Doğru zannettiğimiz büyük yanlışlar
Efendim bendeniz Rıfat Çakır, bir okuma delisi ve Türkçe sevdalısıyım. Telaffuz sözcüğünün kökeni Arapça ama, tüm sunumlarımda arı Türkçemizi doğru telaffuzla konuşma gayretinde olan profesyonel bir sunucu, hem de halk bilimi araştırmacısıyım. Tarih, kültür, edebiyat, etimoloji vs. gibi tüm bilgilere aç ve aşığım. Asaletli geleneklerimiz ve otantik köklerimize beslediğim samimi sadakatle bu güzelliklerin nesiller boyu yaşatılabilmesi için de fedakar emekler harcarım.
Şivemizden, folklorik desenlerimize, kültürel motiflerimizden, etnografik aksesurlarımıza, bütün zenginliklerimizle çok gururlanırım ama, şivelerden arındırılmış kusursuz bir Türkçe ile sunulması gereken eğitim - bilişim, teknoloji, tasarım, hemşehri oluşumları, saygın platformlar, tarih - edebiyat, resmi kurumlar, meslek odaları, bilim - teknik gibi onlarca sunumlar yapıyorum.
Özellikle kültür-sanat konulu program sunumlarım esnasında “Ben memleketimin kültür elçisiyim, bu alanın en yetkin akademisyeniyim, tarihin duayeni, edebiyatın profesörü, şuranın uzmanı, buranın dehasıyım.” diyen, siyaset - bürokrasi ahbap - çavuş ilişkileri sayesinde liyakatsız unvanlarla donatılmış onlarca şarlatana rastlıyorum.
Bilirsiniz ki, sunuculuk, bilgiyle süslenmiş, etkili ve güzel Türkçe ile servis edilen, inceliklerle dolu bir iltifat sanatıdır. Temsille yetkilendirildiği programın vitrini ve en bilge kılavuzudur. Birçok yerde gördüğümüz o doğaçlama bilgiler yansıtamadan, söyleyeceklerinin çoğunu kağıttan okuyarak, sadece sesi mikrofonik diye yapmacık ve bilgisizce boş konuşan kişilere sunucu değil sıralayıcı denir.
Sunucuyum diye ortaya çıkan boş sıralayıcıların daha acısı da maalesef liyakatsiz diplomalı boş edebiyatçılarımız. Tabii ki hepsine demiyorum ama derleme toplama çakma bilgilerden harmanladıkları birkaç ezber konuyla ortalıkta dolaşan ve her yerde aynı sözleri konuşup seminerler, konferanslar veren bu akademisyen müsveddeleriyle sık karşılaşıyorum. Yalan yanlış bilgiler ve uydurma yorumlarla doğru olan ne varsa hepsini de katledip geçiyorlar. Dinleseniz bir dert, dinletseniz bir dert. Şu doğru, şu yanlış deme yetkiniz ve haddinizde yok. Çünkü diploma ve unvan bu alanda o yetkiyi onlara veriyor.
Bu liyakatsiz unvanlılardan bir tanesi bir ün bir mani örneği veriyor ve peşinden kendi edebiyle yazdığı bir manisini okuyor. Halk edebiyatı branşından prof. unvanı da almış adamın yazdığı o manide Türk edebini katleden şöyle bir dizesi geçiyor; “Baldız baldan tatlıdır”…
Etimolojik kökenlere aşırı ilgim olduğundan, “Hocam o söylediğiniz yanlış bir yakıştırma, doğrusu Baldız değil, “Daldız Baldan Tatlıdır” dedim. Alaycı ifadeleriyle hem güldü, hem de yanındaki naylon edebiyatçılara güldürdü.
Size Daldız, Baldız, Baldır, kelimelerinin Etimolojik kökenlerinden dilimin döndüğünce şöyle bahsetmeye çalışayım. Mevcut anlamına da gelen Baldır, Orta Türkçe de bitki ve yaprak sapına deniliyor. Zayıf, ince kollar, bacaklar çoğu yerde bitki saplarına benzetilir ya; Sap bacak, ot bacak, baldır bacak gibi.. Eski Türkçede bitki adlarının sonlarına birde gan eki ekleniyor. Tuturgan, Çıbıgan, Isırgan, Baldırgan, Daldırgan, Daldızgan gibi. Kaşık ve kesik yerine de kullanılan Daldız yerine ağaç, sap, ot, kütük gibi şeylerde fason olarak kullanıldığından, onlara da Daldızgan deniliyor.
