Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin
 

Bir başkadır... Benim Ankaram-2

Ziyadesiyle Ankaralı bir durum Bir önceki yazıda paralı bir platformda yayımlanan ve çok büyük ilgi gören “Bir Başkadır” dizisini ele almaya başlamıştım. Dizi nostaljik öğelerle gündelik hayatı akıllıca bir araya getiren bir mantığa oturuyordu. Dizinin bu temel algoritmasını anladıktan sonra ise benim esas dikkatimi çeken bambaşka bir mevzu oldu. Dizi İstanbul’da geçmesine, hatta belki dizinin esas karakterinin İstanbul ve İstanbul olmayan mekanlar olmasına rağmen, anlatılan öykü bizim bildiğimiz Ankara alışkanlıkları, Ankara Hayatı ve bir kentte yaşamak anlamıyla “Ankaralı” olmak üzerinden kuruluyordu. Bu sebeple yer yer, dizideki karakterlerin gittiği Yoga Salonları, rezidanslar, barlar acaba Çankaya ya da Çayyolu’nda mı acaba diye sorar buldum kendimi. Dizinin kurgusu da bunu hissetmiş gibi arada sürekli İstanbul görüntüleri serpiştirerek bize dizinin İstanbul’da geçtiğini hatırlatmaya çalışır gibiydi. Ancak, bu mesele, sadece her kentin ve kent yaşamının nihai olarak her yerde birbirine benzemeye başladığı meselesinin ötesinde de bir duygu yansıtıyor benim için. Bir yerlere yolculuklar yapıp sürekli kapalı mekanlara girmek, farklı kapalı mekanlarda karşılıklı susuşmak ya da konuşmaya dayalı bir dünya kurmak ziyadesiyle Ankaralı bir durum gibi geldi bana.  Televizyon izleyerek de olsa, zoraki bir psikologla konuşarak da olsa, hatta bir artı bir bir rezidans katında muhabbet açmaya çalışarak da olsa, soyutlanmış, bağlamını unutmuş bir şekilde konuşarak karşısındakine tutunma duygusu oldukça Ankaralı ve sınıflar ötesi bir refleks çiziyor. Daha doğrusu, toplumsal yarılmaların, sınıfsal gerilimlerin ortasında bunları görmeden yaşayabilmenin yegâne güdüsü gibi görünüyor. Biz bunu Ankara’dan çok iyi biliyoruz. Özellikle de son yirmi otuz yıldır kentin dönüştüğü durumun adını koymaya çalışırken, teknik, hukuki ve empatik bir şekilde anlatmaya çalıştığımız mesele belki de tam da buydu. Yeni kent olgusunun oluşturduğu mekanlara ait olan bu yeni tür Ankaralılık duygusunun izlerini kuşkusuz eminim tüm kentlerde bulabiliriz. Hatta dizideki gibi karşıtını tamamen kentten uzak ve kırsal bir dünyanın içindeki daha sahici gibi duran insanlarla kurmaya çalışarak da izleyebiliriz. Ama, bu Ankaralılık duygusunun içinde sakladığı derin bir hicran var ki bunu anlatmadan için rahat etmeyecek. İşte o, o kapalı mekanların arasında geçirilen yolculuklarda görünen insan manzarası ile anlatılabilir. Her gün Ankara’da ve bütün büyük kentlerde, otomobillerle, otobüslerle, dolmuşlarla, metrolarla ve dahi bilumum ulaşım biçimleriyle görünmeden, görmeden yolculuklar yapan milyonlar var. Kentin gelişen alanlarını kâh oralara yerleşerek, kâh oralardaki hizmetlerde çalışarak var eden bu görünmeyen ve görmeyen insanların ortak özellikleri, kendilerini görmedikleri ve gözlemlemedikleri bir dünyanın karşılaşmalarından uzaklaştıracak yolculuklar yapmaları. İnsan, içinden geçtiği kentin görüntülerini değil, ekranın ve nostalji duygusunun izlerini, gördüğü insanların değil başkalarının ona anlatılan hayatlarının duygusu ile kendini anlatmaya başlarsa görünmez ve görmez oluyor. Dizideki en çarpıcı anlar da bu sebeple benim için diyalogların arasındaki yolculuk sahneleriydi. Otobanlarda, toplu taşım araçlarında, rezidansların arasında yürüyen insan artık varlığı ile yokluğu belirsiz bir figürandır ve onun öyküsünü diğerleri merak etmez. (SÜRECEK)
Ekleme Tarihi: 03 Şubat 2022 - Perşembe

