Her olumsuz konu için değişik şekillerde çözüm veya bir çıkış noktası bulunabilir. Ancak kul hakkı gözetilmeden bir çıkış noktası aramak boşa kürek sallamaktan öteye geçmez. Elbette ki çıkış noktası veya çözüm için önde gelen kuralların başında hoşgörü, dürüstlük ve adalet duygusu gelmektedir. Diğer toplumlardan farklı olarak Türk-İslam toplumunda her kademede ve her konuda hoşgörünün, dürüstlüğün ve adalet duygusunun ön planda olduğu müşahede edilebilmektedir. Şimdi gündeme gelen ve çözüm aranan konulardaki ve olaylardaki çözümsüzlüğün başında ne yazık ki söz konusu olan bu değerlerden uzaklaşılması ve onların kaybedilmesi gelmektedir.
Hiç şüphesiz, dürüst ve hoşgörüsü olmayan ve adalet duygusunu kaybeden toplulukların ziyana uğramaları kaçınılmazdır. Ecdat hoşgörüyü ve dürüstlüğü öyle ön planda tutmuştur ki bunu taşlara bile yansıtmıştır. Sevdiğim arkadaşım merhum Prof. Dr. Hakkı Acun bu taşlarla ilgili olarak “Türk Kültüründe Taşlar” adıyla bir kitap hazırlamış ve yayınlanmıştı. Bu vesileyle şimdi, hoşgörü ile bağlantılı bazı taşları anlatmaya çalışacağım.
Sadaka Taşı: Muhtaç ve fakir kişilere yardım için, genellikle cami, türbe, han ve hamam yakınlarına veya sokak başlarına konulan sütun şeklinde taşlardır. Bu taşların üzeri, konulan paraların düşmemesi için hafifçe oyuk olarak yapılmaktaydı. Taşın boyu çocukların oyun maksadıyla rahatlıkla erişememesi için 1.20 – 1.50 m. yüksekliğinde olurdu. Ayrıca bu sayede elini oyuğa uzatan kişinin para mı aldığı, yoksa para mı bıraktığı anlaşılmadığı için, para alanların rencide olmaması da sağlanmış olurdu. Sadaka bırakanlar veya sadaka alanlar genellikle, sabah ve yatsı namazlarını seçer. Bu sayede alan el ile veren el belli olmazdı. Bu sadaka taşlarını Osmanlı yerleşimlerinin hemen hepsinde görmek mümkündü. Osmanlı sonrası bu güzel adet unutulduğu için, bu taşların da ne için konulduğu bilinmediğinden, yol çalışmaları sırasında, “Bu taşı da buraya niye koymuşlar ki” diyerek maalesef bu taşların çoğunu yerlerinden söküp almışlardır. Son yıllarda çok şükür ki bu konuda bilinçlenen yetkililer tarafından, kalan taşlar muhafaza altına alınmaya başlanmıştır.
Dinlenme Taşı: Hoşgörü o kadar ileri safhadadır ki, hamalların sırtlarında yük varken dinlenebilmeleri için de tedbir alınmıştır. Bu taşlara hamal taşı da denilmektedir. Genellikle ticaretin yoğun olduğu yerlerde görülmektedir. Bu taşlar da genlikle evlerin duvarlarında, hamalların sırtlarındaki yükü koyabileceği yükseklikte duvardaki taşlardan birinin dışa çıkıntılı olarak bırakılması veya bir duvar kenarına konulan sedir şeklindeki veya oturak şeklindeki, yorulan kişilerin oturabileceği bir taştır. Hamal yorulduğunda sırtındaki yükü indirmeden bu taşların üzerine dayar, bir müddet dinlendikten sonra yoluna devam ederdi. Sonraki yıllarda hamalla yük taşıma işi kalmadığından, bu taşların da ne amaçla kullanıldığı unutulmuş ve duvarlardaki bu çıkıntıların ne işe yaradığı bilinmediği için duvarlardan sökülmeye başlanmıştır. Bu taşları şu anda Bolu’da, Manisa’da, Çankırı’da ve Salihli’deki bazı yapıların duvarlarında görebilmekteyiz. Ayrıca Edirne Selimiye Camiinden arasta’ya inen merdivenlerde de Hamal(Dinlenme) taşı bulunmaktadır.
Yitik Taşı: Bugün için kaybolan eski geleneklerden biri de yitik taşlarıdır. Yitik taşları kaybolan eşyaların konulduğu yerlerdir. Yolda herhangi bir eşya bulan kişi bu eşyayı alıp yitik taşının içerisine koyar, eşyası kaybolan kişi de bu eşyasını başka yerlerde aramaz doğruca yitik taşının olduğu yere gider ve eşyasını alırdı. Yitik taşları genelde vatandaşların kalabalık olduğu yerlerde, camilerin duvarlarında bulunurdu. İstanbul Sultanahmet Camii ve Sivas Kale Camii girişlerinde yitik taşlarını görebilmekteyiz.
Misafir Taşı: Herhangi bir yere giden misafir, köylerde köy odalarında veya köy odası olmayan yerlerde de köyün ileri gelen birinin ve genellikle de köy ağalarının evlerinde misafir odasında ağırlanır yeme ve yatma ihtiyacı karşılanırdı. Kasabaların birçoğunda ise camilerin kenarında üzerine oturabilecek yükseklikte oturak şeklinde taşlar bulunur, gelen misafir cami çıkışında bu taşa oturur cemaatten biri de onu alıp evine götürerek misafir ederdi. Bazen de bu sevaptan faydalanmak isteyen kişiler arasında “misafiri ben götüreceğim” münakaşaları bile olmakta idi. Buna çözüm olarak da misafiri evlerinde kabul etmek isteyenler için cami duvarı kenarına birden çok taş oturaklar dizilir, herkes kendi taşını bilir ve misafir kimin taşına oturmuş ise o kişi misafiri alıp evinde ağırlardı. Maalesef bu taşların çoğu da yine imar çalışmaları sırasında yerlerinden sökülmüş bulunmaktadır. Bu taşların bir örneğini Eskimalatya camiinde görebilmekteyiz.
Kul hakkını gözetmenin, hoşgörünün, adalet duygusunun ve insana olan saygı ve sevginin zirve yaptığı dönemlerde Osmanlı bir cihan devleti olmuş, bu özellikler zayıflamaya başladığı andan itibaren de ibre aşağı doğru kaymaya başlamıştır. Bugün için kaybolan bu güzel geleneklerin, taşlarda olmasa bile, yaşantılarımızda yeniden yer alması en büyük dileğimizdir.