[simple-author-box]
1952 Hereke doğumlu olan Nilgün H un, İzmit Kız Meslek Lisesi Resim Bölümü’nde okudu. Resme olan tutkusunu 1989 yılında atölye çalışmalarına taşıdı.
Eğitimci ressam Süleyman Gürsoy ile Sakarya Sanat Evi’nde başlayan çalışmalarına, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Ali Candaş ve Doç. Dr. Veli Sapaz ile devam etti.
Ressam Lütfü Özsoy ile suluboya çalışmaları yaptı.
1998 yılında Adapazarı’nda kişisel atölyesini kurdu.
17 Ağustos 1999 depremi sonrasında çalışmalarına 2 yıl süreyle Ankara’da devam etti.
Nilgün Hun çalışmalarını Adapazarı’nda bulunan atölyesinde devam ettirmektedir.
2005 yılından bu yana atölyesini resim sevdalıları ile paylaşmaktadır.
ÖDÜLLERİ
2003 Kültür Bakanlığı Sakarya Yılın Sanatçısı
2004 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Resim Yarışması Sergilenme
2006 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Resim Yarışması Sergilenme
2008 İstanbul Ümraniye Belediyesi Resim Yarışması Sergilenme
2010 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Resim Yarışması Sergilenme
Nilgün Hun’un Kişisel Sergileri
1995 Sakarya Sanat Evi
1996 Şark Sigorta Sanat Galerisi / İstanbul
1996 Kent İş Merkezi Galerisi
1997 Tayyare Kültür ve Sanat Merkezi / Bursa
1998 İş Bankası Erenköy Sanat Galerisi / İstanbul
2000 Büyükada Anadolu Kulübü / İstanbul
2001 Sakarya Üniversitesi Eğitim Yılı Açılış Sergisi
2001 SASAV Sanat Galerisi / İstanbul
2002 Hazine Bakanlığı Sanat Galerisi / Ankara
2003 Üsküdar Kültür Merkezi / İstanbul
2006 Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisi / İstanbul
2011 Sakarya Eczacılar Odası / Sakarya
2011 Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi / Eskişehir
Kendisini kendisi anlatıyor
İnsanların kişilikleri , aile ve yetiştikleri çevrelerinin etkileriyle şekillenmeye başlar. Her insan kendi duygu ve düşüncelerini farklı şekilde ifade eder. Benim yaşamım da, ufak bir sahil kasabası olan Hereke'nin güzel ortamı ve sevgi dolu bir aile içinde şekillendi.Bununla birlikte; insana doğuştan verilen yetenekler içerisinden, duygu ve düşüncelerimi çizerek, resim yaparak daha iyi anlatabildiğimi, erken çocukluk yıllarımdan itibaren farkettim.
Biz büyükler onları kurallarımızla sınırlandırmaya başlamadan önce , çocuklar en saf ve en temiz algıya sahiptirler. Aslında tüm küçük ressamlar özgürce ve kaygısızca çizerler hayallerini.Onların dünyasında devasa ağaçlar mordur mesela, zürafalar pembe, bulutlar ise bazen yeşil bazen turuncudur. Sınır tanımaz minik dahilerdir onlar. Çok şükür ki ben de bu konuda şanslı olan çocuklardandım. İlkokuldan itibaren defterlerimin neredeyse yarısından fazlası her zaman rengarenk desenlerle dolu olurdu.Çocuk dünyamda kendime renklerle, çizgilerle bir cümbüş hazırlardım.Hala elime geçen en ufacık bir kağıt parçasına dahi, desenlerle karalamam belki de o günlere olan özlemimdir.
Kendimi bildim bileli resim yapıyordum ama yıllar içerisinde çalıştıkça ve resim çalışmalarım ilerledikçe ,etrafımı daha farklı bir gözle, daha resimsel, koyu, açık dengeleriyle algılamaya başladığımı farkettim. Çıktığım bu müthiş yolculukta, renkler ve desenler beni her daim çok mutlu ettiler. Birbirinden değerli ustalarla, birbirinden güzel insanlarla yollarımızın kesişmesine ,güzel dostluklara vesile oldular. Hatta inanır mısınız; gün geldi ki beni her zaman çok mutlu eden renklerim, en büyük acılarıma merhem bile oldular.
Gönlünde resim aşkı olan, renklerle tanışmak isteyen ama bir türlü fırsat bulamamış bütün arkadaşlarıma nacizane, ufacık bir tavsiyem var .Lütfen kendinize bir fırsat verin ve ilk adımınızı atın, sonrasında yapacağınız tüm resimlerinizin ,hayatınıza nasıl bir renk katacağını kendi gözlerinizle göreceksiniz.Hiçbir zaman geç kalmış değilsiniz.Ünlü ressamlarımızdan üstad Fahrünnisa Zeyd'i yıllar öncesinde bir belgeselde ,devasa eserlerinin içerisinde izlemiştim, yanılmıyorsam 84 yaşındaydı o zamanlar. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle; kah zorlanarak kah ağlayarak kaldırabildiği koluyla, önce bir tuş atıyor , hemen ardından da bir fırça darbesi daha atıyordu kocaman tuvallerine. Nurlarda uyusunlar, bizlere her zaman azimleriyle, sanat sevgileriyle rehber oldular.
Şimdilerde, kendim gibi resim sevdalılarıyla paylaştığım ufak bir atölyem var. Arkadaşlarım ve ben ,namı diğer, şifahanemize adımımızı atıp, şövalelerimizin karşısında bütün sıkıntı ve dertlerimizi unutup, renklerin deryasına dalıyoruz. Her ne kadar bu keyifli yolculuğumuza pandemi dolayısıyla ufak bir mola vermiş olsak da, yakın zamanda daha enerjik ve sanatla dopdolu olarak geri dönmeyi umutla bekliyoruz. Yıl sonlarında yaptığımız HUN ART Atölye Grubu sergilerimizi, çay ve simit eşliğindeki sanat sohbetlerimizi özledik.
Bu dönemde kendimi güzel torunlarım Duru ve Banu'mun minik ellerine tutuşturduğum fırçalarla avutuyorum. Babaanne ressam olmak böyle birşey sanırım, onların da parmaklarında artık boyalar…