[simple-author-box]
Günlük yaşantımızda kullandığımız bir kavram değildir düalizm. Kullanmayız ama bu kavram üzerine düşünmek, içinde bulunduğumuz pek çok yanlışı anlamamıza yardımcı olabilir. Düalizm, bir şeyin bir diğeriyle bütünüyle ilişkisiz olabileceğini varsayar. Düalist ayrıştırmaya göre iki var olan, bu var olma haliyle bağıntısız ve birbirinden kopuktur. İnsan aklının ilginç bir tasarımı değil mi?
Şu sevmediğimiz öteki kavramı gibi diğer birçok olumsuzluk, aklın bu tasarımı temelinde yükselir. Ötekileştirmeye itirazımız vardır ama onu temellendiren düalizm, farkında olmadığımız ölçüde düşüncelerimizde belirleyicidir.
Konuşurken kavramları saltık (mutlak) değeriyle aktarır insan. “Sen iyi birisin” deriz karşımızdakine. “İyi” bir kavramdır ve saltık niteliğiyle kullanırız onu. Oysa biliriz, iyi dediğimizin de iyi olmayan yanlarının varlığını, kimsenin saltık iyi olmadığını…
Saltık doğada yoktur ama tinsel olanda, yani düşüncede mutlaklaştırma olanaklıdır. Çünkü kavramları bağıntılarından kopararak soyutlama içerisinde kullanırız. Bağıntılarından koparma işi, tüm olanı biteni açıklama aşamasında da devreye girdiğinde, yani düalite düalizm düzeyine yükseltilerek ilke haline geldiğinde, önemli bir düşünce yanlışının kapısı aralanır.
Bağıntısızlık algısı içinde biri, bir diğerini kolaylıkla karşısına alabilir. Öyle ki, ırkçılık dahi düalist bakış açısının, analitik ayrıştırmanın ürünüdür. Bu bakış açısıyla, bizden olmayana tüm olumsuzlukları yükleyebilir, bizden olanı da tüm olumsuzluklardan soyutlayabiliriz. Enfes bir konfor sağlar düalizm, her şeye bu düzeyden bakana. İki olgu birbirinden kopuksa eğer; ben iyi olanımdır, sen de kötü. Öyle ya kendine kötü diyen görülmüş mü?
Bu düşünce yanlışlığı, kişinin “nedenleri” kendi dışında aramasını beraberinde getirir. “Kötü” vardır bir yerlerde ve onu yine birileri yok etmelidir; kendi değil. Çünkü muayyen bir pozisyondadır o ve bakar yukarıdan yanlışlar dünyasına.
Ötekileştirmeye karşı olduğunu söyler ama kötüyü kendisinden olanın dışında görür. Oysa bu ilişkisizlik tasarımı, öteki yaratmanın ta kendisidir. Ve tam o an, tesadüfen açık olan televizyon ekranından çıkar Polat Alemdar, yok eder kötüyü. İyinin savunucusudur Polat, adaletin dağıtıcısı. İyiyi saltık olarak bilen ve adaleti saltık olarak uygulayandır. Böylece gönülleri ferahlatır, vicdanları rahatlatır… Düşünsenize, bir kurtarıcı çıkar ve kötüyü iyiden bütünüyle ayırır ve onu yok eder. Bu tasarımın sağladığı düşünsel konfor reddedilecek gibi değildir…
Oysa oluş, karşıtların birliğini, karşılıklı etkileşimi, bir sonucu doğuran bütüncül nedenleri anlatır bize. Memnun olmadığımız durumların, belli ölçüde nedeni dahi olabileceğimiz üzerine düşündürür. Bütüncül ve diyalektik kavrayış düzeyinde açıklamalar, düalist aklın yapacağı kadar kolay olmayacaktır ama onun zor oluşu, felsefeci Aziz Yardımlı’nın söylediği gibi tam da olabilirliğini anlatır.
Düalizm düzeyinde kalmış düşünsel iklim içindeki toplumlar, bir kurtarıcıya gereksinim duyarlar. Bizim Anadolu’da erkeğin yüceltilmesi biraz böyle bir şeydir; feodal ağabeyden gelecek şefkate duyulan ihtiyaç ya da despotik karaktere duyulan hayranlık da... Düalist akılların izledikleri televizyon dizileri aynıdır, beğendikleri oyuncu ya da insan tipi de… Her sahada şöyle güçlü kuvvetli bir ağabey, bir kurtarıcı arar ve bulur onlar. Aradığını bulur çünkü insan. Ama aradıkları kurtarıcıdır kurtuluş değil; buldukları surettir kendisi değil.