılan, o kutsal adım sayesinde, bugün biz varız; ülkemiz, vatanımız, bayrağımız var.. Tüm bu sorgulamaları hiç aklımızdan çıkarmayarak, hep hatırlayarak; Bu güzelim vatanı, muhteşem değerleri ile bize emanet etmiş olan, başta ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere fikir ve silah arkadaşlarını; gazi ve şehitlerimizi saygıyla, minnetle, şükranla, özlemle ve rahmetle ne kadar ansak azdır. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Minnettarız…
NOT: İkinci Dünya Savaşından Sonra yukarıdaki emperyallere Amerika ve İsrail de katılmış; bunlar dünyayı daha da yıkıcı sömürü düzeni ile bugünlere getirmişlerdir. Bugün ise devletlerin yerini, Rokefeller, Rothschild, Bil Gates, Elon Musk ve benzeri güya uluslararası şirketler almıştır.