Mehmet Akif Işık
Köşe Yazarı
Mehmet Akif Işık
 

DEFİNE HAYALİ-2: Roman olan ‘Öldüren Define’

Tarih boyunca birçok medeniyetlere beşiklik etmiş olan Anadolu gerçekten büyük bir tarih hazinesine sahiptir. Bu tarihi hazinenin yanında define olarak nitelenebilecek çok sayıda altın ve gümüş, toplu para tesadüfen bulunabilmektedir. Bu defineleri genellikle Ermenilerin veya diğer etnik gurupların yurdumuzdan ayrılırken bıraktıkları söylenmekte ise de bu kısmen doğru olabilir. Zira Ermeni olsun veya olmasın ülkemizde yasadışı işler yaptıktan sonra kanunların pençesinden kurtulmak için bulunduğu bölgeyi terk etmek zorunda kalan veya yurt dışına kaçan kişilerin paralarını ve ziynet eşyalarını, kendilerince işaretlenen yerlere gömdükleri, ayrıca, önceki dönemlerde bankaların henüz olmadığı yıllarda birikimlerini genellikle küp veya teneke içerisine koyup evlerinin veya bahçelerinin bir köşesinde saklama yoluna gittikleri de bilinmektedir. Bunlar da ancak tesadüfen ortaya çıkmaktadır. Ellerinde haritalarla Anadolu’yu dolaşanlar genellikle eski eser kaçakçılarıdır. Bunların ellerindeki haritalar da define haritası olmayıp arkeolojik bölgeleri gösteren ve ilmi bazı eserlerden kopyalanmış haritalardır. Zaman zaman bu haritaları definecilere de pazarladıkları olmaktadır. Ancak eski eser alanlarında define kazısı yapmak yasal olarak mümkün olmadığından bunların, kazı talepleri reddedilmektedir. Definecilere,  yaptıkları bu işin doğru olmadığı, ellerindeki haritaların gerçeği yansıtmadığı konusunda bilgiler verilmekte ve bu işten vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Ancak bu define merakı öyle bir hastalık ki bu açıklamalardan veya nasihatlerden nasibini alanlar olduğu da pek söylenemez. Çanakkale’de görevli olduğum yıllarda define kazılarına müze temsilcisi olarak katılmaktaydım.  Define kazıları ile ilgili mevzuat gereği, kazılara müzeden bir uzman, maliyeden bir eleman ve güvenlik güçlerinden bir eleman (polis veya jandarma) katılıyordu. Resmi görevli olanların masraflarını ve harcırahlarını da defineci karşılamak zorundaydı.  Define kazısına başlamadan önce define arayıcılarına bu hususları hatırlatıyor ve çoluk çocuğunun rızkını toprağa gömmemeleri konusunda kendileriyle konuşuyordum. Ancak vazgeçirmek mümkün olmuyordu. Zira define merakı şifası olmayan bir hastalık gibiydi. Büyük bir heyecan ve umutla kazılarını yapıyorlardı. Bir şey çıkmayınca da elbette sükûtu hayale uğruyorlardı. Şimdi bu kazılardan bir kaçını anlatacağım:   Bolayır’da define kazısı   1972 yılının yaz ayları idi. Çanakkale Müzesinde görevime devam ederken iki kişi odama geldi. Gelibolu ilçesine bağlı Bolayır’da define kazısı yapmak istediklerini söylediler. Gelenlerin biri emekli kaptan, diğeri de emekli askerdi. Define aramak istedikleri yer Bolayır’a yaklaşık iki kilometre uzaklıktaki askeri bölge sınırları içerisinde kalıyordu. Mevzuat gereği askeri birlikten izin alıp almadıklarını sordum. İzin aldıklarını söyleyince, kazı alanını görüp rapor hazırlamak üzere Bolayır’a gittik. Kazı yapılmak istenen yer mevzuatta belirtilen, define kazısı yapılmasında sakınca olmayan bir alandı. Gerekli evrakı hazırlayıp Genel Müdürlüğe gönderip kazı ruhsatı alınacağını söyledim. Askeri birlikten güçlükle izin aldıklarını belirterek acele ediyorlardı. Evrakı elden alıp götürdüler, iki gün sonra da kazı ruhsatı bize ulaştı. Kazı heyetinde görev alacak Maliye temsilcisi ile emniyet görevlisi de geldikten sonra hep birlikte Bolayır’a gittik. Askeriyeden alınan izin kısıtlı idi. Kazının üç gün içinde yapılması ve kazı yerine gidiş için belirlenen güzergâhın dışına çıkılmaması şart koşulmuştu. Bu nedenle acele etmeleri gerekiyordu. Kazı yapmak istedikleri yerde önce bir araştırma yapıldı. Ellerindeki haritaya göre, aradıkları bir su kuyusu idi. Ancak etrafta kuyu yoktu. Zaman içerisinde kuyunun taş, toprakla dolmuş olabileceği üzerinde duruldu ve kuyu olabilecek en uygun yerin seçimi için dolaşıldı.  