[simple-author-box]
Gündemde bir de yeni anayasa konusu var.
İktidar konuyu “İhtiyaç duyulan önemli bir adım”, muhalefetse “Gündem değiştirmek amaçlı başlık” düzeyinde görüyor. İktidar ve muhalefet gene karşı karşıya…
Bu ikisinin bir arada oldukları nadir örnekler, “yüksek iyi”yi düşündürür değil mi? Ancak yakın geçmişte bunun aksine, anayasa çalışmalarında bir arada bir yanlış içindelerdi: Anayasa Mutabakat Komisyonu. İlkin umut veren bir adlandırma gibi geliyor kulağa ama herhangi bir dayatmanın olmayacağını düşündüren mutabakat kelimesi için “Anlaşma” mı, “Uzlaşma” mı diyeceğiz? Türk Dil Kurumu “Uzlaşma” diyor.
Yeni anayasanın gündeme gelmesiyle bugün de, her şeyden önce mutabakatın önemini vurgulayanlara rastlıyoruz. Oysa anayasa ya da daha temel bir kavram olarak “yasa”, mutabakat konusu olarak düşünülebilir mi? Yasa yapmayı uzlaşı zeminine oturtan ve bir anlaşmaya indirgeyenlerin, niyetleri kötü değildir biliyoruz ama gelin neyin kapısını araladıkları üzerine düşünelim.
Uzlaşma malum, taraflar arasında olabilecek bir şey. Peki, mesela “gerçek” üzerinde uzlaşma olabilir mi? Şu açıklamayı yaptıklarını düşünsenize: “Biz uzlaştık, gerçek budur!”
Nasıl uzlaşır taraflar? Anlamı biraz zorlayalım ve bunun, “al gülüm ver gülüm” yaklaşımıyla gerçekleştiğini düşünelim. Hadi söyleyelim: Pazarlıkla!
Anayasa için yürütülecek çalışmaların, ön ya da başlangıç düzeyi de dâhil, hiçbir aşamasının adı “Mutabakat” olmamalıdır. “Mutabakat sağlamak” tüm çaba içinde yararlı bir yer tutabilir ama öncül ya da belirleyici düzeyde görülemez. Ve soruların yanıtını uzlaşma kabı içine sıkıştırmaya çalışmak, sadece uzlaşma dayatmaktır.
Yasa, uzlaşmak zorunda olmadan da yaşamının olanağını sunar. Yasa bir ideal arayışıdır ve sadece idealin, evrenselin konusu olabilir. Yasayı mutabakat konusu olarak görenler, yani en başında bir düşünce yanlışı içinde olanlar, yasa yapacaklar öyle mi?
Bir amaç uğruna elbette ortak çalışma yürütülebilir ama tarafların mutabakatı belirleyici olmamalıdır. Olursa o yasa, farklı bir açıdan darbenin dayattığı gibi kötü bir yasa olur ve yarın değiştirilme ihtiyacı belirir. Bugün olduğu gibi. Mutabık mıyız?
*
Felsefede “sözleşmeciler” vardır. Devleti ilkin sözleşmeyle başlatırlar ve bunu yaparken sözleşme kavramında kapsanan ona öncül kavramları atlarlar. Devlet sözleşmeye indirgenemez. Diğer tüm isimleri hızlıca geçebiliriz ama Rousseau’nun Toplumsal Sözleşmesi bu başlıkta yer tutsa da, onun “Yurttaş Toplumu”, “Ussal İstenç, Genel İstenç” kavramları üzerine çalışmak, Devlet ve Yasa idealini anlamak açısından önemlidir.
*
Bir de “Anayasa ortak aklın ürünü olmalıdır” ezberi var. Ortak akıl yüksek referansını verdin mi, her kesime eşit ve konulara bütüncül yaklaşan biri gibi gözükür; darbenin, despotun dayattığını ve tepeden inme her şeyi reddetmiş de olursun hani…
Ortak akıl diye bir şey yoktur. Akıl vardır. Ortak çaba, kolektivite vardır. İlerleme ve doğruya ulaşma çabası içinde kolektivite yararlı olabilir. Ancak kolektivite de ilkin bireyin istencinin karşılığıdır ve ondan bağımsız düşünülemez. Ve ne’liği belirsiz bir “ortak akıl” göndermesi bu çabaya açıklık getirmez, işe sadece gizem katar.
Daha açık bir anlatım ile tamamlayalım: “Ortak doğru” yoktur, “doğru” vardır.