Karabiga bucağında define kazısı
1973 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Karabiga bucağına define kazısına gittik. Kazı yapacak kişilerin elinde yine bir define haritası vardı. Haritada definenin bulunduğu yer işaretlenmişti. Karabiga Bucağı içerisinde boş bir parseli gösteriyordu. Haritada yazıldığına göre; bir metre kadar kazıldığında önce kül tabakası, sonra kömür parçaları çıkacak, kömür tabakasının altında da hazine küpü bulunacaktı. Büyük bir hevesle kazıya başlandı. Gerçekten de bir metre kadar kazıldıktan sonra kül tabakası, ardından da kömür parçaları çıktı. İnanın ben de o anda define çıkacak diye umutlandım. Ama tüm aramalara, metrelerce kazılmasına rağmen define küpü bir türlü bulunamadı.
Defineci, sinirinden neredeyse kalp krizi geçirecekti. Haritayı yüklü miktarda para ödeyerek bir Bulgar’dan satın aldığını söylemişti. Durmadan bu kişiye beddualar ediyordu. Sonradan araştırdığımda kazı yaptığımız yerde eskiden bir fırın olduğunu öğrendim. Orada kazı sırasında kül ve kömür parçalarının çıkması elbette ki gayet doğaldı.
Lapseki’deki define kazısı
Yine 1973 yılı içerisinde Lapseki ilçesine bağlı bir köye define kazısına gittik. Define arayacak ekipte bir de hoca diye hitap ettikleri, ancak herhangi bir camide görevi olmayan biri vardı. Define aranacak yere varmadan önce uğradığımız köyden çatal ibikli olması gereken bir horoz satın aldılar. Define aranacak tarlaya geldiğimizde hoca dedikleri adam cebinden beyaz bir kâğıt çıkarıp üzerine bir şeyler karaladı, sonra diğer cebinden bir bez parçası çıkararak kâğıdın üzerine sardı ve horozun kanadına iplikle bağladı. (Bu bez parçası, bekâr bir kızın elbisesinden kesilmiş bir parça imiş). Sonra horozu tarlaya bıraktı. Hoca dedikleri adamın dediğini göre horoz definenin bulunduğu yere gidip ayakları ile eşelemeye ve gagası ile de definenin üzerini eşmeye başlayacakmış. Herkesin gözü horozdaydı. Horoz tarlada dolaşırken zaman zaman tarlanın dışına çıkacakmış gibi oluyordu. Hemen horozun peşinden koşup tekrar tarlanın içine sokuyorlardı. Bu kovalamaca bir saat kadar sürdü. Horozun durup eşelendiği yoktu. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Sonunda hoca denilen adam sinirlenmeye başladı; “Bu ne biçim horoz be kardeşim” diyerek horozun üzerine atlayıp yakaladı ve onunla güzel bir öğlen yemeği hazırlandı. Horozdan iş çıkmayınca başladılar tarlayı kazmaya. Tarlanın her tarafı kazıldı, elbette ki bu define kazısında da bir şey bulunmadı. Kazı yapanlara “ Arkadaşlar, define çıkmadı; ama büyük bir sevaba girdiniz. Tarla sahibini, toprağı belleme masrafından kurtardınız” dedim.
Yıllar sonra yine bir define konusu ile karşılaştım:
1990 yılı idi. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü olarak görevimi sürdürüyordum. Olağan bir gün. Rutin işleri yürütmek üzere odamda çalışırken, Bakan ve Müsteşara bağlı özel telefonum çaldı. Ahizeyi kaldırdım, karşımdaki Kültür Bakanı idi. Çok önemli bir konu olduğunu acilen makamında beklediğini söyledi. Hemen arabama atlayıp gittim. Odasında, Gaziantep milletvekili olarak tanıştırıldığım biriyle oturuyordu. Bakan bey hemen söze girdi: “ Akif Bey, çok önemli bir define konusu var. Gaziantep’in (…) Köyünde küp içerisinde altın heykeller bulunmuş, bulan köylü çekindiği için müzeye götürememiş, milletvekili arkadaşımızı olaydan haberdar etmiş. O da heykellerin fotoğraflarının çekilerek gönderilmesini istemiş. İşte altın heykellerin fotoğrafları” diyerek, masasının üzerinde duran fotoğrafları bana uzattı. Fotoğraflara bakar bakmaz gülümsemeye başladım. Bakan bey; “Hayrola Akif Bey ne oldu” diye sordu. Bu heykellerin orijinal olmadıklarını, yani sahte olduklarını belirttim. Bakan bey Milletvekiline dönüp baktı. O da ; “Fakat nasıl olur bulan kişi yemin ederek bunları tarlasını sürerken, toprak altından traktörün pulluğuna takılan bir küp