Bir başkadır... Benim Ankaram-2

Ziyadesiyle Ankaralı bir durum Bir önceki yazıda paralı bir platformda yayımlanan ve çok büyük ilgi gören “Bir Başkadır” dizisini ele almaya başlamıştım. Dizi nostaljik öğelerle gündelik hayatı akıllıca bir araya getiren bir mantığa oturuyordu. Dizinin bu temel algoritmasını anladıktan sonra ise benim esas dikkatimi çeken bambaşka bir mevzu oldu. Dizi İstanbul’da geçmesine, hatta belki dizinin esas karakterinin İstanbul ve İstanbul olmayan mekanlar olmasına rağmen, anlatılan öykü bizim bildiğimiz Ankara alışkanlıkları, Ankara Hayatı ve bir kentte yaşamak anlamıyla “Ankaralı” olmak üzerinden kuruluyordu. Bu sebeple yer yer, dizideki karakterlerin gittiği Yoga Salonları, rezidanslar, barlar acaba Çankaya ya da Çayyolu’nda mı acaba diye sorar buldum kendimi. Dizinin kurgusu da bunu hissetmiş gibi arada sürekli İstanbul görüntüleri serpiştirerek bize dizinin İstanbul’da geçtiğini hatırlatmaya çalışır gibiydi. Ancak, bu mesele, sadece her kentin ve kent yaşamının nihai olarak her yerde birbirine benzemeye başladığı meselesinin ötesinde de bir duygu yansıtıyor benim için. Bir yerlere yolculuklar yapıp sürekli kapalı mekanlara girmek, farklı kapalı mekanlarda karşılıklı susuşmak ya da konuşmaya dayalı bir dünya kurmak ziyadesiyle Ankaralı bir durum gibi geldi bana.  Televizyon izleyerek de olsa, zoraki bir psikologla konuşarak da olsa, hatta bir artı bir bir rezidans katında muhabbet açmaya çalışarak da olsa, soyutlanmış, bağlamını unutmuş bir şekilde konuşarak karşısındakine tutunma duygusu oldukça Ankaralı ve sınıflar ötesi bir refleks çiziyor. Daha doğrusu, toplumsal yarılmaların, sınıfsal gerilimlerin ortasında bunları görmeden yaşayabilmenin yegâne güdüsü gibi görünüyor. Biz bunu Ankara’dan çok iyi biliyoruz. Özellikle de son yirmi otuz yıldır kentin dönüştüğü durumun adını koymaya çalışırken, teknik, hukuki ve empatik bir şekilde anlatmaya çalıştığımız mesele belki de tam da buydu. Yeni kent olgusunun oluşturduğu mekanlara ait olan bu yeni tür Ankaralılık duygusunun izlerini kuşkusuz eminim tüm kentlerde bulabiliriz. Hatta dizideki gibi karşıtını tamamen kentten uzak ve kırsal bir dünyanın içindeki daha sahici gibi duran insanlarla kurmaya çalışarak da izleyebiliriz. Ama, bu Ankaralılık duygusunun içinde sakladığı derin bir hicran var ki bunu anlatmadan için rahat etmeyecek. İşte o, o kapalı mekanların arasında geçirilen yolculuklarda görünen insan manzarası ile anlatılabilir. Her gün Ankara’da ve bütün büyük kentlerde, otomobillerle, otobüslerle, dolmuşlarla, metrolarla ve dahi bilumum ulaşım biçimleriyle görünmeden, görmeden yolculuklar yapan milyonlar var. Kentin gelişen alanlarını kâh oralara yerleşerek, kâh oralardaki hizmetlerde çalışarak var eden bu görünmeyen ve görmeyen insanların ortak özellikleri, kendilerini görmedikleri ve gözlemlemedikleri bir dünyanın karşılaşmalarından uzaklaştıracak yolculuklar yapmaları. İnsan, içinden geçtiği kentin görüntülerini değil, ekranın ve nostalji duygusunun izlerini, gördüğü insanların değil başkalarının ona anlatılan hayatlarının duygusu ile kendini anlatmaya başlarsa görünmez ve görmez oluyor. Dizideki en çarpıcı anlar da bu sebeple benim için diyalogların arasındaki yolculuk sahneleriydi. Otobanlarda, toplu taşım araçlarında, rezidansların arasında yürüyen insan artık varlığı ile yokluğu belirsiz bir figürandır ve onun öyküsünü diğerleri merak etmez. (SÜRECEK)
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.