Arazide otlar kurumaya başlamıştı, ancak bir yerde otlar yemyeşil duruyordu. Kuyunun burada olabileceği düşünülerek kazıya başlandı. Bu arada getirdikleri dedektörle de etrafı tarıyorlardı. Kazı yapılacak alan askerlerin atış alanı olduğundan toprağın içinde mermi kovanları ve kurşun çekirdekleri vardı. Hemen hemen her yerde dedektör ses veriyordu. Bu nedenle kuyunun olabileceğini düşündükleri yeşil otların bulunduğu alanda kazıya başladılar. Kazı yapılıp toprak atıldıkça dedektörü tutup kontrol ediyorlardı. Dedektörün sesi hiç kesilmiyordu ama görünürde de bir şeyler yoktu. Kazdıkça dedektörün sesi de artıyordu. Artık kesinlikle definenin burada olduğuna emin olarak sevinçle kazıyı sürdürüyorlardı. Onlara; yine de fazla ümit bağlamamalarını, bir şey bulunmaması halinde üzülebileceklerini söylüyordum. Ancak kaptan kesinlikle defineyi bulacakları inancında idi. Dedektörün sesinin fazlaca gelmesi beni de heyecanlandırmıştı. Kazı devam ederken define haritasını nasıl elde ettiğini kaptana sordum.1942 yılında Bulgaristan’a yaptığı bir sefer sırasında kendisiyle görüşmek isteyen emekli bir yaşlı Bulgar subayının kendisine verdiğini söyledi ve subayın 1913 yılında Balkan Harbi sırasında Bolayır’a kadar gelip mevzilenen Bulgar ordusundaki subaylardan biri olduğunu, 13 Temmuz 1913 tarihinde Türk ordusunun ani hücumu karşısında şaşırdıklarını ve çok zayiat verdikleri için geri çekilme kararı aldıklarını, o sırada subay ve erat maaşlarının yeni gelmiş olduğunu ve henüz dağıtılmadığı için komutanlık çadırında bulunduğunu, bunların da yaklaşık bin adet kıl torba içerisinde 100 er adet Bulgar ve İngiliz altını olduğunu, kaçarken birlikte götüremeyecekleri için bu paraları ve üzerlerindeki kıymetli eşyaları bir çorba kazanına doldurup çadırın yakınındaki kuyuya attıklarını, kuyunun üzerini de çalı çırpı ile kapatarak, ileride gelip alabilmeleri için ellerindeki bir haritaya da kuyunun yerini işaretlediklerini, bunu sadece orada bulunan beş subayın bildiğini, içlerinde en genci kendisi olduğu için komutanlarının haritayı kendisine verdiğini, kaçarken diğer subayların öldüğünü,  kendisinin de yaralı olarak kaçabildiğini, ancak bir daha geri dönemediği için herhangi bir şey yapamadığını, güvendiği kimse de olmadığı için çocukları dahil kimseye bundan bahsetmediğini ona itimat telkin ettiği için de haritayı kendisine verdiğini söyledi. 1942 yılından bu yana geçen otuz yıl zarfında neden bu defineyi aramadıklarını sorduğumda da bana; O sıralarda İkinci Dünya Savaşının devam ettiğini, buradaki askeri bölgelerin de sıkı koruma altında olduğunu, bölgeye makineli tüfek yuvaları, koruganlar yapılmakta olduğunu, yakın tarihe kadar buraya girmenin mümkün olmadığını, ancak şimdi izin alabildiğini belirtti. Kazının ilk günü hava kararıncaya kadar kazı devam etti. Daha sonra Gelibolu’ya giderek geceyi orada geçirdik. Ertesi gün tekrar kazıya devam ettik. Yine dedektörle sık sık kontroller yapıldı. Sonunda ses çoğaldı ve bir madeni cisim ortaya çıktı. Önce kazanın sapı gibi düşünüldüyse de biraz daha kazılınca aşağı doğru uzayan kalınca bir bakır tel olduğu anlaşıldı. Oradakilere burada vaktiyle bir cephanelik olabileceğini ve bu bakır telin de cephaneliğin paratöneri olduğunu tahmin ettiğimi ve altında da mutlaka büyükçe bir kurşun levha olacağını söyledim. Nitekim yaklaşık iki metre daha kazdıktan sonra kurşun levha da ortaya çıktı. Etrafta bir iki yer daha kazıldı ancak, kazandan ve paralardan en ufak bir emare yoktu. Kaptanın yüz ifadesi değişmiş üzgün bir ifadeye bürünmüştü. 30 yıllık hayali birdenbire yok olmuştu. Yere çömeldi ve başını ellerinin arasına alarak; “Adam niçin yalan söylesin, mutlaka daha önce burada cephanelik filan yapılırken bulunmuş olmalı” diyerek kendisini avutmaya çalıştı. Kazıya da son verdiğimiz için arkadaşları koluna girerek onu kaldırdı ve araçlarına binerek İstanbul istikametine doğru hareket ettiler. Ertesi yıl müze bahçesindeki taş eserleri incelerken bahçe kapısından giren kişi bana tanıdık geldi. Yaklaşınca Bolayır’daki kazıya katılan emekli subay olduğunu gördüm: -Hayrola yine define kazısı için mi geldiniz, dedim. -Hayır, bir kere ağzımız yandı, geçerken ziyaret etmek istedim, dedi. Kaptanı sordum. Aldığım cevap beni de ziyadesiyle üzmüştü: -Hiç sormayın, kazı sonrası sizden ayrıldıktan sonra kaptan bir türlü kendine gelemedi, defineyi bulacağına o kadar inanmıştı ki, üzüntüsünden 40 gün geçmeden vefat etti, dedi. Sonraki yıllarda bu define konusunu “Öldüren Define” adlı bir roman olarak kaleme aldım. (DEVAM EDECEK)
Ekleme Tarihi: 28 Aralık 2022 - Çarşamba

