Bir zamanlar evlerimizde “Misafir Odası” vardı. Evin Salonu veya salon yoksa odalardan büyük olanı “Misafir Odası” olarak ayrılırdı. Bu oda temiz bir vaziyette kapalı tutulur; eve misafir geleceği zaman açılırdı. Sadece oda veya salon değil, çay bardağı ve tabakları, yemeğe kalacak misafirler için yiyeceklerin konulacağı tabaklar, kaşık, çatal ve bıçakların yeni olanları da yine ayrı bir yerde bulundurulur; ancak misafir gelince kullanılırdı. Yatılı gelecek misafirler için de çarşaf, yastık kılıfı ve nevresimin yine en yeni olanı ayrılırdı.
Eve gelen misafire önce kolonya ve “misafir şekeri” olarak adlandırılan kâğıtlı şeker ikram edilirdi. Bu arada kötü bir adet olarak da misafir odasındaki sehpa veya masa üzerinde, süslü bir tabak içerisinde, sigara paketleri bulundurulur ve misafire sık sık ikramda bulunulurdu. Özellikle Bayramlarda değişik marka ve pahalı cinsinden sigaralar alınır, (hatta mahalle bakkalında sigara çeşidi yoksa başka bakkallara gidilir ve birkaç çeşit olması sağlanırdı), kolonya ve şeker ikramından sonra tabak içerisindeki bu sigaralar misafire ikram edilir, biri bitince ikincisi ve hatta üçüncüsü için de ısrar edilir; dolayısıyla sigara dumanı odanın içini kaplardı. O yıllarda kimse de bu dumandan rahatsız olduğunu dile getirmez, yaşamın bir parçası imiş gibi hayat devam ederdi. Çok şükür son yıllarda sigara âdetinden vazgeçildi. Gerçi artık misafir de gelmez oldu, misafir şekeri verecek kimse de kalmadı. O yıllarda, maddi durumu iyi olanlar birkaç çeşit misafir şekeri alır, durumu iyi olmayanlar da ancak bayramlarda en ucuzundan kâğıtlı şeker alabilir ve gelen misafirlere ikram ederdi. Komşuluk ilişkileri gayet iyi idi, zengini fakiri aynı mahallede, hatta aynı sokakta oturur, ailece yapılan komşu gezmelerinde zengin, fakir ayırımı olmazdı.
Günümüze doğru geldikçe zenginler ayrı yerlere taşınmaya başladı ve zengin semtleri oluştu. Artık zengin fakiri, fakir de zengini görmez ve tanımaz oldu. Komşuluk ilişkileri de buna paralel olarak zayıflamaya başladı. Oysa inanıcımız; komşuluk ilişkilerinin çok iyi olmasını gerektirmektedir. “Komşusu aç olduğu halde, tok yaşayan müminin kâmil mümin olmadığı” hükmüne riayet inancımız gereğidir. Bırakınız komşuyu, ziyarete gelen kim olursa olsun ona “ikramda bulunmak” da yine Türk toplumunun üzerinde hassasiyetle durduğu bir husustur.
Komşuluk ilişkilerinin zayıflamasıyla birlikte misafir odasının adı da yavaş yavaş değişmeye ve zaman içerisinde misafir odasının yerini “Salon” almaya başladı. Hatta bir dönem evin misafir odası olarak ayrılan bölümünün adı “salon sala manje” (‘Salon ve yemek salonu’ halk arasında söylendiği gibi yazılmıştır.) olarak adlandırıldı. Komşuluk ilişkilerinin önemini bilen aileler yine de adı “Salon sala manje” olan bu bölümü misafir odası olarak kullanmaya devam etti.
Televizyonların hayatımıza girmesiyle birlikte artık misafirin yanı sıra bir de “Telesafir” kavramı lisanımıza girdi. 1960 lı yılların sonlarına doğru Türkiye’de yayın hayatına giren televizyon, bu yıllarda herkesin evinde yoktu. Televizyonu olanlar artık televizyon seyredebilmek için komşu ziyaretlerini azaltmaya başladı. Ancak, bu kez de televizyonlu evlere gelen misafir sayısında artışlar yaşandı. Bu misafirler genellikle televizyon seyretmek için geldiklerinden, onlara; (Televizyon misafirinin kısaltılmışı olarak) “Telesafir” denilmeye başlandı. Televizyonlar çoğalıncaya kadar da bu “Telesafir” lik uzun süre devam etti. Özellikle 1970 lı yılların başlarında “Muhammet Ali”nin boks maçlarını seyretmek için sabah 05.00 gibi kalkılıp televizyonu bulunanların evlerine gidilirdi. Ben de o yıllarda Çanakkale’de görev yaptığım sırada Muhammed Ali’nin maçlarını, (37 ekran siyah-beyaz tüplü televizyondan, karlanma tabir edilen, puslu bir görüntüyle), seyredebilmek için komşumuzun evine gittiğimi hatırlıyorum. Hatta bazen televizyonun bulunduğu oda telesafirle dolduğu için evi alt katta olanlar pencerelerini açık bırakarak sokaktan geçenlerin bile televizyon seyretmelerine müsaade ederlerdi. 1973 yılında yine Çanakkale’de Çarşı Caddesi üzerinde bulunan bir evin, caddeye açılan penceresinden, ev sahibinin daveti üzerine, ben de bir kez, kısa süreliğine bile olsa, televizyon seyretmiştim.
1977 senesinde ilk televizyonu aldığımda, artık bize de “Telesafir” ler gelmeye başladı. Hatta bazen Muhammed Ali’nin maçlarını seyredebilmek için sabah erkenden kalkıp araç bulup gelemeyecekleri için, bazı akrabalarımız gece yatıya kalıyorlardı. Sabah erken kalkarak birlikte maç seyrediyorduk. O günler gerçekten çok güzeldi. Bir zaman sonra ucuzlamaya başlayan televizyonlar, artık hemen hemen her eve girmeye başladığından telesafirlik de kalmadı. Bırakın telesafirliği; artık misafirlik de neredeyse sona erdi, zaten misafir odasının adı da 3+1 oldu.
Şimdi hatıralarda kalan o günleri hasretle arar olduk.