içerisinde bulduğunu ve altın olduklarını söylüyor.” deyince, bu ciddi iddia karşısında ben de tereddütte kaldım, heykelleri görmeden sahteliği konusunda ısrar etmek hoş olmayacaktı. Bakan Bey bu işin önemli olduğunu, yerine giderek, konuyla bizzat benim ilgilenmemi istedi. Yanıma dönemin Müzeler Daire Başkanı ile Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürünü alarak Gaziantep’e gittim. Heykelleri bulan köylü bizi Gaziantep Müzesinde bekliyordu. Hiç vakit kaybetmeden Gaziantep müze müdürünü de yanımıza alarak bizleri bekleyen köylü ile birlikte doğruca heykellerin bulunduğu köye gittik. Ev halkı ve elbette ki bütün köy halkı bizi meraklı gözlerle bekliyordu. Eve girdikten sonra içeri ev halkından başkasını almadılar ve kapıları sıkıca kapadılar. Girdiğimiz odadaki sedirlere oturduk. Hiç beklemeden yatak odasında karyolanın altına gizledikleri bezlere sarılmış çıkını çıkarıp önümüze getirdiler. Köylü, bezleri titiz bir şekilde açtı ve içinden çıkardığı yan tarafı kırık bir küp ile altı adet heykelciği önümüzdeki masanın üzerine bıraktı. Odadaki herkesin meraklı bakışları benim üzerimdeydi. Heykelleri ve küpü görür görmez tebessüm ederek, uzman arkadaşlarıma baktım onlar da gülümsüyordu. Başımı olumsuz anlamında sallayınca köylülerin meraklı yüz ifadelerinin yerini üzüntü aldı. Heykeller sahte idi. Turistik eşya olarak yapılmış bu heykelcikler altın suyuna batırılmıştı. Heykellerin içinde bulunduğu küp ise, yeni bir testinin üzerine alçı ve toprak karışımı bir çamur sıvanmak suretiyle eskiye benzetilmeye çalışılmış ve ortasına da yine çamurdan kabartma bir haç yapılmıştı. Bu durumu uzun uzun açıkladıktan sonra, bulan köylüye döndüm ve “herhangi bir kişiye bunun için para kaptırdın mı?” ısrarla sordum. Köylü yemin ederek hiç kimseye para kaptırmadığını, tarlasında çift sürerken traktörün pulluğuna takılan küpü toprak altından çıkardığını söyledi. Köylünün büyük oğlu bu işe herkesten daha fazla üzülmüştü; zira bizim yola çıktığımızı öğrendikten sonra, zengin olduğu hayalini kurup, elde edeceği parayla traktör, taksi, ev alacağı hayali ile geceyi zor geçirmiş olduğunu bize anlattı. Şimdi bu olayın bir tek açıklaması vardı, o da; birileri define meraklılarına oyun hazırlamış ve testiyi de bu köylünün tarlasına gömmüştü. Testiyi gömen sahtekâr kişi, define meraklısı birilerini bulup, kendi çizdikleri bir krokiyi gösterip onu da ortak yapmaya çalışacak veya krokiyi ona satacaklardı: dolayısıyla da birilerini dolandıracaklardı. Ancak, daha oyun gerçekleşmeden köylü tesadüfen bu küpü bulup çıkardığı için oyun bozulmuştu. Odadakilere bu hususu anlattıktan sonra kalplerinde en ufak bir şüphe kalmaması için bizimle birlikte Gaziantep’e gelmelerini söyledim. Heykelleri ve testiyi alıp hep birlikte Gaziantep Müzesine gittik. Müzenin telefonundan Kuyumcular Odasını arayarak bir kuyumcunun müzeye gönderilmesini rica ettik. Gelen kuyumcu da heykelleri görünce bunların altın olmadığını söylediyse de, köylülerin içleri rahat etsin diye gerekli test işlemini yapmasını rica ettim. Kuyumcu, birlikte getirdiği kimyevi madde ile gerekli test işlemini yaptı. Elbette ki altın değillerdi. Sahte heykeller ve küp, köylünün muvafakati alındıktan sonra müzede bir vitrin içerisine; “defineciler tarafından sahte olarak yapıldıkları” belirtilerek ziyaretçilerin dikkatine sunulmak üzere teşhire konuldu.
Bu hadise, bir örgüt gibi çalışan defineciler ve sahte eserler konusuna bir kez daha dikkat çekilmesi gerektiğini ortaya koydu ve bu husus basına yaptığımız açıklamalarla birlikte gazete sayfalarında yerini aldı. Bu olaydan yaklaşık altı ay kadar sonra, aynı sahte heykelciklerin ve sahte testinin Erzurum’da ele geçirildiği haberi basında yer aldı. Bu da definecilerin bir örgüt gibi Türkiye genelinde faaliyet gösterdikleri tezimizin doğruluğunu ortaya koymuş oldu.
(DEVAM EDECEK)