Hayat, kimi zaman bir şarkının notalarında, kimi zamansa bir filmin unutulmaz sahnesinde gizlidir. Duyguların en yoğun hâli, kalpteki derin yaralara ve zihinlerdeki eksik hikâyelere saklanır. Orhan Gencebay’ın unutulmaz dizeleri bu gerçeği adeta müzikle dile getirir:
“Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
Ağlatıp da gülene, yazıklar olsun…”
Besteleri dinlenir kılan asıl gerçek işlediği yaşam hikâyeleridir ve en çok da kalplere dokunan sözlerdir...
“Bunca diyar gezdim gözlerin için
Niye küstün bana el sözü için
Dilerim Allah’tan sızlasın için
Uyan sunam uyan derin uykudan”
Bu dörtlük, bir saz teline dokunuşta gizli bir haykırış, bir yürek sıkıntısının sesi değil midir? Her kelimesi, insanoğlunun sevdiklerine duyduğu özlemin, şarkılarda yankı bulmuş bir çığlığı gibidir.
Anadolu, bereketli toprakları kadar şairleri, ozanları ve aşıklarıyla da bilinir. Yozgat’tan Elazığ’a, İstanbul’dan Gaziantep’e, her bir kent bir değer; her değer bir sanat eseridir. Anadolu’nun sesi, dışa vurulmuş hüzün ve sevda türküleridir. Belki de bu yüzden şu sözler bu kadar derinden etkiler:
“Herkes sevdiğine böyle mi yanar aman aman…”
Her bir sözcük, hüznün ve aşkın dokunulmaz bir tercümesi gibidir. Sözler, insan ruhunda derin yankılar uyandırır; yaşanan hicran duyguları daha da derinleştirir.
Sevda, her şehre ve her insanın yüreğine büyük bir hasret bırakır. İnsanoğlu, sevdiklerine duyduğu özlemin ateşinde yanar da yanar. Ancak bu yanış ne onu öldürür ne de tam anlamıyla iyileştirir. Anadolu’nun dillere pelesenk olmuş o şarkısı, bu gerçeği dile getirir:
“İçinde bir kız gezer / oy nenen ölsün / sarı gelin aman…”
Bazen aşklar, yaşanmış yıllarla, şakaklara düşen beyazlarla anlatılır. Gençlik heyecanı, tecrübenin derinliğiyle buluşur ve unutulmaz dörtlüklerde vücut bulur:
“Saçımın akına bakma sultanım
On sekiz yaşına girmiş gibiyim
Belki senden üç beş yaşlıyım amma!
Zincire vurulmuş aslan gibiyim…”
Bu sözler, yaşamın bir nehir gibi akıp giderken aşkın ve özlemin zamana meydan okuduğunu anlatmaz mı?
İnsanoğlu aşklardan, kayıplardan ve yanlışlardan öğrenir. Ama çoğu zaman bu yürek sıkıntıları, kalabalıklar içindeki yalnızlığıyla hatırlanır. Duygular bazen o kadar derin yaralar açar ki, insan kendi sesini bile duyamaz olur. Ve bu yaralar, insanoğlunun hem zaafı hem de şarkısının ilham kaynağıdır.
Duyguların ve şarkıların kültüre döktüğü anlam bu kadar derin olmasaydı; belki de insan, kendini bu kadar iyi anlatamazdı; “Ağlatıp da gülene, yazıklar olsun…”