DEFİNE HAYALİ-2: Roman olan ‘Öldüren Define’

Tarih boyunca birçok medeniyetlere beşiklik etmiş olan Anadolu gerçekten büyük bir tarih hazinesine sahiptir. Bu tarihi hazinenin yanında define olarak nitelenebilecek çok sayıda altın ve gümüş, toplu para tesadüfen bulunabilmektedir. Bu defineleri genellikle Ermenilerin veya diğer etnik gurupların yurdumuzdan ayrılırken bıraktıkları söylenmekte ise de bu kısmen doğru olabilir. Zira Ermeni olsun veya olmasın ülkemizde yasadışı işler yaptıktan sonra kanunların pençesinden kurtulmak için bulunduğu bölgeyi terk etmek zorunda kalan veya yurt dışına kaçan kişilerin paralarını ve ziynet eşyalarını, kendilerince işaretlenen yerlere gömdükleri, ayrıca, önceki dönemlerde bankaların henüz olmadığı yıllarda birikimlerini genellikle küp veya teneke içerisine koyup evlerinin veya bahçelerinin bir köşesinde saklama yoluna gittikleri de bilinmektedir. Bunlar da ancak tesadüfen ortaya çıkmaktadır.

Ellerinde haritalarla Anadolu’yu dolaşanlar genellikle eski eser kaçakçılarıdır. Bunların ellerindeki haritalar da define haritası olmayıp arkeolojik bölgeleri gösteren ve ilmi bazı eserlerden kopyalanmış haritalardır. Zaman zaman bu haritaları definecilere de pazarladıkları olmaktadır. Ancak eski eser alanlarında define kazısı yapmak yasal olarak mümkün olmadığından bunların, kazı talepleri reddedilmektedir.

Definecilere,  yaptıkları bu işin doğru olmadığı, ellerindeki haritaların gerçeği yansıtmadığı konusunda bilgiler verilmekte ve bu işten vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Ancak bu define merakı öyle bir hastalık ki bu açıklamalardan veya nasihatlerden nasibini alanlar olduğu da pek söylenemez.

