Bilmediği adresi tarif etmekten mutluluk duyan tipler yüzünden zaman yitiren ve canı sıkılan gruptansanız bu yazı tam size göre. Zamanımızı çalan ve canımızı sıkanlar artık sokakta tesadüfen karşılaştıklarımız değil. Onlar şimdi her yerdeler ve her an karşımızdalar. Onlar kim mi; cahillikleriyle gururlanan ve bu hallerinden zerre utanmayan sosyal medya maymunları ile aynı kuluçkadan çıkmış troller.
Sosyal medya maymunları ve troller, yağmacı, talancı, kan dökücü Moğol sürülerinin 21. yüzyıla evrilmiş torunları misali; dünyaya yayılmışlar, her yerdeler ve her şeyi lekeliyorlar. Çamur atmak, çamura yatmak, güneşi balçıkla sıvamak, iftira etmek, gerçekleri çarpıtmak, yalan söylemek, bilgiçlik taslamak, ikiyüzlü davranmak hep onlarda. Tanımadıkları insanların şakşakçılığını yapmak, okumadıkları kitaplar hakkında yorumda bulunmak, bilmedikleri konu hakkında hüküm vermek, anlamadıkları cümleye takla attırmak, Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye giydirmek, başkasının yazısına kendi imzalarını kondurmak, bilmediklerinde sallamak, hakkı ve hukuku takmamak yine onlarda.
Tacize Uğrayan İsimler
Onların Türkiye’deki uzantılarının bir bölümü Nazım Hikmet ve Can Yücel’in, bir bölümü Yunus Emre ve Mehmet Akif’in veya çok okunup çok sevilen isimlerin arkasına sığınmış. Oysa ne Nazım’ı ne Can Yücel’i ne Yunus’u ne Akif’i ne de diğerlerini bilirler. Bilmediklerini bilmedikleri için cahilliklerini meziyet sanıp kendilerini onların sözcüsü görürler.
Onlar ki, Nazım’a, Can Yücel’e, Yunus’a ve Akif’e ait olmayan, onlarla bağdaştırılması imkansız olan sözleri, onlarınmış gibi dağıtıma çıkarırlar. Kim olduğunu bilmedikleri ünlülerin sözlerini anlamadan, çoğu kez Türkçe yanlışlarıyla paylaşırlar. Taraf oldukları kesime güç depoladıklarını sanırlar. Algı operasyonunun ilk adımını atarlar.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşı şairimiz. Safahat, Mehmet Akif’in 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirlerinin toplandığı eserinin adı. Safahat, evreler, safhalar demek. Safahat’taki şiirler, Mehmet Akif’in fikirlerini, dönemin sosyal sorunlarını, tarihi ve dini konuları içerir.
Âkif’in Ölüm Yıl Dönümü
27 Aralık, Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıl dönümü. 20 Aralık 1873 yılında İstanbul’da doğan Mehmet Akif, 63 yaşında, 1936’da yine İstanbul’da vefat eder. Mehmet Akif’in vefatıyla yılbaşı arasında dört gün vardır.
Son yıllarda, Mehmet Akif’in adı, yeni yıl yaklaştıkça sosyal medyada sıklıkla kullanılır oldu. Mehmet Akif’le yılbaşının ne ilgisi var? Mehmet Akif, yılbaşı partisi mi düzenliyor? Tövbe tövbe… Hiçbiri değil.
Yılbaşı kutlamasına karşı olan bir grubun sosyal medyada paylaştıkları bir şiir var. Kimsenin yılbaşı kutlamasına tepki içerikli yazısına ve şiir paylaşmasına karşı değilim. İsteyen istediğini yazıp çizsin. Kimse kimseye hakaret etmesin, kimse bir başkasının özgürlük alanına dalıp zorbalık yapmasın. Ve kimse halkın gönlünde yer edinmiş isimleri silah olarak kullanıp, çevreye rastgele ateş etmesin.
“Ya Rab! Böyle mi olacaktı, benim cennet yurdum?
Baktım da etrafıma yalnızım, ağladım durdum.
Bir mânâ veremedim, şu milâdî yılbaşına!
Şaştım da kaldım, Müslümanların vah telaşına!”
diye başlayan uzunca bir şiir, sosyal medyada Mehmet Akif Ersoy’a ait olduğu iddiasıyla dolaşımda(ydı).
