Kuvay Sanlı
Köşe Yazarı
Kuvay Sanlı
 

Meta Kültür

[simple-author-box] Bir önceki “Ne, Oscar mı?” başlıklı yazıda, Cumhurbaşkanlığında gerçekleşen Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği Medya Oscarları töreninde, Türkçe’nin kötü kullanılmasını konu etmiştim. Yazının yayınlandığı gün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Diline sahip çıkmayan milletler devrilmeye mahkûmdur” çıkışı geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019 - 2020 Özel Ödülleri Töreni'nde konuşan Erdoğan, “Dile sahip çıkmak, dili zenginleştirmek” vurgularıyla, dilin yaşayan bir varlık olduğu tanımını yineledi ve kötü Türkçe, yanlış dil kullanımını eleştirdi. Erdoğan’ın uyardığı “forward etmek”, “down olmak” gibi olumsuz örnekler konusunda sanırım hepimiz hemfikiriz. Ancak arı dilin önemi, bir tartışma konusu gibi duruyor. Çünkü dilde sadeleştirmeye itiraz, arkaik olana öykünme içermemeli. Ve daha önemli bir konu olarak Farsça, Arapça kökenli kelimeler, kullanım sıklığından dolayı bize tanıdık gelebilir ama Hegel, “Tanımak bilmek değildir” diye uyarır. Batı dillerinden kelimeleri kullanmanın yarattığı “konuşulanı anlamamak” gerçeği, ilkin tanıdık gelen Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde de geçerlidir. Dilimizde Fransızca ve Arapça kökenli kelimeler sayıca yarışır ve öz Türkçe’nin önemi, birine değil her ikisine karşı geçerlidir. Recep Tayyip Erdoğan konuşmasında, Konfüçyus’un “Düşüncelerin iyi anlatılmaması durumunun, ahlaki ve kültürel bozulma yaratacağı” değerlendirmesini paylaştı ve Peyami Safa'dan "Dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybetmiş demektir" alıntısıyla devam etti. Erdoğan, "Caddelerde dolaştığınız zaman, dükkânları, marketleri, bunları gördüğümüz zaman bakıyorsunuz ki ya bizim dil nerede? Buralarda bizim dil yok, bambaşka şeyler var” dedi. Bu söylediklerine katılıyoruz ama 13 Ocak günü ödüllerini bizzat takdim ettiği Medya Oscarları adlandırmasını ve oradaki dil tercihini, tam da belirttiği nedenlerden dolayı eleştiriyoruz. Yoksa benzer eleştiriyi kendisi de yapmış ve konunun önemine dikkat çekmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın törenini mi vesile etmiştir? * Bu örneklerde dil özelinde kültür, “belli yer ve zamanlarda sahip çıkılacak konu” olarak görüldüğü ölçüde, meta kültür olarak kalır. “Doğru kullanmalıyız” uyarısı değerlidir, doğru örnekler verildiğinde. * Aynı törende Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, "Kültür ve sanatın bazen kısacık bir etkileşim anında bıraktığı izi, başka yollarla yıllarca uğraşsanız oluşturamazsınız…” diye seslendi. Kültür ve sanat, “kısacık bir etkileşimde iz bırakacak niteliğe” nasıl ulaşır acaba? Hazırda olmadığını biliyoruz. * Bakan Mehmet Nuri Ersoy sözlerine “Böylesi önemli ve değerli bir sonucun elde edilmesinde emeği olan insanlarımızı, işte bu bilinç ve farkındalıkla onore etmeyi, kendilerine şükranlarımızı sunmayı bir görev addediyoruz” diyerek devam etti. Dil önemliydi değil mi, doğru düşünmenin karşılığı olarak. Birisine “Onu onore ettiğini” söylemek, “Biz seni onurlandırıyoruz” demektir ve şükran duygusuyla çelişir. Ve alan “Onur duydum” diyebilir belki ama kültürümüzde veren, “Seni onurlandırıyorum” demez. Çünkü derse, biraz “Sende yok, ben şimdi sana veriyorum” demek gibi olur. Dili dikkatli kullanmamak, ağır ağır Erdoğan’ın referans verdiği çöküşe neden olur. “Onur duymak” vardır ama bizim kültürümüzde “Onur bahşetmek” yoktur. * Cemal Süreyya’nın şu dizelerini de, zaten hiç sevmemişimdir. “Daha nen olayım isterdin, Onursuzunum senin!”
Ekleme Tarihi: 27 Ocak 2021 - Çarşamba

