(Mehmet Akif IŞIK / Arkeolog)
İnsan, belirli bir şekilde ve her türlü duyguyla (iyilik, kötülük, merhamet, vahşet, kin, nefret, hoşgörü, sevgi gibi) donatılmış olarak yaratılmıştır. Bu güne kadar da hiç değişmemiştir. Değişen sadece, yüce Rabbimin insanoğluna bahşettiği zekâsıyla; yeryüzünde yeni keşfettiği bitki, maden gibi şeyleri kullanmak suretiyle ve kendisinin icat ettiği malzemeler ve zamanla ürettiği teknolojik aletlerle sürdürdüğü hayat biçimidir. Çünkü insan en mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; “Tin Suresi”nin 4. ayetinde mealen “Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık” denilmekte, “Alak Suresi”nin 2. ve 5. ayetlerinde “O insanı alaktan yarattı. İnsana bilmediğini de öğretti” buyrulmaktadır. Bu da insanın gerek bedenen ve gerekse her türlü duygularla donatılmış olarak mükemmel bir şekilde yaratıldığının bir delilidir. İnsanoğlu Dünya’ya geldikten sonra hayatını sürdürebilmek için araştırmalar içerisine girmiş, bazen deneme yanılma yoluyla, bazen kuşların ve gözlemleyebildiği diğer hayvanların yediği ve yemediği bitki ve meyvelere dikkat ederek yiyeceğini temin etmiş, hava şartlarına uygun ve kendisini vahşi hayvanlardan koruyabilecek barınma mekânlarını belirlemiş ve ihtiyacına göre bu mekânları geliştirme yoluna gitmiştir.
İnsanoğlu kendilerine bir uyarıcı, yol gösterici (açıkçası bir peygamber) gelmeden önce; esrarlı buldukları, hayranlıklarını, hayretlerini uyandıran, korkutan her şey için bir tanrı uydurmuş, resim ve heykel sanatlarını da bunun üzerine bina etmiştir. Ancak kendilerine peygamberler gönderildiği, uyarıldıkları ve mucizeler dahi gösterildiği halde, tarihin her döneminde, inanmayanlar da olmuş ve kendi elleri ile yaptıkları putlara tapmaya devam etmişlerdir.
Sümer, Asur, Mısır ve Hitit çağlarında insanlar; Güneş Tanrısı, Ay Tanrısı, Fırtına Tanrısı, Dağ Tanrısı, Sular Tanrısı gibi tanrıların varlığına inanmış ve bunlara tapmışlardır. Antik Yunan ve Roma dönemlerinde ise tanrıların sayısı çoğalmış ve yarı tanrılar bile uydurulmuştur. Bu tanrıların da zaman zaman kendi aralarında mücadele ettiklerine dair masallar yazılıp çizilmiştir. Bunların inanışlarına göre Zeus olarak isimlendirdikleri bir baş tanrı bulunmaktadır. Baş tanrının karısı Hera isimli bir tanrıçadır. Zeus’un kardeşlerinden Poseidon deniz tanrısı, Hades; yer altı dünyasının tanrısıdır. Zeus’ün oğullarından Apollon; gün ışığını temsil eden tanrı, Hermes; ticaret ve hırsızlık tanrısı, Ares; savaş tanrısı, Dionysos; şarap tanrısı, Promete; ateş tanrısıdır. Kızlarından; Athena; harp, akıl ve güzel sanatlar tanrıçası, Artemis; avcı tanrıça, Afrodit; aşk ve evlilik tanrıçası, Hekate; cehennem tanrıçasıdır. Zeus’un oğullarından Herkül ise yenilmez bir kahraman ve yarı tanrıdır. (Bu tanrılar Yunan’da ve Roma’da farklı isimlerle anılmıştır.) İnsanlar bu tanrılara ve bu tanrılar üzerine bina edilmiş olan masal, efsane ve hurafeye inandırılmış ve bu tanrılar adına inşa ettikleri mabetlerde görevli din adamları tarafından sömürülmeye başlanmıştır.
İnsanların tarih öncesi (yazının icadından önceki) çağlarda nasıl yaşadıklarını, hayatlarını nasıl idame ettirdiklerini, neler yediklerini, nasıl avlandıklarını, ölülerini nereye ve nasıl gömdüklerini, hangi hayvanların etiyle beslendiklerini, o dönemde ürettikleri bazı heykelcikler, kabartmalar, duvar resimleri ile barındıkları yerleşim yerlerinde yapılan arkeolojik kazılardan elde ettiğimiz yiyecek artıkları ve yapı kalıntılarını inceleyerek sınırlı bir şekilde öğrenebilmekteyiz. İlk olarak Sümerler tarafından bulunan yazının icadı ile birlikte artık, o dönemlerde yaşayan insanların yaşantısını bu yazıları inceleyerek daha ayrıntılı bir şekilde öğrenmek mümkün olmuştur. “Çivi Yazısı” olarak adlandırdığımız ilkyazı; bugünkü Irak toprakları içerisinde bulunan Uruk şehrinde yapılan arkeolojik kazılarda bulunmuş ve M.Ö. 3400 yıllarına tarihlenmiştir. Tarihi devirlerin ve medeniyetin başlangıcı olarak kabul edilen yazı; M.Ö. 1900’lü yıllarda Asurlu Tüccarlar vasıtasıyla Anadolu topraklarına gelmiş ve çivi yazıları Anadolu insanı tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Anadolu’da çivi yazısı kullanılırken; aynı tarihlerde Mısır’da da bu kez hiyeroglif (resim) yazısını görmekteyiz. Demek ki insanoğlu Dünyanın neresinde olursa olsun Allah’ın kendisine bahşettiği aklını kullanmış ve değişik şekillerde olsa da yazıyı birbirlerinden bağımsız olarak bularak kullanmaya başlamıştır. Hiyeroglif yazısı daha sonra Geç Hitit Döneminde Anadolu’da yaşayan insanlar tarafından da kullanılmıştır. Yazı, M.Ö. 1000 yıllarına doğru, yani yazının Anadolu’da kullanılışından yaklaşık bin yıl kadar sonra kıta Yunanistan’da görülmeye başlar. Medeniyet yazı ile ölçüldüğüne göre, demek ki; kıta Yunanistan’ın ve dolayısıyla batının, medeniyet itibariyle, Anadolu’dan yaklaşık 1000 yıl geri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
(DEVAM EDECEK)