[simple-author-box]
Severiz düalist (ikici) ayrıştırmaları, bir o kadar da genellemeleri. İkisi aynı şeydir aslında. “Öteki yoktur” deriz ama aklımız sürekli bir öteki yaratır. Bu yaratıcılık içinde, Doğu Batı düalitesine sık referans veririz. İlki biraz eski diğeri yeni, iki örneğe bakalım.
*
Ümit Kocasakal, siyasete adım atmak isteyip de CHP genel başkanlığına aday olduğunda bir röportajında, Batı değil Doğu felsefesinin kendisi için değerli olduğuna değindi. Doğu denince, Batı ile karşıtlık içinde duygu ve maneviyat mı gelir akla? Yoksa Doğu mistisizmi midir onu çeken, gizemcilik yani?
Batı’da felsefede, Doğu Batı ayrımından daha keskin bir ayrım vardır. Kocasakal’ın, yakın ya da uzak Doğu düşüncesinde ne bulduğunu kendisine bırakalım. Ancak bir ceza hukukçusunun, Batı’yı felsefede tek ve bütün olarak ele alması, onun tüzeyle ilişkisinde bilgisizliğe yaklaştığını düşündürür. Çünkü bu genellemeyle, klasik ve rasyonalist felsefe de Batı başlığında yer bulur; görelilik düşüncesi, analitik felsefe, postmodern bakış açıları ve irrasyonel olan da.
*
Zülfü Livaneli Oksijen gazetesinde “Batı düşünceyle, Doğu şiirle dönüşür” diye yazmış. Güzel de yazmış ve kimi olgusal gerçekleri paylaşmış. Ancak ayrı dünyaların insanlarını Batı düşüncesi altında toplama şekli, felsefeyle tanışıklığının bilgiyi pek karşılamadığını sergiler gibi.
Hume, Hobbes, Locke bir güzel sıralanmış ama bu pozitivistler neyin dönüşümüne olanak tanımışlar, biraz açsaymış keşke. Mesela Locke’un yararlı olanı moral olana eşitleyen felsefesi, insanlığı iyiye dönüştürür mü? Locke önce karşıt olduğu, sonra bir dönüşümle yanında ve içinde olduğu köle ticaretine, düşünsel ve reel katkı sağlamıştır. Onun için yararlı olan değiştikçe, neyin iyi neyin kötü olduğu da değişir. Bu İngiliz görgücüleri, Hegel ve Rousseau ile aynı kategoride ele almak olanaksızdır. Bu olanaksızlık, genel kültür düzeyinde aktarımlarda kendini belki göstermeyebilir ama felsefede gösterir.
Livaneli’nin satırlarında Hegel ve Kant yan yanadır ama nesnel ve öznel idealizm ayrımında, insanın bilgiyle ilişkisine biri ak der, biri kara. Yazısında Marks ve Engels’e dünyayı dönüştüren etki atfediyor ama yer verdiği diğer isimler için bu hiç öyle değildir. Bu çelişki, çarpışarak dünyayı dönüştürdükleri anlamını ya da iniyor kayık çıkıyor kayık bütünselliğini içermez.
Livaneli felsefe disiplininden referans veriyor ama “Ben felsefeciyim” demiyor. “Edebiyatçıyım” diyor ama değil mi? Edebiyat deyince, William Shakespeare’in ortaya koyduğu yenilikler, bugün dahi kimilerine uzaktır. Kendisine “Şair” denmesini özellikle isteyen Shakespeare, dönüşümün Doğu Batı ayrımında coğrafi, dün bugün ayrımında tarihi değil, objektif öznesidir.
Felsefe gibi şiirden anladığımız da bir olmayabilir mi? Livaneli’nin değindiği bizdeki Nazım Hikmet ve Necip Fazıl taraftarlığı, retoriğin ideolojik kavgaya olanak tanımasıyla gelişir. Oysa retorik ve şiir ayrımında şairler, şiire yükseldikleri örneklerde birbirlerine yaklaşırlar.
“Edebiyat, şiir ve Batı” deyince, bir de “Dönüşüm” deyince, Goethe’yi biz es geçmeyelim. Dönüşüm, A durumundan B durumuna mı geçiştir? Düalist akıllar için öyledir ama bu, 80’lerin çizgi filmi “Hop hop hop, değiş tonton” gibi olurdu. Değişim ve dönüşüm kopuş değil, sürekli bir oluş halidir ve Goethe’de şiirle bireyin bu dönüşümünün en güçlü örneklerini buluruz.
İşte bu bilgeliğin son çıkarımıdır: Yalnız odur ki özgürlüğü ve yaşamı hak eden Onu gün be gün fethetmek zorundadır.