Gel gelelim ‘Baldız Baldan Tatlıdır’ sözüne. Gerek eski Türkçemizde, gerek Orta Asya Türkçesinde “Daldız baldan tatlıdır” diye bir deyim dolaşır. Bizim bilgi ve edep yoksunu edebiyatçılar, komedyenler ve Türkçe katilleri bunu “Baldız baldan tatlıdır” diye anlıyor ve duydukları gibi yorumlayıp ağızlara sakız ediyorlar.
Daldız diye arı peteğinden bal almada kullanılan demir kepçeye veya o peteği kesen demir bıçağa deniliyor. Yani kepçeyi veya peteği kesen o bıçağı yalamak, kesilen balı yemekten çok daha cazip ve daha lezzetli anlamında kullanılıyor.
Ayrıca, marangozların ağaç oymada kullandığı oluklu demire, ağaçtan oyulmuş arı kovanına ve ağaçtan oyulmuş yayığa da “Daldız” deniliyor.
Böyle yanlışlarımız saymakla bitmez. Hele de türkülerimiz… Dillerden gönüllere dolaşan duygu ve anlam yüklü öyle türkülerimiz var ki hem okuyan, hem dinleyen duyduğu gibi yorumlayınca o güzel güfteler arada kayboluyor ve sadece tınılarıyla esinleniyoruz. Örneğin "Altın Hızma Mülayim" adlı Kerkük yöresine ait çargah makamındaki o enfes türkümüzün tam söylenişinin “Altın Hızman Olayım” olduğunu biliyor musunuz? Daha neler neleri yanlış duyuyor, yanlış yorumluyor, yanlış konuşuyor, yanlış anlıyoruz.
Bilmem içine düştüğümüz bazı trajikomik durumlarımızı anlatabiliyor muyum?
Ekleme
Tarihi: 13 Ocak 2022 - Perşembe
Doğru zannettiğimiz büyük yanlışlar
Efendim bendeniz Rıfat Çakır, bir okuma delisi ve Türkçe sevdalısıyım. Telaffuz sözcüğünün kökeni Arapça ama, tüm sunumlarımda arı Türkçemizi doğru telaffuzla konuşma gayretinde olan profesyonel bir sunucu, hem de halk bilimi araştırmacısıyım. Tarih, kültür, edebiyat, etimoloji vs. gibi tüm bilgilere aç ve aşığım. Asaletli geleneklerimiz ve otantik köklerimize beslediğim samimi sadakatle bu güzelliklerin nesiller boyu yaşatılabilmesi için de fedakar emekler harcarım.
Şivemizden, folklorik desenlerimize, kültürel motiflerimizden, etnografik aksesurlarımıza, bütün zenginliklerimizle çok gururlanırım ama, şivelerden arındırılmış kusursuz bir Türkçe ile sunulması gereken eğitim - bilişim, teknoloji, tasarım, hemşehri oluşumları, saygın platformlar, tarih - edebiyat, resmi kurumlar, meslek odaları, bilim - teknik gibi onlarca sunumlar yapıyorum.
Özellikle kültür-sanat konulu program sunumlarım esnasında “Ben memleketimin kültür elçisiyim, bu alanın en yetkin akademisyeniyim, tarihin duayeni, edebiyatın profesörü, şuranın uzmanı, buranın dehasıyım.” diyen, siyaset - bürokrasi ahbap - çavuş ilişkileri sayesinde liyakatsız unvanlarla donatılmış onlarca şarlatana rastlıyorum.
Bilirsiniz ki, sunuculuk, bilgiyle süslenmiş, etkili ve güzel Türkçe ile servis edilen, inceliklerle dolu bir iltifat sanatıdır. Temsille yetkilendirildiği programın vitrini ve en bilge kılavuzudur. Birçok yerde gördüğümüz o doğaçlama bilgiler yansıtamadan, söyleyeceklerinin çoğunu kağıttan okuyarak, sadece sesi mikrofonik diye yapmacık ve bilgisizce boş konuşan kişilere sunucu değil sıralayıcı denir.
