Bir laf vardır mahallede yangın yanarken süslü saçını tararmış! Artık her şey “mış” gibi… Seviyormuş, dinliyormuş, ilgileniyormuş, önemsiyormuş gibi…
Vurdumduymaz garip bir millet olduk. Ölümüz de dirimiz de anlamsız. Duygular anlamını kaybetti. Ölenlere hüzünlenemiyor, yaşayanlara sevinemiyoruz. Kendi bencilliğimizde günü kurtarma çabası içinde gelişigüzel yaşıyoruz.
Geziyor, yiyor, içiyoruz ama her şey tatsız tuzsuz. Konuşuyoruz ama muhabbetin demi, kahvenin tadı yok. Karşımızdakine bazen bir şeyler anlatmak isteriz, uzunca konuşuruz, konuşuruz… Karşıdaki ne kadar dinler ve ne kadarını anlar bilemem ama çok söz söyleyip tek kelime anlatamadıklarımız da olur. Sadece gözlerimize bakıp ne demek isteğimizi anlayabilecek, bizi okuyabilecek insanlar da… Hatta söylemeye cesaret edemediklerimizi dahi okur, anlarlar. İşte ben bu insanların gönlünün derinliğine, anlayışına inanıyorum; bu duygulardaki insanları o vakit sarıp sarmalayasım geliyor.
Bir insanın acısını mutluluğunu gözlerinden okuyabilen, görebilenler gönül gözü açık olanlar artık çok nadir maalesef.
Son yıllarda öyle bir hâle geldik ki yan evde cenaze olsa umurumuzda değil. Ne ölene ne diriye saygımız var. Duygularımızı kaybettik... Duyarsızca kendimizi hissizleştirdik. Biz galiba bu dünyaya alışamadık ve alışamayacağız da…
İnsan ebediyet için yaratılmıştır. Tek gerçek var adaletsiz dünyada hepimiz için iyi ki ölüm hak…
Sosyal medyada en kralından mutlu resimler, gülen suratlar; hepsi “miş muş” gibi aldı başını gidiyor lakin gördüklerimiz bizi yanıltmasın, aslında herkesin evinde, içinde, yüreğinde hüzün, acı hep var zaten insansak olmalı da... Sanki mutluluk elimizdeki telefonun içindeymiş gibi birinin tavuğu diğerine kaz görünüyor, en kralından sözler havada uçuşuyor. Herkes kendini en iyi gösterme çabasına düşmüş en dibimizdekinin acısını, derdini, hüznünü sevincini insanlığını varlığını göremiyoruz, görmezden geliyoruz. Ama davulun sesi uzaktan hoş duyuluyor, güzel geliyor.
Halbuki sanalı bırakıp kendi gerçek dünyamıza dönsek, yanımızdakileri saygı ile dinlesek… Sarıp sarmalayarak anı güzelleştirip o anda yanınızda yaşadığınız insanları sevindirmek kadar güzel bir şey var mıdır bu dünyada? Mutluluk karşılıklı muhabbetle olur, varlığını hissedemediğin birinden anlayış mutluluk beklemek deveye hendek atlatmak gibi bir şey.
Hayat mutlaka hepimize oyunlar oynuyor, kim gerçek kim sahte fark edemiyoruz. Anlatmak istediğimiz ile anlaşıldığımız hayallerimiz ile yaşananlar, dışa yansıttıklarımızla içimizde taşıdığımız birbirinden farklı oluyor, asıl olan nasıl göründüğümüzden ziyade hissettiğimiz gibi görünmek en güzeli değil midir? "Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol" Mevlana ne güzel demiş...
Güçlü görünürüz aslında yorgunuzdur. İnsan yorgunu hayat şartlarının zor olduğu dönemden geçiyoruz her şeyi tozpembe görerek abartılı bir iyimserlik sergilemek olumsuzlukların üzerini örtmek doğru değil. Uygun zamanda içimizdeki kızgınlık dile getirilmeli, içimiz yanarken yüzümüz gülmemeli. Bizim de bir kalbimiz olduğu için kırılabileceğimiz, yorulabileceğimiz bilinmeli.
Hiçbirimiz güçlü olarak doğmayız, hayat şartları güçlü olmayı öğretir. İnsan denilen varlık, kocaman bir hayal kırıklığından ibaret. İnandığımız insanların kocaman bir yalan olduğunu anladığımız vakit kendimize yaslanır ve sadece kendimize güveniriz yine de pes etmeyiz. İçimizde kalan bir damla umuda acılara gülümseyerek, yenilmeyeceğiz hayat diyerek yeni bir güne uyanırız... Yine bir türkü ile yazımı sonlandırayım sözleri ve müziği Aşık Maksut Feryadi'ye ait "İnsan ol insan" adlı eserle ruhunuzun arınıp huzur bulduğu insanlığın hatırlandığı güzel vakitler diliyorum. Vesselam…