İki ABD (Amerika Birleşik Devletleri) seyahat notlarımı yazamamıştım. Kısa kısa notlar halinde, özetin özeti de olsa bu büyük Dünya Devleti seyahatimi de yazmak istedim.
NEW YORK
Dünyanın birçok bölgesini gezip görürken, ABD’ye gidebilme olanağını bulamamıştım. Buna hayıflanırken, bir gün Irak’ın Ankara Büyükelçisi El-Tıkriti çağırdı. O tarihte ben Türkiye-Irak Dostluk Derneği’nin başkanıydım ve zaman zaman Büyükelçi ve diplomatlarla görüşmeler yapıyordum. Büyükelçi, Dışişleri Bakanı Tarık Aziz’in New York’ta bir basın toplantısı yapacağını, dünyanın çeşitli ülkelerinden Irak dostlarının da orada olacaklarını söyleyip, benim de yanıma yüksek seviyede iki arkadaşımı alarak, gidip gidemeyeceğimi sordu. Bu seyahatle ilgili tüm giderlerimizin de karşılanacağını söyleyince, gidebileceğimi söyledim.
Tarık Aziz’in basın toplantısının amacı, Irak’a uygulanan ekonomik ambargonun kaldırılması konusunda, kamuoyu oluşturmaktı. Bu hususta, T.C. Hükümetlerinin de çabaları olmuştu. Zira, Körfez Savaşı’ndan itibaren ülkemizin maddi zararı da 27 milyon doları bulmuştu.
Emekli Vali Bahaeddin Güney ile Kültür Bakanlığı Müsteşarlığından emekli Mehmet Önder de benimle birlikte gelmeyi kabul etmişler ve birlikte 14 Mayıs 1994 tarihinde Ankara’dan Paris’e uçmuş, geceyi AirFrance’ın konuğu olarak, Hotel Mercure’de geçirmiştik. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Charles De Gaulle Hava Alanı’ndan, Air France’ın Boing-747-400 uçağı ile havalanmış ve 7 saatlik uçuştan sonra, Atlantik Okyanusu’nu aşarak, New York’a ulaşmıştık. Alana peş peşe birkaç uçak birden indiği için, uzun bir pasaport ve gümrük kuyruğu oluşmuştu. Ben valizimi alıp, tüm görevlilerin önünden geçip, ABD’ye resmen giriş yapmıştım; ama Mehmet Önder ve Bahaeddin Güney, gümrük kuyruğuna takılmışlardı! Sonra Önder de gelmişti ama Güney’den haber yoktu. Geriye dönüp bakabilmek olanağı da yoktu. Bir saat kadar süren bekleyişten sonra Güney de gelmişti ama; ABD görevlileri onun canını epeyce sıkmışlardı. Zira ABD’ye girişte görevliler, ne vali, ne milletvekili ve ne de bakan tanıyorlardı!...
Ankara’da iken, New York’taki Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğimizi aramıştık ve bizi karşılamak üzere bir araç gönderilmişti. Üçümüz bir araya gelince zırhlı olan bu araca binerek, Kennedy Hava Alanı’ndan kent merkezine hareket etmiştik. O arada Türkiye saati ile 23.00’e gelmiş olan saatlerimizi, 7 saat geriye alarak 16.00’ya ayarlamıştık.
Şehre yaklaşırken, Manhattan’ı ve ortasındaki ünlü “ikizler”i görmüştük. Usame bin Ladin’in emriyle kundaklanan bu iki bina, o tarihte yerinde duruyorlardı. 106 katlı olan bu binalar gerçekten çok görkemliydi. Manhattan adasında, “bulding” denilen böylesi binalar pek çoktu.
Ve 9 yılda inşa edilen (Amerikan filmlerinden tanıdığımız), Quinsboro köprüsünden geçmiş; B.M.Daimi Temsilciliğimizin yardımı ile rezervasyon yaptırdığımız “Hotel PickwickArms” a gelmiştik. Burası İstanbul Sirkeci veya Ankara İtfaiye Meydanı otelleri ayarında ve New York’ta kalınabilecek en ucuz oteldi. Ama fiyatı, gecelik 70 dolardı. Kısa bir süre odalarımızda kaldıktan sonra çıkıp, Manhattan caddelerinde yürümüştük.
Daha ilk adımda New York bende büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı! Gözümde büyüttüğüm bu dünya kentinde, pislikten geçilmiyordu! Her şeyin fiyatı çok yüksekti! Burada kazanıp, burada harcamak belki yeterli olabilirdi ama, dışarıdan gelen bir kişinin cepleri parayla dolu olmalıydı. Kimi malların fiyatlarını, Türkiye fiyatları ile mukayese edince, bizde her şeyin daha ucuz olduğu anlaşılıyordu.
Türk Evi
Prof. Dr. Ayhan Tan, New York’ta, ülkemizin Kültür Müşaviri idi. O dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın hocası olan Tan, Bahaeddin Güney’in de hemşehrisi ve sınıf arkadaşı idi. Bu nedenle bizimle içtenlikle ilgilenmişti. Ben de kendisini, Türk Kooperatifçilik Kurumu etkinliklerinden tanıyordum.
Akşama doğru otele gelmiş; sonra yanımıza onu da alarak, Irak misyonunun New York’taki merkezine gitmiştik. Tarık Aziz de oradaydı. Kanada, Zengibar, Pakistan, Çin, Japonya, Baltık ve Arap ülkelerinden gelenler de vardı. Bir Avusturyalı profesör ise, kraldan fazla kralcı kesilmiş, ABD’ye de, BM Genel Sekreteri Butros Gali’ye de veryansın ediyordu!... Bir de öneride bulunmuştu: “Yarın sabah 11.00’de buluşup, bir strateji saptayalım!...” Bunun üzerine Tarık Aziz, “siz bir metin hazırlayın” demişti.
Ertesi sabah Müslüman bir şahsın işlettiği restoranda kahvaltı yaptıktan sonra, yürüyerek, B.M. binasının karşısında bulunan “Türk Evi”ne gitmiştik. BM Daimi Temsilciliğimiz de, New York Başkonsolosluğumuz da bu binada faaliyette bulunuyorlardı. Bengaldeş’in müstakil bir yer kiralayabilecek mali gücü olmadığı için, bu ülkenin resmi temsilcileri de Türk Evi’ne sığınmışlardı!.
Önce Ayhan Tan’ın odasında bir süre oturmuş, saat 12.00’de de Daimi Temsilcimiz Büyükelçi İnal Batu’yu ziyaret etmiştik. İnal Batu da Bahaeddin Güney’in mülkiyeden sınıf arkadaşıydı. Güney’den pastırma-sucuk getirmesini istemişti, ama bu tür gıda ürünlerini ABD’ye sokmak yasak olduğu için, birkaç kat naylonla ambalajladığım bu ürünleri benim valizimde içeriye sokmuştuk. İyi ki öyle yapmışız, zira Bahaeddin Bey’in New York’a girişi problemli olmuştu.
Kısaca TAMDEF olarak tanımlanan Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu da, çalışmalarını Türk Evi’nde sürdürüyordu. 1956’da kurulan bu Federasyonun Müdürlüğünü halen T.C.’nin Polonya-Varşova Büyükelçisi olan Egemen Bağış yapıyordu.
Türk Evi binasını, Dışişleri Bakanlığı döneminde İhsan Sabri Çağlayangil satın almıştı. Hemen belirtmeliyim ki, Birleşmiş Milletler binasının karşısındaki bu görkemli bina, Türk’e ve Türkiye Cumhuriyetine yaraşır bir yapıydı.
DEVAM EDECEK