Sunucuyum diye ortaya çıkan boş sıralayıcıların daha acısı da maalesef liyakatsiz diplomalı boş edebiyatçılarımız. Tabii ki hepsine demiyorum ama derleme toplama çakma bilgilerden harmanladıkları birkaç ezber konuyla ortalıkta dolaşan ve her yerde aynı sözleri konuşup seminerler, konferanslar veren bu akademisyen müsveddeleriyle sık karşılaşıyorum. Yalan yanlış bilgiler ve uydurma yorumlarla doğru olan ne varsa hepsini de katledip geçiyorlar. Dinleseniz bir dert, dinletseniz bir dert. Şu doğru, şu yanlış deme yetkiniz ve haddinizde yok. Çünkü diploma ve unvan bu alanda o yetkiyi onlara veriyor.
Bu liyakatsiz unvanlılardan bir tanesi bir ün bir mani örneği veriyor ve peşinden kendi edebiyle yazdığı bir manisini okuyor. Halk edebiyatı branşından prof. unvanı da almış adamın yazdığı o manide Türk edebini katleden şöyle bir dizesi geçiyor; “Baldız baldan tatlıdır”…
Etimolojik kökenlere aşırı ilgim olduğundan, “Hocam o söylediğiniz yanlış bir yakıştırma, doğrusu Baldız değil, “Daldız Baldan Tatlıdır” dedim. Alaycı ifadeleriyle hem güldü, hem de yanındaki naylon edebiyatçılara güldürdü.
Size Daldız, Baldız, Baldır, kelimelerinin Etimolojik kökenlerinden dilimin döndüğünce şöyle bahsetmeye çalışayım. Mevcut anlamına da gelen Baldır, Orta Türkçe de bitki ve yaprak sapına deniliyor. Zayıf, ince kollar, bacaklar çoğu yerde bitki saplarına benzetilir ya; Sap bacak, ot bacak, baldır bacak gibi.. Eski Türkçede bitki adlarının sonlarına birde gan eki ekleniyor. Tuturgan, Çıbıgan, Isırgan, Baldırgan, Daldırgan, Daldızgan gibi. Kaşık ve kesik yerine de kullanılan Daldız yerine ağaç, sap, ot, kütük gibi şeylerde fason olarak kullanıldığından, onlara da Daldızgan deniliyor.
Gel gelelim ‘Baldız Baldan Tatlıdır’ sözüne. Gerek eski Türkçemizde, gerek Orta Asya Türkçesinde “Daldız baldan tatlıdır” diye bir deyim dolaşır. Bizim bilgi ve edep yoksunu edebiyatçılar, komedyenler ve Türkçe katilleri bunu “Baldız baldan tatlıdır” diye anlıyor ve duydukları gibi yorumlayıp ağızlara sakız ediyorlar.
Daldız diye arı peteğinden bal almada kullanılan demir kepçeye veya o peteği kesen demir bıçağa deniliyor. Yani kepçeyi veya peteği kesen o bıçağı yalamak, kesilen balı yemekten çok daha cazip ve daha lezzetli anlamında kullanılıyor.
Ayrıca, marangozların ağaç oymada kullandığı oluklu demire, ağaçtan oyulmuş arı kovanına ve ağaçtan oyulmuş yayığa da “Daldız” deniliyor.
Böyle yanlışlarımız saymakla bitmez. Hele de türkülerimiz… Dillerden gönüllere dolaşan duygu ve anlam yüklü öyle türkülerimiz var ki hem okuyan, hem dinleyen duyduğu gibi yorumlayınca o güzel güfteler arada kayboluyor ve sadece tınılarıyla esinleniyoruz. Örneğin "Altın Hızma Mülayim" adlı Kerkük yöresine ait çargah makamındaki o enfes türkümüzün tam söylenişinin “Altın Hızman Olayım” olduğunu biliyor musunuz? Daha neler neleri yanlış duyuyor, yanlış yorumluyor, yanlış konuşuyor, yanlış anlıyoruz.
Bilmem içine düştüğümüz bazı trajikomik durumlarımızı anlatabiliyor muyum?
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.