Çanakkale’de görevli olduğum yıllarda define kazılarına müze temsilcisi olarak katılmaktaydım.  Define kazıları ile ilgili mevzuat gereği, kazılara müzeden bir uzman, maliyeden bir eleman ve güvenlik güçlerinden bir eleman (polis veya jandarma) katılıyordu. Resmi görevli olanların masraflarını ve harcırahlarını da defineci karşılamak zorundaydı.  Define kazısına başlamadan önce define arayıcılarına bu hususları hatırlatıyor ve çoluk çocuğunun rızkını toprağa gömmemeleri konusunda kendileriyle konuşuyordum. Ancak vazgeçirmek mümkün olmuyordu. Zira define merakı şifası olmayan bir hastalık gibiydi. Büyük bir heyecan ve umutla kazılarını yapıyorlardı. Bir şey çıkmayınca da elbette sükûtu hayale uğruyorlardı.

Şimdi bu kazılardan bir kaçını anlatacağım:

 

Bolayır’da define kazısı

 

1972 yılının yaz ayları idi. Çanakkale Müzesinde görevime devam ederken iki kişi odama geldi. Gelibolu ilçesine bağlı Bolayır’da define kazısı yapmak istediklerini söylediler. Gelenlerin biri emekli kaptan, diğeri de emekli askerdi. Define aramak istedikleri yer Bolayır’a yaklaşık iki kilometre uzaklıktaki askeri bölge sınırları içerisinde kalıyordu. Mevzuat gereği askeri birlikten izin alıp almadıklarını sordum. İzin aldıklarını söyleyince, kazı alanını görüp rapor hazırlamak üzere Bolayır’a gittik. Kazı yapılmak istenen yer mevzuatta belirtilen, define kazısı yapılmasında sakınca olmayan bir alandı. Gerekli evrakı hazırlayıp Genel Müdürlüğe gönderip kazı ruhsatı alınacağını söyledim. Askeri birlikten güçlükle izin aldıklarını belirterek acele ediyorlardı. Evrakı elden alıp götürdüler, iki gün sonra da kazı ruhsatı bize ulaştı. Kazı heyetinde görev alacak Maliye temsilcisi ile emniyet görevlisi de geldikten sonra hep birlikte Bolayır’a gittik. Askeriyeden alınan izin kısıtlı idi. Kazının üç gün içinde yapılması ve kazı yerine gidiş için belirlenen güzergâhın dışına çıkılmaması şart koşulmuştu. Bu nedenle acele etmeleri gerekiyordu. Kazı yapmak istedikleri yerde önce bir araştırma yapıldı. Ellerindeki haritaya göre, aradıkları bir su kuyusu idi. Ancak etrafta kuyu yoktu. Zaman içerisinde kuyunun taş, toprakla dolmuş olabileceği üzerinde duruldu ve kuyu olabilecek en uygun yerin seçimi için dolaşıldı.  Arazide otlar kurumaya başlamıştı, ancak bir yerde otlar yemyeşil duruyordu. Kuyunun burada olabileceği düşünülerek kazıya başlandı. Bu arada getirdikleri dedektörle de etrafı tarıyorlardı. Kazı yapılacak alan askerlerin atış alanı olduğundan toprağın içinde mermi kovanları ve kurşun çekirdekleri vardı. Hemen hemen her yerde dedektör ses veriyordu. Bu nedenle kuyunun olabileceğini düşündükleri yeşil otların bulunduğu alanda kazıya başladılar. Kazı yapılıp toprak atıldıkça dedektörü tutup kontrol ediyorlardı. Dedektörün sesi hiç kesilmiyordu ama görünürde de bir şeyler yoktu. Kazdıkça dedektörün sesi de artıyordu. Artık kesinlikle definenin burada olduğuna emin olarak sevinçle kazıyı sürdürüyorlardı. Onlara; yine de fazla ümit bağlamamalarını, bir şey bulunmaması halinde üzülebileceklerini söylüyordum. Ancak kaptan kesinlikle defineyi bulacakları inancında idi. Dedektörün sesinin fazlaca gelmesi beni de heyecanlandırmıştı. Kazı devam ederken define haritasını nasıl elde ettiğini kaptana sordum.1942 yılında Bulgaristan’a yaptığı bir sefer sırasında kendisiyle görüşmek isteyen emekli bir yaşlı Bulgar subayının kendisine verdiğini söyledi ve subayın 1913 yılında Balkan Harbi sırasında Bolayır’a kadar gelip mevzilenen Bulgar ordusundaki subaylardan biri olduğunu, 13 Temmuz 1913 tarihinde Türk ordusunun ani hücumu karşısında şaşırdıklarını ve çok zayiat verdikleri için geri çekilme kararı aldıklarını, o sırada subay ve erat maaşlarının yeni gelmiş olduğunu ve henüz dağıtılmadığı için komutanlık çadırında bulunduğunu, bunların da yaklaşık bin adet kıl torba içerisinde 100 er adet Bulgar ve İngiliz altını olduğunu, kaçarken birlikte götüremeyecekleri için bu paraları ve üzerlerindeki kıymetli eşyaları bir çorba kazanına doldurup çadırın yakınındaki kuyuya attıklarını, kuyunun üzerini de çalı çırpı ile kapatarak, ileride gelip alabilmeleri için ellerindeki bir haritaya da kuyunun yerini işaretlediklerini, bunu sadece orada bulunan beş subayın bildiğini, içlerinde en genci kendisi olduğu için komutanlarının haritayı kendisine verdiğini, kaçarken diğer subayların öldüğünü,  kendisinin de yaralı olarak kaçabildiğini, ancak bir daha geri dönemediği için herhangi bir şey yapamadığını, güvendiği kimse de olmadığı için çocukları dahil kimseye bundan bahsetmediğini ona itimat telkin ettiği için de haritayı kendisine verdiğini söyledi. 1942 yılından bu yana geçen otuz yıl zarfında neden bu defineyi aramadıklarını sorduğumda da bana; O sıralarda İkinci Dünya Savaşının devam ettiğini, buradaki askeri bölgelerin de sıkı koruma altında olduğunu, bölgeye makineli tüfek yuvaları, koruganlar yapılmakta olduğunu, yakın tarihe kadar buraya girmenin mümkün olmadığını, ancak şimdi izin alabildiğini belirtti.