Meta Kültür

[simple-author-box]

Bir önceki “Ne, Oscar mı?” başlıklı yazıda, Cumhurbaşkanlığında gerçekleşen Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği Medya Oscarları töreninde, Türkçe’nin kötü kullanılmasını konu etmiştim. Yazının yayınlandığı gün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Diline sahip çıkmayan milletler devrilmeye mahkûmdur” çıkışı geldi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019 - 2020 Özel Ödülleri Töreni'nde konuşan Erdoğan, “Dile sahip çıkmak, dili zenginleştirmek” vurgularıyla, dilin yaşayan bir varlık olduğu tanımını yineledi ve kötü Türkçe, yanlış dil kullanımını eleştirdi.

Erdoğan’ın uyardığı “forward etmek”, “down olmak” gibi olumsuz örnekler konusunda sanırım hepimiz hemfikiriz. Ancak arı dilin önemi, bir tartışma konusu gibi duruyor. Çünkü dilde sadeleştirmeye itiraz, arkaik olana öykünme içermemeli. Ve daha önemli bir konu olarak Farsça, Arapça kökenli kelimeler, kullanım sıklığından dolayı bize tanıdık gelebilir ama Hegel, “Tanımak bilmek değildir” diye uyarır. Batı dillerinden kelimeleri kullanmanın yarattığı “konuşulanı anlamamak” gerçeği, ilkin tanıdık gelen Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde de geçerlidir. Dilimizde Fransızca ve Arapça kökenli kelimeler sayıca yarışır ve öz Türkçe’nin önemi, birine değil her ikisine karşı geçerlidir.

Recep Tayyip Erdoğan konuşmasında, Konfüçyus’un “Düşüncelerin iyi anlatılmaması durumunun, ahlaki ve kültürel bozulma yaratacağı” değerlendirmesini paylaştı ve Peyami Safa'dan "Dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybetmiş demektir" alıntısıyla devam etti. Erdoğan, "Caddelerde dolaştığınız zaman, dükkânları, marketleri, bunları gördüğümüz zaman bakıyorsunuz ki ya bizim dil nerede? Buralarda bizim dil yok, bambaşka şeyler var” dedi.

Bu söylediklerine katılıyoruz ama 13 Ocak günü ödüllerini bizzat takdim ettiği Medya Oscarları adlandırmasını ve oradaki dil tercihini, tam da belirttiği nedenlerden dolayı eleştiriyoruz. Yoksa benzer eleştiriyi kendisi de yapmış ve konunun önemine dikkat çekmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın törenini mi vesile etmiştir?

*

Bu örneklerde dil özelinde kültür, “belli yer ve zamanlarda sahip çıkılacak konu” olarak görüldüğü ölçüde, meta kültür olarak kalır.

“Doğru kullanmalıyız” uyarısı değerlidir, doğru örnekler verildiğinde.

*

Aynı törende Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, "Kültür ve sanatın bazen kısacık bir etkileşim anında bıraktığı izi, başka yollarla yıllarca uğraşsanız oluşturamazsınız…” diye seslendi.

Kültür ve sanat, “kısacık bir etkileşimde iz bırakacak niteliğe” nasıl ulaşır acaba? Hazırda olmadığını biliyoruz.

*

Bakan Mehmet Nuri Ersoy sözlerine “Böylesi önemli ve değerli bir sonucun elde edilmesinde emeği olan insanlarımızı, işte bu bilinç ve farkındalıkla onore etmeyi, kendilerine şükranlarımızı sunmayı bir görev addediyoruz” diyerek devam etti.

Dil önemliydi değil mi, doğru düşünmenin karşılığı olarak.

Birisine “Onu onore ettiğini” söylemek, “Biz seni onurlandırıyoruz” demektir ve şükran duygusuyla çelişir. Ve alan “Onur duydum” diyebilir belki ama kültürümüzde veren, “Seni onurlandırıyorum” demez. Çünkü derse, biraz “Sende yok, ben şimdi sana veriyorum” demek gibi olur.

Dili dikkatli kullanmamak, ağır ağır Erdoğan’ın referans verdiği çöküşe neden olur. “Onur duymak” vardır ama bizim kültürümüzde “Onur bahşetmek” yoktur.

*

Cemal Süreyya’nın şu dizelerini de, zaten hiç sevmemişimdir.

“Daha nen olayım isterdin, Onursuzunum senin!”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.