Mehmet Akif’in ölüm yıl dönümü ve yeni yıl kutlamaları nedeniyle bu şiir, internette, YouTube, Facebook, Twitter, Whatsapp grupları ve her mecrada karşımıza çıkıyor. İçli sesleriyle, derinden şiiri okuyanlar mı ararsınız, şiiri açıklamaya çalışanları mı?…
Mehmet Akif’i bilenler, Safahat okumuşlar, şiirin İstiklâl Marşı şairiyle ilgisi olmadığını ilk mısrada fark ediyor, Safahat’ta böyle bir şiir olmadığını biliyorlar. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Bilmeyenden korkacaksın. Bilmediğini bilmeyenden daha çok korkacaksın.
Bu şiir, 2015 yılında internette bir anda yaygınlaşmış. Mehmet Akif’le ilgisi yok, İzmir Sanayi Sitesi Büyük Camii’nde imamlık yapmış Ömer Berber isimli din adamına aitmiş. Şiir ilk kez Hakses Dergisi’nin Aralık 1981 tarihli sayısında kullanılmış.
Bir imamın şiirini Mehmet Akif’e ait olarak dolaşıma sokmaktan sevap umanlar var demek ki! Akif sağ olsaydı, ilk tepkiyi gösterir, bu paylaşımı yapanları “hem yalan söylüyor hem kul hakkını ihlal ediyorsunuz” diye uyarırdı.
Bu şiiri, “Mehmet Akif’in Yılbaşı Mesajı” adıyla haber yapan tv’ler, gazeteler olmuş, bazı yazarlar bile köşelerinde kullanmış. Mehmet Âkif söyledi ya, akan sular duracak! Sanki diğer şiirlerine kulak asıyoruz da bir yeni yıl şiiri eksikti!
Şiiri, Mehmet Âkif’in adıyla sosyal medyada kullananlara kızmaya ne hakkımız var, diyebilirsiniz. Var, hem de öyle var ki, söz konusu kişi Mehmet Akif Ersoy’sa buna göz yummak, o güzel insanın kemiklerini sızlatır.
Dostlarının anlatımına göre, Âkif yalandan nefret eden bir inanmış adam. Yalandan medet ummaya tenezzül etmeyen adam. Yalana yaklaşmayan adam, yalandan korkan adam. Onu yalana alet etmek nasıl bir duygu? Bilinçli bir eylem mi, cahil cesareti mi?
Doğru mu?
Neyzen Tevfik’in kardeşi Ahmet Şefik Kolaylı’nın, meslektaşı, ev arkadaşı ve can dostu olan Mehmet Akif’le ilgili bir anısı:
“Yalan nedir bilmezdi. Her sözü doğru idi. Hiçbir kimse, onun yalan söylediğini görmemiştir. Yalan söyleyenlere de çok kızardı. Her söze karışmaz, her hususta fikrini izhâr etmezdi (belirtmezdi). Fakat söylediği her söz mutlaka doğru idi.
Bir gün birisi ile görüşürken, o zât: “-Doğru mu?” dedi. Buna o kadar kızdı ki: “-Bir daha bana bu kelimeyi tekrar etmeyiniz!” diye müthiş itâbda bulundu (azarladı).”
Rahmetli Âkif’in bizim şu halimizden haberi olsaydı ya! Her şeye şüpheyle yaklaşır olduk. Doğruya ulaşmak, bir çuval çürük ceviz içinde tek sağlam cevizi bulmak kadar zorlaştı. Âkif’i bile yalan çukuruna indirmeye kalkıyoruz.
Yalan rüzgârları tepemizde esiyor. Güya irşatçı, yalandan medet umuyor. Yalanla insanlığı doğruya davet ediyor (!) Bir bakın etrafınıza; bir günde kaç yalana maruz kalıyorsunuz? Yalan, doğruyu sollamış!
Akif’i Yâd Etmek
Sosyal medya maymunlarından ve trollerden yakamızı kurtarıp, Akif’i, dostlarının anlattığı şu güzel anılarla yâd edelim.
Mehmet Âkif, yapmacıklı jest ve mimiklerle şiir okuyanlardan hoşlanmazmış. Bir gün, bu özelliklere sahip biri, Taceddin Dergâhı’nda Akif’in “Bülbül” şiirini okumuş. Şair, şiirinin okunuşunu hiç beğenmemiş. O sırada, bu okuyuşu nasıl bulduğunu soran birine Akif’in cevabı şöyle olmuş:
“Bu bülbül bizim Bülbül’e benziyordu ama ne kanadı kaldı, ne kuyruğu.”