Kazının ilk günü hava kararıncaya kadar kazı devam etti. Daha sonra Gelibolu’ya giderek geceyi orada geçirdik. Ertesi gün tekrar kazıya devam ettik. Yine dedektörle sık sık kontroller yapıldı. Sonunda ses çoğaldı ve bir madeni cisim ortaya çıktı. Önce kazanın sapı gibi düşünüldüyse de biraz daha kazılınca aşağı doğru uzayan kalınca bir bakır tel olduğu anlaşıldı. Oradakilere burada vaktiyle bir cephanelik olabileceğini ve bu bakır telin de cephaneliğin paratöneri olduğunu tahmin ettiğimi ve altında da mutlaka büyükçe bir kurşun levha olacağını söyledim. Nitekim yaklaşık iki metre daha kazdıktan sonra kurşun levha da ortaya çıktı. Etrafta bir iki yer daha kazıldı ancak, kazandan ve paralardan en ufak bir emare yoktu. Kaptanın yüz ifadesi değişmiş üzgün bir ifadeye bürünmüştü. 30 yıllık hayali birdenbire yok olmuştu. Yere çömeldi ve başını ellerinin arasına alarak; “Adam niçin yalan söylesin, mutlaka daha önce burada cephanelik filan yapılırken bulunmuş olmalı” diyerek kendisini avutmaya çalıştı. Kazıya da son verdiğimiz için arkadaşları koluna girerek onu kaldırdı ve araçlarına binerek İstanbul istikametine doğru hareket ettiler. Ertesi yıl müze bahçesindeki taş eserleri incelerken bahçe kapısından giren kişi bana tanıdık geldi. Yaklaşınca Bolayır’daki kazıya katılan emekli subay olduğunu gördüm:

-Hayrola yine define kazısı için mi geldiniz, dedim.

-Hayır, bir kere ağzımız yandı, geçerken ziyaret etmek istedim, dedi.

Kaptanı sordum. Aldığım cevap beni de ziyadesiyle üzmüştü:

-Hiç sormayın, kazı sonrası sizden ayrıldıktan sonra kaptan bir türlü kendine gelemedi, defineyi bulacağına o kadar inanmıştı ki, üzüntüsünden 40 gün geçmeden vefat etti, dedi.

Sonraki yıllarda bu define konusunu “Öldüren Define” adlı bir roman olarak kaleme aldım.

(DEVAM EDECEK)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.