“Öyle sanıyorum ki, çocukluğunda Âkif’in terbiyesiyle meşgul olanlar, bir âlimin koyduğu şu kaideyi bilmiyorlardı: “Çocuğa en evvel iki şey öğretmeli: İç sıkıntısına katlanmayı ve haksızlığa tahammül etmeyi!”
Âkif iç sıkıntısına tahammül ediyordu: Çünkü içi sıkılmıyor, kendisi kendine kâfi geliyordu. Yalnız, dediğim gibi, çocukken, kendisine, “haksızlığa katlanmak” temrinleri (alıştırma) yaptırılmamış olacak ki, havsalası bir türlü haksızlığı almıyordu. Bu fena terbiyeden âsî bir şair çıktı. Ona bazen: “Her cereyanın önünde bir ‘hayır!’ edatısın” diyor, bazen de yüzüne karşı söyleniyordum:
“Bütün hayatın, Selamünaleyküm kör kadı!
-“Gördüğümü söylemeyeyim mi?”
-“Tabiî ki söyleme... Kadı’nın sol gözü körse sağ tarafından bak ve sağlam gözünü gör!”
-“İki gözü de körse?”
-“O zaman da önüne bak!”
Fakat bu dimdik alın, önüne bakacak kadar da eğilemiyordu.”
Toplumsal Kabadayı
“Âkif, vitrin-adam değildi. Önünden geçenler onu göremezdi. Âkif’i görmek isteyenler içine girecekti. O, alenen düşünen adamdı. Düşünmekle söylemek arasında mesafe vardır. O, bu mesafeyi kaldırdı: Onun bir şey söylemesi demek, o şeyi alenen düşünmesi demekti. O, içtimâi (toplumsal) kabadayı idi. Kendi fikrinden korkmak, kendi yüzünden korkmak onda yoktu: Ne fikri, ne yüzü, hayat boyunca onun için değişmedi.”
Bir Âkif daha gelmeyecek. Bir toplumsal kabadayımız olsaydı ya! Özü, sözü bir, vefalı, diğerkâm, alçak gönüllü, sade, içten, zalime düşman, haksızlığa eyvallahı olmayan, yaptığını başa kakıp, bedel istemeyen bir toplumsal kabadayı…
Akif, çok hazırcevaptı. Çok söylemezdi. Fakat sırası gelince de söylememezlik etmezdi. İşte bir dostunun anlattıkları:
Tedavi İçin mi?
Eşref Edip anlatıyor:
Âkif, Hilmi, ben, bir gün Tâceddin Dergâhı’nda oturuyorduk. Kapı vuruldu. Baktık, birinin elinde boynunu sarkıtmış bir hindi. Üstad:– “Tekkeye kurban geldi!” dedi.– Salih Efendi selâm söyledi. Bu hindiyi size gönderdi.”Hindi pek bîçâre, pek bitik bir halde idi. Üstad: – “Tedavi için mi?” dedi.Adamcağız bir şey anlayamadı. Üstad ilâve etti:– “Oğlum, sen bunu çabuk eve götür de ölmeden Salih Efendi kessin. Korkarım ki yolda can verecek.”Birkaç hafta sonra Sâlih Efendi bu hatâsını tâmir etmek üzere bir dâvet yaptı. Üstad’a mükellef bir ziyafet verdi.Mehmet Âkif, cimrilere de çok kızarmış ve cimrilerle asla görüşmezmiş. Şimdi herkes cömert olduğu için bu konudaki anısını yazmaya gerek görmedim.
Âkif, ‘Doğru’nun Yanındaydı
Mehmet Akif, Safahat’ın ikinci kitabı olarak yayımladığı Süleymaniye Kürsüsü’nde adlı eserinde, Japonlardan övgüyle bahseder. Onun övgüsünün temeli doğruluktur.
“Siz gidin, safvet-i İslâm’ı Japonlarda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün, Müslümanlıktaki erkânı siyânette ferîd; Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd. Doğruluk, ahde vefâ, va’de sadâkat, şefkat;
Acizin hakkını i’laya samimi gayret;”
Âkif, güzel adamdı, dosdoğru adamdı, çileli hayat sürdü, çok çekti. İnancından taviz vermedi. Allah rahmet eylesin.
Kıssadan Hisse: Başkasının adını kullanarak yalan söylemek namertlere has özelliktir. En şerefsiz yalancılık ise gerçeğin yarısını söylemektir.
Günün Sözü: Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.